337 views 20 mins 0 yorum

Nesneleşmenin Yaklaşık Bir Günü

In Deneme, Öykü
Eylül 13, 2023

Her sabah uyanırım çünkü ilk rutinim budur. Bu sabahta uyandım. Gözlerimi açıp tavana baktım. Tavana bakışım bir falcının telveye bakışından farksızdı. Uzun uzun bakıp bir işaret ve rumuz bulmak için çaba sarfettim. Bugünde olduğu gibi tavanda bir iz bulmadığım zamanlarda gözlerimle bir şeyler çizerim; suretler semboller arazlar vesaireler… Tavan benim farklı evrenlere açılan portalım sanki. Düşüncelerimin aksi. Seslerimin yankılandığı biricik düzlem. Tavanla benim arama kimse giremez. Tavandır çünkü kendimle başkaları arasına koyduğum mesafe. Hepimiz öyle değil miyiz kapalı bir mekân bizi yalıtır her şeyden. Görünmez olduğumuzu hissettirir. En gizli şeyler tavan aralarında yapılmaz mı? İspiyoncu sinekler, küçük delikler, tül perdeler bizi biraz kuşkulandırsa da etrafa kısık gözerlerle bakıp kimsenin bizi görmediğinden emin oluruz. Artık kendi yaptığımız kutunun Pandora’sı olmuşuzdur. Kapalı odanın laneti ve yalnızlık, korku ve tedirginlik her yanımızı sarmıştır. Günah ve pişmanlık. Ne mecburi özgürlük ne de gönüllü kölelik altında hisseder ruhumuz kendini.

Sabah on gibi elmayı üç kere ısırdığımı hatırlıyorum. Masaya bardağı koyuşumu da ama tüp her zaman muamma. Aynada görmeye alışık olduğum yüzüm, macunu sıkmaya alışık olduğum diş fırçam ve giymeye alışık olduğum siyah pantolonum hepimiz bugünün de kahrını çekmeye hazırız. Her günümü geriye kalan hayatımın en sıkıcı günü olmaması için uğraşarak geçiriyorum. Bunun için yaptığım ilk şey macunu diş fırçamın arkasına sıkmak dilimle macunu ağzıma alıp fırçayla buluşturmak oldu. Burada sıkıcılığı kısmen gideren şey günlük rutinin şeklini bozarak, formuna takla attırmamdır. Havlu kullanacak kadar çevreci değilim ama peçeteyi her defasında çöp deliğine tutturmayı başarırım. Telefonumu masamın üzerine koyarım genelde. Bugünde koydum ama masamda bir gariplik görünüyor. Telefonumun titreşiminden mazoşist bir zevk alan koyu kahverengi masam biraz sandalye kırılmışlığında. Kitaplarım, siyah kolyem, beyaz şarj aletim, kurutulmuş sarı çiçeğim, mor arabeskçalarım gökkuşağı renklerini karşı mahalleye kaptırmanın buruk hüznü içindeler.

