217 views 7 mins 0 yorum

Gariplerin Şiiri

In Deneme
Haziran 15, 2022

Garip bir çağda yaşıyoruz. Her asırda birçok insan aynı yargıda bulunuyor. ‘Hayır asıl garip çağ 21. asır!’ diyemiyor oluşum neden? Çünkü gariplik insanın ve dünyanın doğasında varolan bir şey. Dünya, gurbet; insansa ehli gurbet. Dolayısıyla hangi asırda olursa olsun insanların böyle bir yargıda bulunmasını fıtrati yani mutlak bir hakikat olarak görüyorum. İnsanları bu yargıya ulaştıran şeyleri ağırlıklı olarak değişim ve farklılaşma, kendi çağını diğerlerinden ayırma kısaca yabanıl hissediş çatısında toplayabiliriz. Ten ve toprağın atası aynı madde olsa da ruhun dünyaya ait olmayışı bu yabanıllığı daima yoklatır, dünyanın evimiz olmayışını hatırlatıp durur.

Garip bir çağda yaşıyoruz. İnsanların bahsettikleri o gariplik heybelerini neyle doldurduklarını merak ediyorum. Bir de garip olmayan bir çağın olup olmayışıyla alâkalı, ‘acaba garip olmayan bir çağ var mıydı?’ sorusu meraka gark ediyor beni. Asıl sormam gerekense kelime heybelerimi nelerle doldurduğumdu. Gariplik heybem dediysem, kelimeleri birer heybeye benzetiyor oluşumdan ötürü. Çünkü kelimelerin içini en çok kendimiz dolduruyoruz. Kelime heybemizin en üstünde kelimenin saf hali -herkesin gördüğü- varken onun altında ilmimizin azığı -ilim ehlinin gördüğü- oluyor. Derken bu heybe katman katman aşağı doğru iniyor, en dipteyse yalnızca O ve ben’in gördüğü niyetimiz oluyor. İşte o dip, niyetimizi hasen kılmadıkça dipsizliğe dönüşüyor. Biz de olduğumuz gibi kalmıyoruz, ayetle mündemiç merkebe dönüşüyoruz.

Kelime heybelerimizde, neler taşıyoruz? Elbette onlara neleri doldurduysak, doldurduklarımızı taşıyoruz. En çoksa dünyalıkları.. Niyetini hasen kılmayanın -ilmini menfaat çarklarına, türlü dolaplara kaptıranların- heybesi dipsiz kuyuya dönüşür demiştik. Bu yüzden o kişinin heybesi hiçbir zaman taşmaz, içine bir dünya ilim soksa yine taşmaz. Taşmadıkça azımsar, ihtirâsı artar ve onu doymaz bir iştihâyla oyalar durur. Allah, ondan doymak hissini alır, onun başını doyma iştiyakıyla müptelâ eder. Aşığın kelime heybesi öyle midir?

Âşık bir zerre su koysa aşk heybesine

Binbir umman taşar anda heybesinden

Aşığa heybesi uçan tüyden hafîf gelsede

Binbiri taşıyamaz tutsada köşelerinden

(Âşık Yunus’a ithafen..)

Zaman değişerek ilerliyor, zamanla kelimeler değişiyor, hiç değilse manaları çağın zihniyetine göre şekilleniyor. Miladi 17nci asra geldiğimizde garip kelimesinin heybesine fakirlik manası da dahil oluyor. Oysa fakirlik insanlık tarihi boyunca süregelen bir şeydir. Garibin, fakirliği 17nci asırdan sonra temsil edişi niye? Aynı kökten gelen ‘gurbet’ kelimesi de , Osmanlı’nın son asırlarında başlayıp, capitalism’in güçlenmesiyle sonuçlanan İkinci Cihan harbiyle mahiyetini yitiriyor. Temel manasıyla insanın dünyaya gönderilişine bir atıf olsada, İkinci Cihân harbi sonrası Garb’a başlayan dev işçi hareketleri gurbetin cennetten dünyaya uzanan temel manasını sarsıp yerini Türkeli’den Garb’a (Avrupa’ya) yapılan göçlere bırakıyor. Tüm bunlar nasıl olabildi?

Türkçe’nin vücuda gelişini yukarıdaki şiirden nispetle Âşığa yazdık çünkü Türkçe, Allah’ın, aşıklar(alimler, şairler…) vesilesiyle bizlere ulaştırdığı bir dildir. Kelimelerimiz İslâm tesirinde kalmış aşıklar eliyle alınıp işlenmiştir. Bunu tespit edebilmek zor değil. Türkçe’de tarihi bir kelimenin izini sürdüğünüzde yolunuz büyük ihtimalle bir aşığa( alim, şair..) ve şiire varacaktır. Aramaya devam ettikçe o izler sizi, Arapça’ya oradan da Mushaf’a ve hadislere götürecektir. Son iki asırda Türkçe’ye alınan kelimelerin izini sürdüğünüzdeyse yolunuz muhtemelen sözlük bilimciye ve sözlüğe (kamus) varacaktır. Dolayısıyla Türkçe’nin Arapça ve Farsçayla olan irtibatının Fransızca ve İngilizceyle olan irtibatı arasında muhteva farkı vardır.

Niçin Türkçe’deki mezkûr vazife el değiştirdi? Şairler beceremedi ya da Türk şiiri mi yetersiz kaldı? Sebep her ne olursa olsun, kim nasıl cevap bulursa bulsun, Türkçe’nin bir sınırı varsa onu dil bilimciler değil şairler belirleyebilir. Bu sebeple Türk şiirinin işleyemediği kelime Türkçe’ye sinemeyecektir. Siniyor derseniz, Türk şiiri işlevini yitirdi demiş olursunuz zira Türkçe de. Siniyorsa Türkçe’nin ana damarı olan şiirin yanına sentetik bir damar takılmış demektir. Niçin böyle bir şey oldu, Türk şiiri tıkandı mı? Benim bu soruya yanıtım evet olacaktır. Lâkin her tıkanıklık yetersizlikten değildir. Bazen korunmak için tıkanmak gerekir

Eğer Türk şiiri tıkanmamış olsaydı, damarlarına capital pıhtı atacaktı. Dolayısıyla bu tıkanış temiz kalmış bir damarın varlığına işaret eder.

Türk şiirinden geçmeyen, geçemeyen kelimelerin haritasını çıkardığınızda bir çok şeyi de çıkaracaksınız. Eğer capitalism size bir çıkar, imtiyaz sağlıyorsa, dünya hayatında kolaycılığa talipseniz, çıkarım yapma değil gözden çıkarma yollarını aramakla meşgul olacaksınız. Gözden çıkarılacak şeyse şiir olmaya devam edecektir, tıpkı sizden öncekilerin yaptığı gibi…

Olgun VERİM

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.