Düşünce adamlarının sıkıcı, garip ve hayli yorucu tavırlarında gizlenmiş bir sorun var. Sürekli olarak tadımızı kaçırmak istiyorlar. İnsanları beğenmiyor, sinsice aşağılıyor ve tahkir ediyorlar. Aynı zamanda insanlık kavramının yüceliğinden de asla taviz vermiyorlar. Buna rağmen insanları terbiye etmekten, yalnızca onların işaret parmaklarını takip etmemizden başka bir çıkar yol da göstermiyorlar.
***
İhsan Fazlıoğlu’nun naklettiği harika bir tespit var: “Nazar, manzarayı yaratır.” Nazar, bir referansla bakmak anlamına gelir. Bu referansla atılan bakış, yapılan yorum, ortaya konan tespitler ise bir manzaraya yani anlama kapı aralar. Anlamların bir araya gelmesiyle kişi kendi gerçekliğini meydana getirir. Bu gerçeklik ise sürekli değişmektedir. İnsanlar referanslarını her değiştirdiğinde yeni bir anlamla yani gerçeklikle karşı karşıya kalır. “Olacak şey mi bu!” diyerek beklemediğimiz durumların sık sık gerçekleşmesinin altında bu dayanak noktalarının değişkenliği yatmaktadır. İslam ortak bir manzara için gereken tüm nazarları ortaya koymuştur. Bu durum aynı zaman da korunması gereken sınırları da beraberinde getirmiştir.
***
Sınırların içinde derinleşme zorluğundan sınırları aşma kolaylığına kaçan düşünce adamları yapmacık, sırıtan, küflü düşünceleriyle sağlam dayanak noktalarına dinamit döşüyorlar. İnsanların huzurunu kaçırmaya çalışıyor, rahatlarını hedef alıyorlar. Bu düşünce adamları hayli çoğaldı. Tek dertleri faydalı olmaya çalışırken var olan düzeni bozup, tat kaçırmak… İstemediğimiz bir takım şeylere maruz bırakıp; düşmanca bir tavırla, kişinin kendince yol yürümesine imkân tanımıyorlar. Bu insanları kendi yollarından yürümeye mecbur bırakan bir tavırdır. Ve reddedilmesi gerekir.
***
İnsanın sürekli aynı şeyleri yaparak, aynı şeyleri düşündüğünü, aynı şeyleri düşünerek aynı duygu durumunda dönüp dolaştığını ve kısır bir döngüde kaybolup gittiğini söylerler. Bunu da kabul edemem. Çünkü süreklilik kendi içinde değişkenler barındırır. Yani her sabah aynı saatte uyanan, aynı saatte kahvaltı eden, aynı saatte işe giden ve işten gelen bir insan görünüşte aynı şeyleri yaparak kısır döngüde gözükse de, arka planda yani duygu/durum dünyasında bir sondaj faaliyeti içindedir. Kendi gerçekliğinin içinde derinleşmektedir. Bu gerçekliği olumsuz bir durum gibi değerlendirip, sınırları içerisinden çıkmasını beklemek, modern düşünce biçimlerinin insanı bozuk bir makine haline getirme derdinden başka nedir ki?
***
İnsana dair çıkarımlarda bulunarak huzur kaçıran düşünürler, aklı kullanmanın öneminden çokça bahsederler. Ancak hangi aklı kullanacağımız konusunda müşterek bir görüş belirtmekte zorlanırlar. Bu onların düşmanca tavırlarından biridir. Bir takım referanslardan yola çıkarak ortaya saçtıkları tespitler, nihayetinde kendi akılları ölçüsünce meydana gelmiş düşüncelerdir. Merak ediyorum, akıldan bahsedenler acaba hangi aklı kastediyor? Peygamber aklı mı, sahabe aklı mı, evliya, sufi, derviş aklı mı, filozof aklı mı ya da bankacı, borsacı aklından mı bahsediyor? Ömür bu farklılıkları idrak edecek kadar uzun değil.
***
İmam-ı Gazali, Yol, Bilgi ve Varlık isimli eserinde yukarıda bahsettiğim çelişkili duruma ışık tutacak şekilde şöyle der: “Eğer: ”Akıllı insanların fikirlerinde yanıldıklarını görüyoruz.” dersen; bilmiş ol ki o akıl sahiplerinde bazı hayaller, vehimler ve inançlar bulunmakta, onlar bunlara ait ahkâmı aklın ahkâmı zannetmektedir. Hata da buradan kaynaklanmaktadır.” İnsanın huzurunu kaçırmaya yönelik söylenmiş her söz, ortaya atılan her fikir aslında çıktığı zihnin işe yaramaz tahayyülü, korkunç vesveseleri ve kırık dökük inançlarından meydana gelmektedir. Çıkmaz sokaklardan kurtulup, huzursuz eden düşüncelerden uzaklaşmanın en temiz yolu, Siyer-i Nebî, Hayâtü’s Sahâbe ve İlmihâl okumaktır.
-Müselman Cahit Servergil