Herkesin değişik korkuları vardır. Benim en büyük korkularımdan birisi çeşmeyi açtığımda su yerine başka bir sıvının akması korkusu. Suyun tadında bir değişik olsa -ki belediyemiz sağ olsun sular genelde aromalıdır- onu garipsemem fakat suyun rengi değişirse benim için ürpertici olur. Bu korkumu herhangi bir sürprizle karşılaşmak istemememin doğal sonucu olarak görmüyorum. Beni asıl korkutan suyun bir daha kendi renginde akmaması ihtimalidir. Yalnız yaşayan insanların korkularından tamamen kurtulmaları mümkün müdür? Ben bunun mümkün olmadığını düşünüyorum. Yalnızken yatağımın altından bir koku gelse eğilip bakmaya korkarım. Kendime güzel hikayeler uydururum; ‘’sakin ol yatağının altında avını yakalamak için koku yayan kocaman bir panter var sadece. Ayrıca korkmana da gerek yok, hiçbir hayvan senin gibi çelimsiz bir av için bu kadar güzel koku yaymaz’’ Bu sadece saçma sapan bir teselli masalı olsa da beni yatağın altına bakma ürpertisinden koruduğu için pek ehemmiyetli görürüm. Yalnız kaldığım günlerde en az bir ışığı daima açık bırakırım. Can sıkıntısından bir odadan diğerine seğirtmem gerekirse ev, adeta Norveç’in kuzey ışıkları gibi parlamaya başlar. Seste korku tesellisi için oldukça önemlidir. Evde tek başımıza şarkı söylediğimiz de bir gariplik hissetmemizin sebebi kelimeleri boşluğa o berbat sesimizle haykırmak değil midir? Yalnızken ses çıkarma fiilini, yalnızlığın diğer ürpertilerinden kurtulmak için yaptığımızı varsaydığımda beni bugün aşırı çıkarımda bulunmakla suçlamayın lütfen. Her ses bir ritüeli bir büyüyü bozar gibi çıkar ağzımızdan. Sessiz, kimsesiz, yalnız odaların büyüsünü. ‘’Kim var orada?’’ sorusunu, sessizliği bozan ve dinginliği delip geçen, kısıkta olsa başka bir ses işitmiş olduğumuzda sorarız. Cevap gelmiyorsa suçu fareye, böceğe yani birbirinden güzel diğer ev sakinlerimize atarız. Eğer sorumuza ‘’Ben varım, esrarengiz ve tuhaf masal perisi’’ cevabı gelirse -ki genelde gelir- birinci cinnet halimizin kasisli tümseklerini zevkle dönmeye başlamamızı kutlamamız gerekir. Çünkü bu masal perisi ateşleri söndürülmüş bilinçaltı evrenimizin, milyarlarca sanallıktan bunalmış ruhumuzun çağırdığı hayal sineğidir. Bu sinekle ara sıra konuşurum. Hatta bir gün bana uçakta nasıl hızla üreyip çoğalarak uçağı düşürdüklerinden bahsetmişti. Bu tuhaf ve esrarengiz değil aksine korkunç diyebilirsiniz. Esrarengiz, tuhaf ve korkunç sinek. Masal sineğinin uçakta giden masum insanları neden düşürdüğünü merak ediyorum. Acaba dünyanın giderek artan yoğunluğundan o da benim gibi rahatsız olmuş olabilir mi ya da yok olmanın imkansızlaştığını düşünen sağlığa, paraya ve ölümsüzlüğe tapan insanlara bir ders vermek istemiş? Uçağı, uçakta üreyerek düşürmenin ne kadar etik olup olmadığını ayrıca konuşuruz. Bununla beraber her gördüğümüz yerde sinek öldürme tutkumuzun etikliğini de konuşmamız gerekir. Bana sorarsanız dünyada giderek artan sinek yoğunluğundan bende rahatsızım. Fakat bu vahşice olmamalı. Bu devirde dayak mı kaldı ki onları elimizle şak diye öldürelim. Sineklikte kıyma makinesi ya da giyotinden farksız. Onları birbirinden zararlı asitlerden ve kimyasallardan oluşan raid sinek ilacıyla öldürmeliyiz. Kendi akciğerimiz de birazcık etkilenebilir. Olsun sinek ölsün de. Ben de esrarengiz ve tuhaf masal sineğimi, perilere layık kokusuz raid sineksavarımla öldürdüğüme göre temel biçiminden hiçbir şekilde ödün vermeyen, her tarz ve ihtiyacıma uygun yeşil koltuğuma rahatça kurulabilirim.

