Yazar: Mehmed Kırkıncı
Kitap: Kader Nedir?
Sayfa Sayısı: 159
Yayınevi: Zafer Yayınları
***
Nur pınarından süzülmüş bir nur damlası. İman esasları arasında –tabiri caizse- giriftli haliyle duran yıkılmaz kale “kader” Mehmed Kırkıncı Hoca tarafından hemen hemen her yönüyle insanın içini ferahlatıcı ve aklını aydınlatıcı bir şekilde açıklanmış.
Kader mefhumu, günümüzde, bir kısım tarafından “ölçü” olarak belirlenmeye çalışılıyor. Bu işlem, daha doğrusu tanım, özellikle mealci tayfalarca epey rağbet görüyor. Mealci tayfa? Hani şu “bize apaçık olan Kur’an yeter” deyip Kur’an’ın anlaşılması için belki yüzlerce kitap –hatta tefsir, evet şaka değil- yazan zihniyeti diyorum. Kur’an’ın anlaşılması için değil niyetleri aslında. Asıl niyet, kendi fikirlerini anlatmak. O fikirleri Kur’an diye insanlara sunmak ve hatta empoze etmek. Ve fakat modernize olmuş akıllarla Kur’anı anlamaya çalışanlar daima bertaraf olmuştur. Zira bu anlama gayreti Kur’an merkezli değil, beşeri zemine indirgenmiş fikir ve kabuller çerçevesinde bir düşünce yatıyor. Biraz daha açayım; insanı insandan daha iyi bilen yaratıcının kurallarıyla değil de, yine insan ürünü olan ve adına “evrensel kurallar” denen ezberlerle düşünmek Müslümanın yapacağı iş midir? Şefaat torpil, kabir azabı hurafe, mezhepler ayrımcı, tasavvuf hint devşirmesi vesaire hep bu düşünce yapısının ürünleridir. İşte, kısaca Allah Teala’nın (olmuş-olan-olacak) her şeyi bilip idare etmesi olan kader, yine bu zihin yapısı sonucunda “kader, Allah’ın her şeyi bilmesi değil, her şeyi belli bir ölçü içerisinde yaratmasıdır” şeklinde ürün veriyor.
Efendim, kader konusunda genel itibariyle üç kısım/anlayış vardır:
(tırnak içerisindeki kısımlar kitaptan alıntıdır)
1) Cebriye: İfrat içerisinde yüzen grup. Bu gruba göre insanın iradesi ve tercihi yoktur. İnsan, rüzgâr önündeki yaprak gibidir. Günahlarını kendi üzerinden atma zihniyetinde olanlar buna örnek verilebilir.
=> “Bu fikre göre, Firavun, Nemrud ve diğer zalim ve gaddar kafirlerin işledikleri nihayetsiz cinayetlerin mesuliyeti kime verilecektir? Bu fiillerin Cenab-ı Hakk tarafından zorla işletildiği iddia edilerek onlar suçsuz mu sayılacaktır? Allah Teala zulümden münezzehtir.”
2) Mutezile: Tefrit içerisindeki grup. Bu gruba göre insan, fiillerinin yaratıcısıdır.
=> “Allah Teala’yı şerri yaratmaktan tenzih etmek fikrinden hareket ettikleri halde, kulu fiillerinin yaratıcısı olarak kabul etmekle O Halik-i Vahid’e insanlar adedince şerikler koştuklarının farkına varamamışlardır.”
3) Ehl-i Sünnet: Sezai Karakoç’un dediği gibi; ne ifrat ne tefrit her şeyin ortası, doğrusu. Temel tanımlardan; ilim, maluma tabidir. Misal; güneşin ne zaman doğacağını bilmek onu o vakitte doğmaya zorlamaz!
=>”Bütün fiillerin yaratıcısı Halık-ı Zülcelal’dir. Fakat ihtiyari olan fiil ve hareketlerde insanın kesbi (talebi) söz konusudur. Bu fiillerde insan kasibdir, (talep edendir). Cenab-ı Hak ise Halık’tır (yaratandır). İşte, insan bu talebi sebebiyle itaatkar veya isyankar olur.”
