Yazar: Dr. Ebubekir Sifil
Kitap: Hz. Ömer ve Nebevî Sünnet,
Sayfa Sayısı: 312
Yayınevi: Rıhle Kitap
Hz. Ebubekir’in hilafeti oldukça kısa sürüyor; 2 yıl 3 ay 20 gün. Bu Hulefa-i Raşidin arasındaki en kısa süre. Peygamber Efendimizin (sav) vefatının hemen akabinde olması bir yana, bu kısa süre içerisinde pek çok ciddi mevzu vuku buluyor. Sonrasında halife olan Hz. Ömer ise 10 yıl 6 ay 4 gün gibi uzun bir süre hilafet makamında bulunuyor. Bu dönemde göze ilk çarpan konu ise ülke sınırlarının fetihlerle son derece süratli bir şekilde genişlemesidir. Mısır, Suriye, Filistin, Irak, İran ve kısmen Horosan İslam topraklarına dâhil oluyor. Bu genişleme öylesine hızlı ve büyük çaplı oluyor ki, Hz. Ömer 2 Kasım 644 (26 Zilhicce 23) tarihinde vefat ettiğinden ülke toprakları yaklaşık 6 milyon metrekare genişliğe sahip bulunuyor. Toprak genişlemesi bir yana esasında onun bu zamanda gerçekleştirdiği kararlar İslam devlet geleneğinin oluşmasında son derece etkili oluyor. Hicri takvimin kabulü, nüfus sayımının yapılıp halkın maaşa bağlanması diye bilinen Divan Dairesi olayı, idaresini kolaylaştırmak amaçlı genişleyen toprakların vilayetlere ayrılıp oralara görevlilerin atanması, madeni para basımı, posta teşkilatını kurulması bunlara örnek gösterilebilir.
Bugün, 1400 yıl sonrasında, nam-ı diğer modern zamanda açığa çıkan, daha doğrusu sesini iyice duyurmaya başlayan kimi cereyanlar Hz. Ömer’in bu ve kimi diğer uygulamalarını kendi ideolojileri uğruna kullanmaktan hiç imtina etmiyorlar. Onun uygulamalarını delil gösterip dinin hemen her ahkamında reform yapılabileceğini iddia ediyorlar. Onların ve onları takip edenlerin seslerinin çok çıkması haklılıklarından değil, Hz. Peygamber (s.a.v) sünnetinin Kur’an’a mündemiç olduğuna inanan biz müminlerin gereğince ilim talep etmemesindendir demek vicdanlı kimseler için yanlış bir tespit olmasa gerek.
Peki bu düşüncede olan kimseler neden kendi ideolojileri uğruna böyle yapıyorlar? Çünkü onlar ön kabul olarak yeniliği, mevcut olanı kökten değiştirmek hatta bırakmak olarak biliyor ve tarihi sürekli lineer bir şekilde yukarıya doğru ilerleyen bir süreç nev’inden okuyorlar. Böylelikle sonranın önceden muhakkak daha iyi olduğunu sanıyorlar. Bu amaçla da Hz. Ömer’in kimi uygulamalarını kendilerine hareket noktası olarak alıyorlar. Halbuki o asla ve asla sünnetten sapmamış ve sadece içinde yaşadığı dönemi değil, sonraki nesilleri de düşünüp ona göre hareket etmiştir. Fitnenin çıkmaması, ayrılıkların yaşanmaması, yetkin olmayana malzeme verilip kafaların karışmaması için kılı kırk yarmıştır.
Elbette burada önceki zamana kati surette mahkum olmanın gerekliliğin anlamı çıkmıyor. Dikkat çekmeye çalıştığım husus, zihni faaliyetlerini Kur’an ve Sünnete değil de zamanın dayattıklarına yaslamanın hatalı olduğudur. Zira bu durumda Kur’an ve sünnet ile okuma yapılmıyor; Kur’an ve sünnet, zaman temelli bir okumaya tabii tutuluyor. Tabiri caizse söylenmek istenen zorla söylettiriliyor. Böylelikle önceleri hadislerin hepsi güvenilir değil diye olan tavır, sonradan hadisleri toptan inkara ve oradan da ayet hükümlerinin kalktığına kadar varıyor. Buradan da Sünnet ve Kur’an’ın ne derece birbirine bağlı olduğu da anlaşılıyor.
Aşağıda maddeler halindeki hususlarla bahsi geçen ideolojinin ne denli hatalı ve yanlış noktalardan hareket ettiklerini kısaca belirtmeye çalıştım. Niyetim odur ki bunlar, Ebubekir Sifil Hoca’nın bu muhteşem eserinin bir özeti mahiyetinde olsun. Ayrıca, kafasında soru işareti olan ve doğrusunu arayan kimseler için sahih bir rehberlik yapsın.
- · Hz. Ömer’in, Hz. Peygamber’in (s.a.v) vefat hastalığı sırasında “Bize Allah’ın Kitabı yeter” demesi yalıtılmış Kur’an anlayışına delil midir?
