
“ Binlerce çocuk koşarak dokumuş benim kumaşımı…”*
Sahici olmayan gülüşlerin tesellisi duyduklarım. Kaçıncı harpten kaldığı belli olmayan yaramla alay ettiklerini bilmiyorum sanki. Şehrin sokakları bile münadi hırkamla beni kabul etmişken yol arayışıma laf ettiklerini bile sineye çekiyorum fakat konu merhemlere geldiğinde… Bilmemezlik, görmemezlik damarı mı vardı acaba şu insanoğlunda? Önceden yoksa bile şimdi kesin oluşmuştu, adım kadar eminim. Zira kalbimin aramakla es vermek arasında tökezleyen hâline şahitlik edip bu kadar sessiz olmaları sindirilecek cinsten değil!
“Şüheda Abla!” Sesle birlikte irkiliyorum. Dolmaya hazır gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp sese dönüyorum.
“Efendim Yasir?”
“Her şey hazır.”
Yaklaşık 15 gün evvel çıkmaz sokakları ve yokuşları arşınlarken merhemlerle karşılaşmıştım. Koca bedenlerin fark edemediği merhemler yanı başımda bitivermişti. Kimi kitap okurken “Abla topu atar mısın?” diye seslenmiş, kimi sek sek oynamaya davet etmişti. Evet evet koskoca kadını. Tabletinden başını kaldıramayanları mahalle maçlarında kaleci yapmışlardı, dışlanan kız çocuğunu elinden tutup ip atlamaya çağırmışlardı gözlerimin önünde. Bazen birbirlerine kızıp bağırsalar da birkaç saat sonra yine bir arada olmayı başarabilmişlerdi. Özdeki güzelliğin samimiyeti böyle bir şey miydi? Yazsam, çizsem imgelerim kâfi gelir miydi? Sanmam. Yasir önde ben arkada dükkandan çıktığımızda dün planladığımız gibi hepsi buradaydı. Yüzümde büyükçe bir tebessüm oluşurken konuştum.
“Öncelikle geldiğiniz için teşekkür ederim hanımefendi ve beyefendiler.” Ufak kıkırtı yükseldi bazılarından. Tebessümüm gülümsemeye dönüştü.
“Boyayacağımız duvar, karşımızda. Boyalar da…” Yasir’e baktığımda birkaç poşeti havaya kaldırdı.
“Burada! Duvar tamamen bizim, istediğiniz gibi zeytin ağaçlarını, kardeşlerimize hediye edeceğiniz uçurtmaları, pamuk şekerleri her şeyi ama her şeyi çizebilirsiniz. Ondan evvel, hemencecik sıra olun bakalım, fotoğrafınızı çekeyim.”
Heyecanları parmak uçlarıma bulaşırken boynuma astığım fotoğraf makinesini onlara çevirip deklanşöre bastım. Sonrası niyetlerin, hayallerin, isteklerin ve çabaların duvarda şekillere dönüşmesiydi. Onlar kendi aralarında hem konuşup hem çizerken uzaktan izlemeye başladım. Geçen günlerde ördüğüm hırkalar üzerlerine çok yakışmıştı. Her birinin gözlerindeki ışık zeytin ağaçlarındaki tozu dumanı silip atacak cinstendi. “Bakın!” demek istiyordum koca bedenlere. “Onların gözlerinin içine bakın ve merhametle merhabalaşın. Unuttuğumuz, eşiklerde bıraktığımız, zarflara tercih ettiğimiz merhametle…”
“Abla…” Bakışlarım sağ yanağı kırmızı boya olmuş kız çocuğuna döndü.
“Efendim çiçeğim,” dedim.
“Kardeşlerimizi ziyarete gidebilecek miyiz?”
“İnşallah…” dedim. Cümlemden sonra yanağındaki çukur gözükecek şekilde gülümsedi. Minik parmaklarıyla yanağımdan makas alıp diğerlerinin yanına gitti. Gözlerim tekrardan dolduğunda dudaklarımı araladım.
“Yapma Şüheda! Sizler zeytin ağaçlarıyla süslenmiş kentinizde gökyüzüne renkli balonlar bırakmayı düşleyen münadiler değil misiniz? Yapma.”
Rumuz: mimozaverosa
________________________________________________
*İsmet Özel, Bir Devrimcinin Armonikası.