Burada şunu da altını çizerek söylemem gerekir ki; Ehl-i Sünnet fırkalardan bir fırka değildir. O, İslam’ın merkezinde yer alan ana hattır, İslam’ın kendisidir. Diğer gruplar/düşünceler bu hattan ayrılmakla fırka olmuştur.
Çok kısa bir şekilde anlatmaya çalıştığım bu mühim meseleyi Mehmed Kırkıncı Hoca bu kıymetli eserinde nurlu kelimelerle muazzam bir şekilde örmüş vaziyette. Kalplerin mühürlenmesi, cinayette katilin durumu, sadakanın ömrü uzatması, tevekkül gibi nice konuları kapsayan bu eseri her bir kardeşime tavsiye ederim.
Şu kısmı ehemmiyeti gereği buraya koymakta yarar görüyorum;
” Bir padişahın, memurlarından birisine kâfi miktarda altın vererek, bunların bir kısmıyla Kur’ân-ı Kerîm tab’edip dağıtmasını emrettiğini, diğer kısmıyla da ahalinin ibâdeti için Süleymaniye gibi bir cami, ilim ve irfan sahasında terakkileri için Fatih Külliyesi gibi bir külliye ve düşmana karşı en güzel şekilde hazırlanmaları için de Selimiye gibi bir kışla yaptırmasını ferman buyurduğunu farzediniz. Bu memur verilen emirleri aynen yerine getirdiği takdirde ortaya çıkacak hayırlı neticelere sahip çıkabilir mi? “Bütün bu Kur’ân-ı Kerîm’leri ben bastırdım, bu cami, külliye ve kışla hep benim eserlerimdir” diyebilir mi?
Fakat o memur, padişahın emrinin hilâfına, altınlarla Kur’an bastırmak yerine, insanların itikad ve ahlâkını bozacak eserler bastırarak dağıtsa; cami, külliye, kışla yerine insanları ahlâken sukut ettiren rezalet yuvaları açsa, gençleri devlete ve millete düşman hale getirecek kamplar kursa bütün bu faaliyetlerin neticesi olarak cemiyet hayatı alt üst olsa, bu adam diyebilir mi ki,
“Bütün bu işleri padişah yaptı, çünkü bana bunları yapmam için gerekli sermayeyi o verdi?”
Her iki halde de sermayeyi veren padişahtır. Sermaye padişahın emri üzerine kullanıldığında bütün şeref ona aittir. Emrinin aksine kullanıldığında ise ortaya çıkacak bütün şer ve tahribat sermayeyi yanlış yolda kullanan kişiye ait olur.
Cenâb-ı Hak da her bir insana akıl, hâfıza, hayal gibi hârika cihazlar takmış ve her biri ayrı bir âlemin kapısını açan görme, işitme, korkma, sevme gibi nice hisler vermiştir.
Gözün büyüklüğünü ve görme sahasını iradesiyle takdir ettiği gibi, neye bakılıp neye bakılmayacağını da hikmetiyle tâyin etmiş ve tercihi insanın cüz’î iradesine bırakmıştır. Aynı şekilde, insanın neyi dinleyip neyi dinlemeyeceğini, neyi konuşup neyi konuşmayacağını tesbit etmiştir. Bütün âzâların ve lâtifelerin kendi emri üzere kullanılması hâlinde, insana mükâfat olarak Cennet’te ebedî bir saadet ihsan edeceğini de vaad etmiştir.
İşte insan, Hak Teâlâ’nın ihsan ettiği bu büyük sermayeyi O’nun rızası istikametinde kullandığında, ortaya çıkan dünyevî ve uhrevî neticeleri Allah’tan bilmeli ve O’na minnettar olmalıdır. ” (sy.58-59-60)
Hatalar ve noksanlıklar bendendir. Selametle.
Erhan Burtul