Peşin hüküm vermeden önce Hz. Ömer’in Kur’an anlayışını göz önünde bulundurmak gerekir. Burada, yaşayan Kur’an olan Hz. Peygamber’in (s.a.v) daima yanında bulunanlardan birisi olan Hz. Ömer’in onun sünnetini yok sayacağı düşünülemez, aksine onun sünnetini Kur’an ile beraber tutar. Diğer yandan Kur’an’da yer alan Resul’e itaati, tabi olmayı emreden ve ona muhalefeti yasaklayan ayetleri de doğru anlamak gerek. Hz. Ömer’in mezkur sözünü bu ayetlerden bağımsız okumak hiç doğru olmaz. Bunlara birkaç örnek vermek gerekirse;
“Kim Resul’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse (aldırma), çünkü seni onlar üzerine muhafız göndermedik.” (4/en-Nisa,80)
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resul’e itaat edin ve amellerinizi iptal etmeyin.” (47/Muhammed,33)
“De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana ittiba edin ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (3/Al-i İmran,31)
“Her kim, kendisine doğru yol belli olduktan sonra Peygamber’e muhalefet eder ve mü’minlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu takip ettiği o yola sevk ederiz ve onu cehenneme daldırırız.” (4/en-Nisa,115)
Ayrıca Hz. Ömer sadece Hz. Peygamber’in (s.a.v) sünnetine ittiba etmekle kalmıyor aynı zamanda “Bu ümmetin Peygamber’inden sonra en efdali” dediği Hz. Ebubekir’in uygulamalarını da dikkate alıyor. Hatta diğer alim sahabelerle daima istişarede bulunuyor ki belki önüne gelen durum hakkında kendisinin bilmediği bir sünnet vardır. Bu noktada onun Hz. Peygamber’in (s.a.v) dini uygulamalarından bağımsız amel etmesini düşünmek asla doğru değildir. Aşağıdaki rivayet değil sadece dini konularda, günlük işlerinde bile Hz. Peygamber’in fiillerine ne denli ehemmiyet verdiği göstermesi açısından çok önemlidir;
“Abbas b. Abdilmuttalib’in (32/652) evinin bacasında yol üzerine akan bir oluk vardı. Bir Cuma günü Hz. Ömer (r.a) yeni elbisesini giymiş bir halde bu yoldan geçerken, Hz. Abbas (r.a)’ın evinde kesilen iki pilicin oluktan akan kanları Hz. Ömer (r.a)’in üstüne sıçradı. Sinirlenen Hz. Ömer (r.a), oluğun sökülmesini emretti. Olayı haber alan Hz. Abbas (r.a) Hz. Ömer (r.a)’e gelerek oluğun yerinin Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından tesbit edildiğini haber verince Hz. Ömer (r.a) Hz. Abbas (r.a)’tan, -merdiven vs. kullanmadan- sırtına çıkarak oluğu tekrar eski yerine koymasını istedi.” s.112
- · Hz. Ömer hadislerin yazılmasına ve hatta rivayet edilmesine karşı mı?
Yine tüm rivayet kaynakları müellif tarafından taranıyor ve konuyla ilgili bütün rivayetler belirtiyor. Hz. Ömer’in hadislerin yazılmasına olumlu bakmadığını gösteren iki adet rivayet mevcut. Bu rivayetler incelendiğinde görülüyor ki Hz. Ömer hadislerin yazıya geçirilmesini istiyor fakat bu konuda kimi endişeleri var. Bu endişelerin başında da hadislerin Kur’an’la karıştırılabileceği ve/veya Kur’an’ın ihmal edilebileceği ihtimali göze çarpıyor. Yoksa kendisi tümüyle menfi bir tutumda değil. Bunu hadislerin yazılması taraftarı olduğunu gösteren diğer rivayetlerden anlamak bir yana bizzat kendisi kılıcının kabzasında zekat ahkamını muhtevi bir belgeyi bulunduruyor.
Bir diğer durumsa hadislerin yazımı konusunda istişare ettiği diğer sahabelerin müspet görüş bildirmesi bu konuda yasaklayıcı dini bir delilin olmadığına işarettir. Belki de bu konudaki en mühim nokta o dönemde Kur’an’ı ve Sünnet’i çok iyi bilen alim sahabelerin bolca bulunmasından ötürü hadislerin yazımına zaten gerek olmamasıdır. Genişleyen topraklarla birlikte oralara idare için tayin edilen alim sahabeler merkezle daima yazışma içinde olmuşlardır. Ayrıca o dönemde Kur’an-ı Kerim elde sadece tek bir nüsha halinde mevcut. Hal böyleyken, hadisleri yazıya geçirip onların elden ele dolaşmasına yol açmak büyük ölçüde hafızların hıfzında olan Kur’an’ı şu veya bu şekilde ihmale uğratabilir. Yine alt alta yazılı olan bu hadisler onlardan nasıl hüküm istinbat edeceğini bilmeyen kimselerin eline geçebilir ki hafazanallah eski ümmetlerin başına gelenler bu ümmetin başına da gelebilirdi.
