227 views 23 mins 0 yorum

Süheyla*

In Şiir
Ocak 23, 2025

1.
Bunu duymalısın Süheyla, yeni bir şiire başladım,
-şiir değil bu, çağırış- her mısrada anıyor seni,
geceleri penceremden düşlere götüren saçların
tutunduğum kelimeler ile beni yarı yolda koyuyor.

Bu gözler bakmış mıydı senden önce Süheyla,
buralara aşk ile?
Bu gözler belli ki senden önce hiç görmemişti
güzel bir şey.
Bu Ay senin hasretinle mi böyle Süheyla,
çeyrek ve garip?
Postacılar, adresine getirdikleri mektupla neden emekli?

Gözlerini ayırma benden, gözlerim yeterince yorgun
çünkü buradan yüzmüş bazısı,
bazısı burayı vapurla geçmiş
bazısı burada yorulduğunu anlamış
ve bırakmış kendini,
nihayetinde güzel hasıl olmuş,
uzaktan Üsküdar’a bakarken bazısı.

Adı konmamış bu yolların, gel, adını koyalım Süheyla
mesafelerin boşluğuna, çatlamış toprağa
ve gözlerine inanmıyorum,
kendimi seninle bilip de
seni yanı başımda bulamadığımda,
aldanma rüzgâra, gel, bu fırtınalara da bir ad koyalım

Beklemek, ölümü temsil edermiş burada Süheyla,
merhameti yokmuş burada kültürleşmiş şeytanların,
neresi burası, bilmiyorum, tez gidelim buradan,
içimde bir buralılaşma korkusu,
bu kâfi değil mi haykırışa?

Yaşamak öyle bir yük ki şimdi koynumda
nereye gitsem
halimi sormaya çekinir aynalar
aynı tını, aynı koku,
her şey daha da aynılaşıyor ama
yine de çıkamıyorum karşına,
aynı rüyayla.

Biri var Süheyla,
sayılarla hesaplıyor huzuru, aldırma,
başka biri hassas teraziyle ölçmeye
ant içmiş sözleri,
su yüz derecede kaynamış
ve insanın hırsını körüklemişler,
bunları da geçip,
kendimizi sayıdan münezzeh olana ısmarlayalım.

Seni gördükçe hatırlıyorum zamanı,
mekânı, gelmiş ve geçmişi,
yanıyorum kış günü,
ateşlere takılmadan, bu nasıl bir şey?
Yaşamın, her anda
bir hasreti çoğaltmak olduğunu bilseydim
doğduğumda daha çok ağlar
belki kururdum hiç yeşermeden.

Olmadığın yer kararıyor Süheyla,
senin toprağın neyden?
Karanlıktan değil belki
ama kararmaktan korkuyorum.
Çünkü gelmediğin her vakit,
biraz daha üzerimi çiziyor dünya
ve ben karardıkça,
gözlerinin karalığını ayırt edemez oluyorum.

Hiçbir şey bilmiyorum Süheyla,
tüketmeden bizi, tükenir mi
bu eşya, bu banka
ve güzeli saklamak için çoğalan bunca varlık?
İnan artık bilmekte istemiyorum,
bir kalp yalnızlığı bıraksınlar bana,
bir mezarım olsun
ve bir de ulaşmasın şehrine,
sesini çalan fısıltılar.

Baksana şiir nasıl da geliyor, yeminli,
işgale uğramış göz bebeklerin için
Haydi bırak sende boynuna astıkları renkli kementleri,
kurulmuş düşleri.
Baksana sevgi nasıl da korkuyu unutmuş
ve gelen sözlere vakur,
gelmelisin Süheyla,
yeni bir şiire başlandı,
yoksa duymuyor musun?

2.
Sokak duvarlarına
adını gizleyip de yazdığım mısralar
artık tanınır olmuş kaldırım taşlarından Süheyla.
Gizleyemem adını,
adını haykırıyor bana her gece
adınla çağırdığım dualar ve adınla başlıyor dirilişim.

Öyle serin ki Üsküdar,
sanki akşam güneşi giymiş Süheyla,
cuma coşkusu var
onun değdiği sözcüklerde -öyle huzur dolu-
ve bu şehir öylesine terk edilmiş ki bir sonbahar vakti
kalabalık caddelerinde bir cuma kadar yalnızdı son nesli.

