Kelimelerin ve Anlam İlkelerinin Koşullandırılması ve Konuşlandırılması
Nesnel yörüngenin seçilmişlik ilânı, kalem sahibinin kemal noktası değil, bilakis tekamülün başlangıç noktasıdır.
***
Birkaç telifin ardından tumturaklı ve mutantan şeyler yazmış olmakla coşku bulan ve heyecana kapılan her muharrir, lafızların ardını boş bırakmaya mütemayildir. Ve yine muharrir, bazen kalemin kendi bağımsızlığını ilân ettiğini, kelimelerin birbiri ardına sıralanıp, hiçbir dahle mahal bırakmadan bir ritim yakaladığını, mülayim akıntılı bir nehre düşen asude yaprak misali akıp gittiğini görecek. Bu eşiğe gelen kalem sahibi, Harut ve Marut ile tanışacak ve en çetin imtihanını burada verecek. Büyülü ama içi boş kelime cümbüşünde harf rakkaslığına mı tevessül edecek, yoksa kavramların esrarına râm olma erdemiyle istiğfar mı getirecek?
***
Mademki taş yerinde ağırdır ve kendi gediğine konuşlanmayı arzu eder, mukavvadan taşlar yapmak en ucuz madrabazlık olacaktır. En adi kaya taşının yerine en estetik mukavvayı koyabilir ve hatta yakut süsü verebilirsiniz. Yalnızca bir deklanşörlük işlevselliği olacaktır ve hatta uzaktan göreni bir hazza gark edecektir. Muharrir heybesinde taş taşıyabilecek denli güç ve kudrete sahip değilse, heybesini mukavva ile doldurma madrabazlığına müracaat edecek. Kelime budur. Taştır ya da mukavvadır. Taştır; ama soğuk ve ruhsuz değildir. Mukavvadır; ama çetin ve işlevsel değildir. Öyleyse muharrir yırtıp atacak mukavvaları. Süslü kelimeleri seçmek yerine, kelimeleri süsleyebilme yolunu seçecek ve bu işi göğüsleyecek.
Elmas bir taştır, tıpkı zümrüt gibi. Fakat bu gibi taşlar inşa edici değil süsleyici taşlardır. Granit bir taştır, tıpkı andezit gibi. İşte bu taşlar inşa edicidir. Kelimelerin de bu gibi tasnifleri vardır. Muharrir bilecek bunu. Ama her şeyden önce, yazdığı şeylerin bir inşaat işçiliği olduğunu bilecek.
Muharririn ortaya koyduğu her eser yerleşke olmaya mecbur. Ehram mı olacak bu, saray mı, konak mı köşk mü yoksa gecekondu mu? Bittabi muharririn heybesiyle ilintilidir bu dirayet. Her kalem sahibi, kondulara uğramadan bir saray inşa etmeye kuşanır niyetini. Mukavvaya sarılır. Ortaya çıkan şey El Hamra sarayı değil, Zatü’s-Süver’dir. Yani hakikat sarayı değil, aldatıcı saraydır. El Hamra’yı inşa eden taş, mana taşıdır, hakikat çamurudur, çile toprağıdır, kavram işçiliğidir. Muharrir bilecek. Göz boyamak yerine, kireç badana çekecek; ta ki börtü böcekten arınsın mısraları.
***
Fiiller yapı taşlarıdır. Lakin edilgen fiiller, bu yapıdaki en nadir sütunlardır. Muharrir, etken fiillerin yetkin kumandanıdır. O halde muğlak söyleyişten, yıldıran dilemmadan ve çalakalem dökümden kaçınacak. Çünkü bir mimarın ölümündeki fail, bu üç kavramdır. Platon’un Akademia’sındaki o sütun, muharririn serlevhasıdır. “Geometri bilmeyen giremez” ihtarını deruhte edecek.
Öz Türkçe başlı başına bir yapı dilidir. Gel, git, yap, gör, bak, vur, say, duy ilh… Fakat öz Türkçe yalnızca bir karargah inşa edebilir. Peyzaj bilmez, oyma bilmez, çini ve kavis bilmez. Zira öz Türkçe askeri dildir. Yapıcı olmakla beraber, yıkmakta da mahirdir. Bu lüzumludur.
***
Sıfat ise süsleyici elementtir. Kelimelerin elmas ve zümrüt olanıdır. Muharrir yapısını sıfatlarla süsleyecek. En müzeyyen kelimeleri, en gerekli yerlere konuşlandıracak. Öz manaya rücu etmek suretiyle, yeni manalara atılacak. Morfemik kompozisyonu ihlal etmeden yapacak bunu. Kelimelerin anlam ilkelerinin yozlaştığına dair sızlanmak yerine, bu istismarı ıslah etmek üzere isteri nöbetleri geçirecek, uyku yitimi yaşayacak, arayacak ve arayacak. Ne büsbütün elmaslara yaslanıp çiçek böcek satacak, ne de som granit ağırlığınca şeyler yazıp, estetikten uzak satırlarla okuyucuyu usandıracak.
Muharririn kelimeler üzerindeki koşullandırması, okuyucuyu dil zevkine ve mana derinliğine doyurmaktır.
Bir tarafta, “Bahar geldi, ağaçlar çiçek açtı.” cümlesi, diğer tarafta; “Ağaçlar çiçeğe durmuş, bu bahar demektir.” bercestesi. Devamı ise sebeb-i teliftir. Sebeb-i telif, yani “niçin yazıyorum?” sorusunun cevabıdır. Buna ister teklif, ister mesaj, ister önerme diyelim ve hatta ne dersek diyelim; kalem buna tahsistir. Baharı muştuluyorsak, hasat mevsimine işaret ediyoruzdur. Mayıs’a seslenip; tırpanı, orağı, yabayı, tırmığı teyakkuza geçiriyoruzdur.
Estetik, insan tabiatına hitap eder. Kelimelerin yavan telaffuzuna hayır. Haddini aşan zıddına inkılap eder. Kelimelerin süs kazanlarında eritilmesine hayır. “Sanata tutumluluk yaraşır, israf değil” (Cenap Şahabbettin, Avrupa Mektupları, 1919, s.35)
Muharrir ne estetik için manayı imha edecek, ne de mana için estetiği teğet geçecek. Kelimeleri ve anlam ilkelerini bu denklemde koşullandıracak ve konuşlandıracak.
Oğuzhan Âsım GÜNEŞ