- · Hz. Ömer çok hadis rivayet eden sahabeleri hapsetmiş midir?
Müellif konunun ehemmiyetine binaen –zira sahabenin hapsedilmesi bilaşek büyük bir olaydır- tüm rivayetleri ve onların ravilerini tek tek belirtiyor. Burada dikkati celb eden ilk durum rivayetlerin hemen her birinde hapsedildiği söylenen sahabeler farklılaşıyor. Haliyle bu, rivayetlerin kendi arasında bulunan büyük bir çelişkidir. Esas noktaysa rivayetlerin tümüne yakını tek bir ravi kanalıyla geliyor ki yukarıda belirtildiği üzere bu gibi ciddi bir konunun tek kişi tarafından nakledilmesi akıl alır bir iş değildir. Kaldı ki rivayetlerde geçen sahabeler müellifin dediği gibi zühdüyle ve ilmiyle öne çıkan simalardan müteşekkil. Diğer yandan çok hadis rivayet ettiği için hapsedildiği söylenen bu isimlerden biri hariç hiçbiri müksirundan –binin üzerinde hadis rivayet eden sahabiler- olmadığını belirtmekte de yarar var.
- · Hz. Ömer’in kimi amelleri Hz. Peygamber’in sünnetiyle çelişti mi?
Bu konuda en çok gündeme gelenler olarak teravih namazının cemaatle kılınması ve müellefe-i kulub diye bilinen durum gösterilebilir. Denir ki teravih namazı Hz. Peygamber zamanında daima münferit kılındı, asla cemaatle kılınmadı. Halbuki rivayetlere bakıldığı zaman işin aslının öyle olmadığı gayet tabii görülebiliyor. Doğrusu Hz. Peygamber (s.a.v) bu namazı birkaç defa cemaate toplu olarak kıldırıyor fakat farz olur endişesiyle bunu devam ettirmiyor. Onun vefatıyla birlikte namazın farz olma ihtimali de ortadan kalktığı için Hz. Ömer teravih namazının toplu halde kılınmasını uygun görüyor. Kaldı ki böylelikle mescid içinde birbirinden gayrı halde namaz kılan küçük cemaatler tek bir cemaat haline getirilmiş oluyor.
Diğer mevzu ise şöyle; Hz. Peygamber (s.a.v) kalpleri İslam’a ısınsın, kendilerinden dine herhangi bir zarar gelmesin diye müellefe-i kulub denen kimselere zekattan ve daha başka fonlardan hisse veriyordu. Bu uygulama Hz. Ebu Bekir zamanında da devam etti. Ayrıca müellefe-i kulub’dan olan iki kişi kendisinden kimi taleplerde bulundu ve bunlar ilk halife tarafından makul karşılandı. Lakin İslam’ın tüm Arap yarımadasına hakim olduğu ve artık o yukarıda bahsi geçen kimselerden zarar gelme ihtimalinin ortadan kalktığı bir dönemde Hz. Ömer o iki kişinin taleplerini onaylamadı. Kısaca illet ortadan kalktığı için uygulama da gerçekleştirilmedi. Bu durum Hz. Ömer’in sünnete muhalif davrandığını söylemek asla doğru olmaz. Zira kendisi müellefe-i kulub uygulamasını toptan kaldırmıyor. Yaptığı iş yıllardır bu fondan yararlandığı halde durumunda herhangi bir ilerleme olmayan, bu maddi yardımı bedavadan yaşamaya çeviren kimseleri bundan mahrum etmektir. Müellifin gözden kaçtığını belirttiği diğer noktaysa Hz. Ömer’in müellefe-i kulub’a karşı durduğu uygulamanın zekat fonundan gelen gelir değil, zekat dışı fonlardan elde edilen gelirin olduğudur.
***
Ebubekir Sifil Hoca’nın doktora tezi olan bu harika eseri elbette sadece yukarıdaki maddelerden müteşekkil değil. Ele aldığı her konunun aslını esasını akademik titizliğin yanında dini bir hassasiyetle de gösteriyor kendisi. İlgilisi bilir ki dini hassasiyeti artık pek görmüyoruz. Yahut bir taraftan hassas davranılıp diğer taraftan -mazallah- kuyu kazılıyor.
Tekrar etmek gerekirse, son asırda ve bilakis günümüzde çokça dillendirilen konulardan birini “kaynak olarak sadece Kur’an yeter” teşkil ediyor. Elimizdeki eser, bu görüşü savunanların tez olarak ileri sürdükleri temel noktalardan olan Hz. Ömer’in (r.a) uygulamalarının aslında nasıl hatalı yahut eksik yorumlandığını gösteriyor. Eserin, bu konuda okuma yapmak isteyenlerin mutlaka müracaat etmeleri gereken bir telif olduğunu ısrarla belirtmek isterim.
Hepsinden öte Hz. Ömer’in (r.a) ne denli büyük bir insan olduğuna biraz dahi olsa şahitlik etmek pek çok şeye değer.
Bereketli okumalar.
Erhan BURTUL