Ne çok benziyor gözlerimiz, birlikte yaratılmışız gibi.
Ne çok kusuru saklamışım gözlerime, ah, bilmemişim.
Çıldırmış, yine de direnmişim güzelin şiir edilmesine.
Direnmiş, direnmişim, adını adlar içinde zikretmeye.

Vardığımla istediğim denk düşmüyor birbirine,
onu arıyorum.
Bitmiyor bu söz, bulmadan,
bitmiyor onunla başlayan mısralar.
Ben denize,
Ay’a ve çiçeklere bakıp da yazıyorum onu, ah, bilse.
Ben görmedim onu,
görmedim onun gibi arka bahçesinde gül biten…

İçimdekini boş veriyorum
ve onu duruca anlatmak istiyorum.
Neye yarar gözyaşı,
neye yarar saflık derecesindeki bu soğukluk.
Titriyor âlem, titriyor güneş,
yavaş yavaş kaybediyorum kendimi
bir bilsen Süheyla,
söz denizinde ne denli kayıpsın ne denli aşikâr.

Bunca vakittir seni aramakla meçhulüm Süheyla,
saklarım kendimi buradan,
tanımasın diye sancıma ağrı kesici bastıranlar,
Süheyla koydum adını artık bulamazlar;
bir sen biliyorsun seni, bir sen biliyorsun,
bir sen, bir hakikate boyun büküp,
adını koymadan, buyruklara çekip gittin.

Ve gitmem gerek biliyorum,
biliyorum ki acıyla doğmuş, doğacak olan
ve bilmeli bunu Süheyla,
kaldıkça yaşamakla cezalandırıldığım,
bilmenin yolları örseleyen o serkeş
ve inatçı hâlini de bilmeli ki
asmasın suratını semâya
çünkü buradan gitmedi hiç yaşamak sancısı.

Yılın ilk yaz akşamlarında itiraf ediyorum,
duyun, ey kapital bekçileri
ey günleri karartmak için ant içmişler,
ey kâfir cinleri sağaltanlar, duyun
şimdi karşınızda gece yağmuruyla yıkanmış saflık,
gönlümden bakıyor, söyleyin
nasıl sevilirdi bir karşılık beklemeden
ve nasıl ıslanırdı yüzüm, aşkı olmasa?

3.
Kendimi seninle sınırlandırıp sonsuza açtım gözlerimi.
Böyle çoğalttım çiçekleri ancak böyle ölmedim.
Böylece geçti yaşam
ve ben perişanlığı ırgalamadım böylece.
Bir gece usulca haykırdım şiiri,
Süheyla yakıştırıldı dilime.

Uzaklarda bekleyip
susmuşuz birbirimize karşılık
kalbin asırlardır seyredip sohbet ettiğini unutmuşuz.
Asırlardır yanmış bu tütsü, küllere karışmış kokusu
biz kül diye gönlümüzü, ateşle mi yoğurmuşuz?

Muhatabını kaybetmiş hitabın çaresizliği var üzerimde
hangi sözü söylesem
dünyaya nereden baksam bilmem ki,
uzattım sözü gelirsin diye,
bir şiir, bir şiir daha, hatta sonra
bir şiir daha yazdım karanlıklara,
karıştı gözlerine yıldızlar.

Aynı yerde durmuş, aynı çiçeği koklamış
ve direnmişiz kaypak rüzgâra,
aynılaşmayı inkâr ederken göklerle birlikte,
tutuşacakken el ele yanmışız,
sulamış bizi asrın öğütleri
ve sulandıkça sertleşmiş,
yaşamayı göze alan yanlarımız.

İzmit Körfezi’nden Üsküdar’a gelirken
alabora olmuş hayallerim,
gelemiyorum yanına,
bilmem nasıl bağlanmış birbirine denizler?
Seni ararken nehirlerin bittiği yerde,
bir acı çığlık duyuyorum şimdi
susuz kaldı diyor
denizin dibinde ağlayan kim varsa,
nerede sakalar?

Nereye gittiği belli olmayan kuşlar misali
her gün yaklaşıyorum
bir söz miktarı büküp boynumu bekliyorum
güzelliğin nazında.
Bilmiyorum kaç zaman daha direnirim
düşlerime saldıran bu dünyaya,
ve kaç zaman sonra sıraya girer dostlarım,
üzerime toprak atmak için?