Koltuğa oturduğumda pencereden sızan güneş ışığının odayı telaşsız dolduruşunu izledim. Günlük rutinimde olması gereken bir şeyi unuttuğumu hatırladım. Filtre kahve. Bin dokuz yüz seksen dört’ ün distopyası mı yoksa cesur yeni dünyanı’n distopyası mı günümüze daha yakın diye düşünmekte olan adam bile filtre kahvesi olmadığını hatırlarsa kalkıp yapar. Hatta makineli tüfekler arasında yarı erotik ses tonuyla, aslanın ceylanı parçalamasını anlatan vahşi hayvan belgeselcisi dahi filtre kahvesiz yapamaz. Çünkü taze ve yumuşak içim bir filtre kahvenin verdiği hazzı verebilen çok az şey vardır dünyada. İlerde yeni bir büyük savaş çıkarsa bu sanılanın aksine çaya şeker atanlarla atmayanlar arasında değil filtre kahveden nefret edenler ve onu içmekten zevk alanlar arasında olacağı şüphe götürmez bir hakikattir. Çevremde pek çok insanın filtre kahve içerken o acılığı, koyu kahverengiliği nasıl bir coşkuyla hayal ettiklerini ve haz aldıklarını biliyorum. Bıraksam kahvenin french press’te süzülüşünü, çiçek desenli fincanlara yavaş yavaş dökülüşünü, elde edecekleri sentetik mutluluk için saatlerce izlerler. Filtre kahveye karşı bu aşırı olumlamanın ilerde hayvanlara da yansıyacağından endişe etmekteyim. Sabah filtre kahvesi ihmal edildiği için süt vermeyen inekler, çiçeklerine filtre kahve serpiştirilmediği için bal yapmayan arılar, filtre kahve kokusuyla uyanamadığı için yük taşımayan eşekler ve filtre kahvesinde süt olmadığından yakınan özellikle yeşil ışık yandığında karşıdan karşıya geçen sokak köpekleri çoğalabilir. Her kahve her kitapla içilmez demişti bir defasında ucuz edebiyat kitaplarından zevk alan bir arkadaşım. Ona göre okunacak kitap ile kahvenin sertliği doğru orantılıymış. Yumuşak içim bir kahveyle Das Kapital okunmamalı, çikolatalı frappe ile de Küçük Prens’in yanına asla yaklaşılmamalıymış. Yoksa ne okuduğu kitabı anlayabilirmiş insan ne de zevk alırmış. Bu kahve gösterişçisi delinin, filtre kahve sevenler ve sevmeyenler arasında çıkacak büyük savaşta önemli rol oynayacağını düşünüyorum. Sağ ol dostum kahveni ve kitabını gururlandırdın. Şaka bir yana kahve yapma işini gürültü makinalara hapsettiğimden beri rahatım. Artık ne ocağın nazını çekiyorum ne de cezvenin sinirden köpürmesine katlanıyorum. Bir ki üç veee kahveniz hazır. Hazır ve hızlı tüketim kültürünün bir parçası olduğum ve kapitalizmin dönen çarkına çomak sokmadığım için bugün kendimi filtre kahveyle ödüllendirmeliyim.

