374 views 9 mins 0 yorum

John H. Arnold’un “Tarih” Kitabı Açısından Tarih

In İnceleme
Temmuz 02, 2022

Tarih ile Geçmiş Arasındaki Fark Nedir?

Geçmişe bir bütün olarak tarih sıfatını veremeyiz. Fakat geçmiş, her an tarihe dönüşebilme potansiyelini barındırır. Geçmişin tarih olarak ele alınması için çeşitli etkenler söz konusu. Burada başrol tarihçidir. Tarihçinin dikkat çektiği, işaret ettiği ve günümüze taşıdığı her geçmiş hadise tarih vasfını kazanır. Bu açıdan baktığımızda tarih ve geçmiş açısından kesin bir ayrımdan söz etmek isabetli olmaz. Çünkü tarih de tıpkı dil gibi canlı bir alandır. Ahmet Haşim’in, lisanı ağaca benzetmesi gibi tarihi de ağaca benzetebiliriz. Tarih ağacının yaprakları olaylardır. Zamanı gelince tomurcuklanır, büyür ve nihayetinde ölür. Bu döngü içinde geçmişte hiç konuşulmamış bir olay, bugün konuşulur hale gelebilir. Yahut geçmişte defalarca üzerinde durulan olaylar artık değerini yitirerek tarihin çöplüğüne gidebilir. Tarihin ve dolayısıyla geçmişin canlılığına bu şekilde bir tanımlama yapmak yanlış olmayacaktır. 

Tarih Kim ve Ne İçin Yazılır?

Tarih insanın ve insana teması olan her şeyin kaydını tutan önemli bir alan olması sebebiyle doğrudan insana ve hafızasına hizmet eder. Böylece geçmiş, an ve gelecek arasında bir terkip kurarak, insanın kendisini ve çevresini algılamasını kolaylaştırır. Haliyle içinde yaşadığımız anlam/değer dünyasını ve bizim dışımızdaki anlam/değer dünyalarını sarih bir şekilde yorumlamamızı sağlar. Kitaba baktığımızda tarihin, her dönemde farklı tanımlamalara maruz kaldığı ve farklı amaçlarla kullanıldığını görüyoruz. Örnek olarak Heredotos’un geçmişi kendi zamanı açısından önemli gördüğü ölçüde kullanması, ilk Hristiyanların geçmişi bir polemik aracı olarak kullanmaları ya da her kesimin kendi değerlerine göre bir tarih yazarak geçerlilik kazanma niyetleri gösterilebilir. Sonuç olarak tarihin canlılığı söz konusu olduğundan, oldukça çeşitli yorumlar yapılabilir. Her ne şekilde olursa olsun tarih insanı hedef aldığından, “insan” için yazılır diyebiliriz.  

Tarihçinin Görevleri nedir? Sadece Olay Anlatmak Mıdır? 

Tarih yazılırken, Ranke’nin ifadesiyle “gerçekte olduğu gibi” ölçüsünün korunması esastır. Kaynakları çarpıtmak, eksik bırakmak ya da tam anlamıyla gerçek-dışı ifadelerle tarih yazmaya kalkışmak kafa karıştırmakla beraber insanı gerçek bilgiden mahrum bırakır. Ancak gerçekte olduğu gibi yazmak da tarihyazımı açısından eksikliktir. Tarihçi mevut kaynaklardan yola çıkarak, olan şeyi genel çerçeve içerisinde değerlendirerek özgün bir ifadeyle/yorumla ortaya koymalıdır. 

Tarihçi Belgelere Nasıl Yaklaşmalıdır?

Belgeler tarihyazımı açısından olmazsa olmaz kaynakların başında gelse de ne kusursuz ne de tam anlamıyla gerçeği yansıtır. Eserde bahsedilen “Konstantin’in Bağışı” isimli uydurma belgenin etkilerini incelediğimizde ortaya çıkan sorunlar bu bahse örnek teşkil eder. Belgelere yaklaşırken yalnızca metin üzerinden yaklaşamayız. Metnin yazıldığı dönemi, dili, kültürü, ekonomiyi ve doğal şartları tetkik etmek gerekir. İmkân dâhilinde ise belge dışındaki kaynakları da inceleyerek sentez yapmak önemlidir. Günümüzde herhangi bir konu hakkında her an belgeyle karşılaşmak mümkündür. Ancak bu belgenin gerçekte ne olduğunu anlamamız için yukarıda bahsettiğim unsurları da değerlendirmek gerekmektedir. 