Ah, sen gelmeyince,
yaşamak hasretle müsemma kılındı Süheyla
çünkü burada yaşamak için epey gençtim
ve buradalığı inkârım
beni hazin bir kalabalığın içinden seğirtip de
nasıllarımı mecalsiz bıraktı.
Ben de sevdim umarsızca -sevdim-
ve sevdanın koruğunu henüz gençken biriktirdim.

4.
Kaç zamandır bir şiiri yazıyormuşum
bir şiire bakıp,
bunu bakışıyla karanlığı çalan
gözlerini görünce anladım
seyretmek yerine
sırtlanmaya cesaretlendirdikçe kendimi
güzelliğinde oyalanıp durdum,

bunca zaman gevelerken adını kalbimde
Süheyla sustum, Süheyla konuştum.

Bunlar hep bilindik şeyler, alışır buna insan,
bu sözler de bilmez vuslatı, olsun
çoktan çekildi bu tesbih, çoktan çekildi acısı
buna da alışır basmakalıp düşleri kendi sanan,
biliriz, nasılsa önceden yapılma bunlar
nasılsa önceden kabuk bağlamış,
bu yazılar, bu adlar, bu mekân
çoktan çekilmiş bu film, çoktan yazılmış hikayesi
doğaçlamaya yer yok aramızda
yine alışırız nasılsa
ama ben yine de çağırıyorum,
çağırıyor, çağırıyorum
belki bir ses gelir diye senden
belki duyururlar diye beklediğimi,
çünkü söz şahittir buna
durulmadan bekledim seni,
durulmadan büyüyen gönlümde,
bekledim, çünkü bilmeden, çünküsü yoktu.

Gidişlerin, gelişler kadar sahte olduğu bu yerde,
bilmesek de olurdu başıboş terk edişlerin,
romantik çehrelere neden râm olduğunu,
şairin kirasını ödemeye yetmezdi şiir
yetmezdi paha biçilmemiş bir aşkı yaşamaya,
biliyorum, böyle yaşamak bir inkârı doğurur
ve ben defaatle inkâr ederim,
adını anmak için adımı.

Yaşama kibar oluşum
ertelenmiş ölümleri yeniden vadetmeyecek,
ne yazık kimse bilmeyecek,
ki sen bile
buradan kaç kez sürüldüğümü
ve kendimi kaç kez
haykırışlara sarıp
susturup da öldüğümü,
kaç kez ölüme sebep yazılsan bile
bilmeyeceksin

Ölümdü, paçalarımı sıyırıp
kalabalıktan uzakta seyrederken seni
taşın yüklenemediğini taş kesilmeksizin göğüsleten,
ve ardımdan seslenip
bakmamla beni helâka sürükleyen,
ölümdü,
çünkü gidişin getirmişti şeddeli ıstırabı,
bunu kement bildiğim aynada,
şeytanı,
euzu besmele çekmeden taşladığımda anladım.

Bunları kasımdan sonra, yine geceleyin
ölümün yıldönümünü beklerken yazıyorum Süheyla.

Biliyorum ölümden gerçek değildi gidişin,
bir sır var mısralarda bahsi geçmeyen
bir sır ki
Üsküdar’dan izledim seni,
aşikâr oldu gidilmemiş yollar,
kavrulan akşam güneşi,
kukla olan yazgımız,
yıkılan imparatorluk, okunan sala,
gördüm sesimi susturup, ellerimi tir tir titreten,
ardına bakmayan bu gidişi
hiçbiri gerçek değildi bir ölüm kadar,
şahitti buna toprak, ruhumu
bir bedenle örttüğünde,
şahitti ardına bakan Vâhile,
o tepeden o akşam battığında o güneş
belliydi ömrümce eksilmeyeceği
alnımdan silinmeyen paslı gölgesi.