Öğleden önce yaptığım en önemli alışkanlık yüzün koyu uzanıp reels videoları izlemektir. İnsanı endişelendiren, sevindiren, güldüren ve hüzünlendirenden binlerce videonun gözümle soğurulması, bunu da izleyip başka izlemeyeceğim dedikten sonra zamanın ne zaman geçtiğini anlamadan akıp giden ışık, ses ve görüntünün illüzyonuna maruz kalmam. Sonrasında kafamın darmadağın olduğunu hissetmem kendini sürekli tekrarlayan davranışlarımdan birisi. Hangi penceremin boşluğa açılan bir kapı olduğunu anlamak için yaz kış demeden bütün pencereleri açmıştım. Aradığım pencereyi telefon ekranımın içinde buldum. Bu boşluğun uzay boşluğundan farkı yok. Sonsuz uzamda astronot misali süzülüyorsunuz. Videoların arasında dolaştıkça oksijen solumaya devam ediyorsunuz. Binlerce gezegen arasında saniyeler içinde yol alıyorsunuz. Yalanlar, gerçekler, kızlar, oğlanlar, iyiki doğanlar, az önce ölenler, menekşeler, dikenler, kediler, komodo ejderleri ve güllü cuma mesajları hepsi karmakarışıklığın içinde kendine yer buluyor. Bütün bunların içinde en fazla karşılaşılanın müstehcenin bizzat kendisi olması günümüzün değişen algı biçimiyle ortaya çıkan güzellik hırsızı kadınlar ve her kadında erotik bir şeyler bulan erkekler mi dersiniz? Bence bunda bizim gibi iyi niyetli insanların hiç suçu yok. Bizi sürekli gerçeklik algımızı bozmaya iten şey yani bütün bunların yegâne müsebbibi M.Ö. İki binli yıllarda Newton’un kafasına düşen elmadan, hemen önce dünyaya gelmiş, teknoloji çağına neden bu kadar uzağız diye isyan etmiş, benliğindeki kin ve öfkeden dolayı hazmedemeyişin verdiği coşkunlukla bize telefon büyüsü yapmış olan eski zaman şamanıdır.  Değil mi? Bu şamanın büyüsünü bozmak için her gün binlerce saçma tweetler atılmaktadır. Ancak kardeşimin yetmişlerdeki sağ sol çatışmasının sebebini, ülkemizde yeterince rot balans ustası bulunmadığı için insanımızın zamanla sağa ve sola çekme yapmasıyla açıklayan tweeti dahi bu sihri bozmaya yetmiş görünmüyor. Sosyal ortamlar herhangi savaş oyunundan farksız görünüyor. Her ikisinde de silahlar, pusuya yatanlar, ölenler, öldürülenler ve kaçanlar var. Yok ettiği nesneye özlem duyan, kendi nesnesi tarafından yok edilen, hafıza kaybı yaşayan, rüyasız, melankolik insanların dünyası. Bazı insanlar, karındanbacaklı yumuşakçalardan sümüklü böceğe benziyorlar. Her ikisi de yapışkan ayrıca uygun olmayan ortamlarda uzun süre hayatta kalabiliyorlar. Ancak sümüklüböcekler en azından gittikleri yerlerden izler bırakmakla daha faydalıdır. Etrafımız iz bile bırakamayan insanlarla dolu. Estetik bakımdan kaba ve anlamsız hareketler yapan insan toplulukları sağımızda ve solumuzda. Köle gözlerle baktığımız ekranlardan kurtulmanın, ekranın içindekilerin biçimini değiştirmek ya da şeklini bozmaktan başka bir çaresi yok gibi görünüyor. Ya da elektronik sistemlerin şeylerin tam kontrolünü sağlanmaya başladığı güne kadar beklemeli, ana kontrol kumandasındaki üzerinde insan resmi bulunan kırmızı renkli tuşa basıp bu beladan kökten kurtulmalıyız. Yok edilen değerlerin, biçimi bozularak yeniden inşa edildiği günümüzde şuurunu ele geçiren soytarıyla savaşmayı göze alanların kazanacağı alternatif bir çıkış yolu hayalini size bırakıyorum. Bütün bu düşünceler, sonsuzluk eldivenini ele geçirerek, dünyayı perişan halde bırakan kendi düzenini diğerlerini yok ederek kuran, yok edişin gücüyle var olan yenilmezler filmindeki Thanos karakteriyle ilgili reels videosunu izlerken aklıma geldi. Düşünce dünyamızı paradoksal biçimde ele geçiren bir nesnenin nesnesi haline geldiğimi hissetmek çok kötünün de ötesinde bir durum.

Telefona bakmanın verdiği sersemlik halinden çıkmaya çalıştım. Üç kere ısırdığım elmayı elime aldığımda çoktan çürümüştü. Kendimi ödüllendirmeyi hak ettiğim filtre kahvemi french press’e koyduktan sonra kırgınlığı bir nebze olsun hafifleyen koyu kahverengi masama oturdum. Elime popüler kültürün en önemli kitaplarından birini aldım. Kolları jiletli Arabeskçalarıma beni ne kadar uğraştırsa da klasik müzik çalmayı öğretmiştim hem de en popüler olanları. Arada unutkanlıkla isyaaaan diye bağırsa da önemi yok bu kadarı görmezden gelinebilir.  Ev korkularımı müzik sesiyle bastırdığıma göre popüler kültürün ve sevimsiz absürtlüklerin, itaatkar siyah nesnesi olarak hayatın anlamı üzerine kafa yorabilirim. Tabiki mutluluk baloncukları saçarak..

Ö. Talha Kavas

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.