Farklı Dönemlerde Tarihçilerin Aynı Olayı Farklı Şekilde Değerlendirmesinin Sebepleri Nelerdir? Çeşitli Hâkim İdeolojik ve Politik Düşüncelerin Tarihçilere Etkisi Nedir? Tarihçi Kendi Gerçeklikleri Üzerinden Olayı Anlatırken Objektifliğini Koruyabilir mi?

Bu sorulara post-truth ve anakronizm çerçevesinde cevap verilebilir. Din, inanç, mezhep, tarikat, lider, siyasi ekoller ve benzeri tüm farklılıklar tarihi süreci değerlendirmede mühim bir öneme sahiptir. Herhangi bir inanç sistemine yahut anlam-değer dünyasına sahip kişinin gerçek dışı ve tarihsel süreci çarpıtma yoluyla ortaya koyduğu bilgi, çatışmaların ana sebebi olmaktan öteye geçmiyor. Gerçekte “x” şeklinde meydana gelen hadiseyi, doğruluğu göz ardı edilerek onun “y” şeklinde meydana geldiğini savunmak ve bunu tarihteki “z” hadisesi ile bağdaştırarak ifade yoluna gitmek, post-truth ve anakronizm yanılgılarının temel işleyişidir. İhsan Fazlıoğlu’nun deyişiyle, tarihte üretilen nazariyelerin mutâbık olduğu gerçeklik [hissî, vehmî, aklî vb…] küresi bilinmez ise ne dedikleri idrak edilmez; yalnızca tekrar edilir; ezberlenir ve kavgası yapılır. Gerçekte “a” şeklinde olan bir olayı her biri farklı olarak değerlendirebilir. Bu kaçınılmaz bir sonuçtur. Ülkemizde de sık sık karşılaştığımız durumları düşündüğümüzde, bunun ne kadar şiddetli sonuçlar doğurduğunu görebiliriz. Bu tarz durumlarda bilginin ve bilgi ahlakının korunması gerekir. Özellikle içinde olduğumuz post-truth çağında bahsettiğimiz sorunlarla karşılaşmak kaçınılmaz. Bilgiye ulaşmanın sahih yöntemlerinden uzaklaştıkça içinde bulunduğumuz anlam-değer dünyasına göre yeni bir tür bilgi anlayışı ürettik. Bu anlayış ise olan şeyi olduğu biçimde değil, olmasını arzuladığımız şekilde görmemize yol açtı. Böylece gerçeğin bilgisi, gerçekleşmesi hayal edilen biçimde yeniden kurgulanmış oldu. Gelinen noktada bilgi, işaretlerin bir araya getirilerek oluşturulmuş ve açığa çıkartılmış olmasıyla değil, kişinin kendi değerler dünyasına uyup uymadığıyla gerçeklik kazanmış oldu. “İnanıyoruz, o halde doğrudur” ifadesi bu durumu net biçimde ifade etmektedir. Tarihçilerin süreç içinde savunucu rolüne bürünmesi, ardılı olan tarihçilerinde bir cephe alarak yetişmesine ve bu kısır döngünün sürdürülmesine sebep olduğu ortadadır. Çözümü ise bilginin ahlakına sadık kalmaktır.

Kitabın Güçlü ve Zayıf Noktaları Nelerdir? 

Eserin girişinde yazarın da söylediği üzere kişisel yorumlarını ortaya koyması kitabı değerlendirirken yıkıcı eleştiri yapmanın önünü tıkıyor. Konstantin’in Bağışı ve Ranke dışında verilen örneklere olan yabancılığımdan dolayı örneklerin anlaşılmasında sorun yaşamamak elde değil. Örneklerin konuları izah açısından çok doyurucu olmadığını söyleyebilirim. Kitabın güçlü yanı ise bölüm sonlarına yerleştirilen ilkelerdi. Özellikle kitabın sonunda yer alan ifadeler çok çarpıcı. Zaten her kitap birkaç cümlesi için okunmaz mı?

Müselman Cahit Servergil

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.