5.
Süheyla diye başlarken her şeye

gittin,
Ay yarım,
gözüm kuyuda
bir yarım uçurum
yaşadığım cehennem,

-Süheyla, cennetler içinde bir cennet bahçesi

gözlerim,
hiç tanımadı gözlerini,
hayalin,
hiç kuramadı başkaca yollar

-Süheyla, o akşam güneşi, bir yaz serinliği

tadı hâlâ burnumda isin
kış yağmuru,
sahile vuran dalgalar
gözlerime karışan tuzlu su
hâlbuki güzeldi zaman,
sürûr yeni hâsıl olmuştu

-Süheyla tatmamıştı böyle bir sevinci

gittin,
senden başka söz kalmadı

-Süheyla Süheyla Süheyla…

6.
Seni aradığım vakitler beklemeye yüz tuttu,
seni arayalı kederim, dallanıp budaklandı,
devran bir çift gözün ekseninde döndü
güneş senden doğdu, gece senden…

bense bir bayır da olsa
tırmanmak isterim, düzlükte arama beni
gözlerim toprağa yaslı göğü beklerken,
hiçbir vakit görünmedi o
ansızın hissediyorduk
ansızın geçerken her şey

gözlerim kısık
ve hınçla bakmak istedikçe dünyaya
gözlerimi oydu şeytan Süleyman Tapınağında
bağlılık yeminlerini kustum
bu kürsünün üstüne
tiksindim dilime yapıştırma sözlerden
bir cinneti daha gömdüm
kemâle erecek göz yaşları hatırına
böylece biraz daha karıştık vakte

yazgımız beklemekse, bekleyelim Süheyla,
nasılsa güzeli, güzeli de yazan bilir

pişmanlıkları büyütüp uyandım her güne,
geceden kalma giysileri sokağa attım,
belki daha günahkârı kuşanır,
belki susturur diye, bu aşağılık vesveseyi,
çünkü hiç eksilmiyor sol kulağımdan sesi
duyuyorum,
destur almadan bekliyor
nefesime karışmak için nefesi

bir inleyiş, bir bağırış, hatta haykırış
çağırıyorum,
çağırdıkça azalıyor,
hayata saklayacak şeylerim,
bitişe yakın görüyorum başlamadan içilen antları
duyuyor,
duydukça ücreti mukabilinde alçalan bir ses oluyorum

yazgımız sessiz harflerle yazıldıysa Süheyla,
sessizce gitmeliyiz, sesini sesimde duyacağım yerlere

göğsümde bir acı soğukluk,
seherden kalma ferahlığı dindiren
soluğumu bıçak gibi değil, sigara gibi kesen,
karanlıkta verdiğim savaşta
bana sinsi günahları
bir ödülden sonra acıyla bahşeden,
işte o,
yaşatmak için solduran
yaşamak aşkından başka neydi,

aşk mıydı beni bunca telaşa sokan yoksa
nefsin içimde misyoner gibi savaşı mıydı,
ben sebeplerden kaçtıkça bunu
kendimi tereddütsüz
ve bir gidişten öte çıkış bulamadığım
sabaha kuruyan intihar akşamlarında
haykırırken anladım,
geç kalışlar bırakıyordu geride bir heves
ama geç kalmak mıydı bu,
bilmiyordum, kaderde saatim kaça ayarlıydı

yazgımız nerede bitecekse oradayım Süheyla
sen şifasın zamana, acıyla bilenmiş hançere

her seferinde farklı ölümler biçen
ve alçakça bekleyişleri savunurken bu çağ
deliliği neden dört duvara sıkıştıralım,
her şey bir nebze tersliği hak ediyorken
ve modern yaşamak dışında
başka çare görülememişken bu zamanda
acaba bir kez olsun anlaşılır mı,
dünyanın tepesine çıkıp da hiç düşünmeden atlasam

artık ayırt edemiyorum sesleri,
şeytan kulağıma olmazları fısıldıyor,
her an gidiyorum başka bir zamana
ve ben elim kolum bağlı kuşanmışken,
gözümde biriken yaşların göz çeperimi aşmasını
bunu ışıkta boğulma uğruna istiyorum
çünkü özgürken bırakıp da gitmedim seni
şimdi tutsak olmayan yerlerimle
dünyadan kaçarken köşe bucak
çok şey değildir,
bir kereliğine yâr koynunda vurulmak.

7.
Şehre,
akşamın sensizliği çöktü,
göremiyorum ayak izlerini,
artık,
sığınacak bir ölümüm de yok,

duvardaki yazı
ayaklanmış sözcükler gibi
duvardaki yazı duvar gibi
evet,
“bir itminan peşindeyiz”
ve kimse bizi bulmayacak
ve bu yüzden erken kalk,
safları çatlatıp dışarıya taşan,
senin kalabalığın olacak,

güneş gezinirken bir başka iklimde
üzerini örtelim
bizi uyuttuğunu sanan gecenin,
erken kalk,
çünkü görüşler
yalnızca
seher vakitlerine ayarlı Süheyla,

senin geçmediğin sokaklar
hâlâ
aristokrat düşünüyor
ve fazlasıyla homurdanıyor
betonun sertliğine,

taşı,
taşa çarpıp kırmadan,
yeni bir şeylerin peşinde,
bir şeyler daha diliyor
ve birleşmeden dağılıyor
insanlar,

geçmediğin yüreklerde
artık selâlar dinmiyor Süheyla,

sen toplumla arama ördüğüm duvardın
bundan bulaşamadı bana küstah bakışlar
bundandı her gece yıldızları kahredişim,
ve bundan sebepti sevdanın,
kiremit tozlarının içinde gizlenişi,

insanlar, deli dehşet içinde
kaçarken Hızır’dan
ve böylesine soyutken güzelliğin,
estetik kaygısı olamazdı aynaların
senin hayaline bile yaklaşamazdı
renkli paketlere gizlenen şeytan,

yazdıkça büyüyorsun içimde
sen neydensin Süheyla,

şehre
obruklar hâkim,
ben buna gamze diyor,
üşüyünce dolduruyorum
şehrin, özlem kokan boşluklarını,

zaman,
patlayan bir öfkedir şimdi bağrında
esirge onlardan sesini
duyamazlar,
onların,
kalpleri, kulakları gibi mühürlü,

bu yedinci seslenişim
biri kusurlu,
bu yedinci haykırışım
birini kimse duymadı,
ve bunlara rağmen
hâlâ bitmediyse dünya ile savaşımız
hâlâ sıyrılıyorsak
hâlâ düşlüyorsak gür bir sadâyı
anla ki artık dönüşü yok,

düşman birlikleri şehre girdi
buradan gitmelisin Süheyla

unutma,
elbet gelecektir,
dünyanın,
bir esintiyle tımar edildiği
ki hep gelmiştir,
o gün gel,
birlikte eselim Süheyla,

hava boz,
bulutlar iki yana açık,
artık vakit tamamdır,
şimdi,
heyecan içinde yarıyorum kalabalığı,
görüyorum market raflarına gizlenmiş
ölümle gelen indirimleri,
yine de meşrulaştırmak için direnişimi
set çekip bankalar caddesine
sınırlar çiziyorum düşman aleyhine,

kendimi bir nehrin akışına bırakıp,
gururla geçiyorum dünya denen yerden,
şaşırmam
elime geçirdiğim
kanla karışık banknotlardan,

onlar başlatmıştı bu savaşı
bir rüzgâr esti
ve yine onlar kaybetti,

hepsi tamam da
sen neredesin Süheyla?

8.
Bahtta yazan o ismi
Ah etmeden gitmiyor
Ne hayali ne cismi
Bit desem de bitmiyor

Yedi ahlı heceden
Bu yıldızsız geceden
İnsansa bu alemden
Dert çekmeden geçmiyor

Üstümdedir kara kürk
Kemâl desem yara kırk
Döner durur nâra çark
Ölmez isem yitmiyor

Han’dan geçti Süheylâ
Ne Mecnun ne de Leylâ
Bin yıllık bir vaveyla
Haykırsam da dinmiyor

9.
İşittim,
beklemesin demişsin

Çağırışlarım durulunca anladım,
her seferinde ayağım kaydı
yaklaşırken göğe,
minareden sarktı boynum,
istemesem de oldu akşam
artık
ne Haşim sever akşamları
ne karanlıktır akşam

Gelseydin,
dindirirdi karanlığı gözlerin
belki nâdim olmadan yaşardım nedameti
süvariler gelirdi ve kaçardı peyotlu
Golan Tepeleri fethe kavuşur gibiydi
çarmıha gerilen pencereler kırılırdı
dile gelen solgun yaprak,
kulağımda ıslık sesi
ellerimde eskimeyen bir şiir kalırdı

Söz bir fanusun içinde
zaman hüzne ip sarkıttı

Gelmedin Süheyla,
ve şiir bitti.

*Yakuphan Ustaoğlu