İSKİTLER’E GENEL BİR BAKIŞ
İskitlerin gelenek ve görenekleri hakkında bize en önemli bilgileri Herodotos ve Hippokrates vermektedir. Hippokrates İskitlerin yaşadıkları coğrafya, yurtları, besledikleri hayvanlar, beslendikleri gıda maddeleri genel olarak yaşayışları, bir takım alışkanlıkları hakkında kıymetli bilgiler vermektedir. Herodotos da İskitlerin yerleştikleri coğrafya, komşuları, dinleri vb. özelliklerinin yanında onların gelenek ve göreneklerinden ve birtakım âdetlerinden bahsetmektedir.
Her toplumun kendine has hayat tarzı vardır. İskitlerin hayat tarzı da çoğu antik devir topluluklarından farklılıklar göstermektedir. Hippokrates’in bildirdiğine göre, İskitler göçebe bir kavimdir. İskitlerin yaşadığı coğrafya, otlakları bol, rutubeti az bir ovadır. Sabit bir yerleşim yerleri olmayan İskitler bu otlağı bol ovalıkta yaşamaktadır. En küçüklerinin dört, büyük olanlarının ise altı tekerleği olan arabalarda barınırlardı. Dört bir tarafı keçe ile kaplanarak seyyar ev biçimi kazandırılan bu arabaların bazıları iki odalı, bazıları da üç odalıdır. Soğuğa karşı korunaklı olduğu gibi bunların yağmur ve rüzgâr geçirmediği de bilinenler arasında.
Sığır, koyun ve at besleyen İskitlerin ekonomisi hayvancılığa dayanırdı. Bu durum onların hayat tarzıyla yakından ilişkili bir durumdur. At, sığır ve koyun besleyen İskitler asla domuz beslemiyorlardı. İskitler hayat tarzlarının bir gereği olarak günlük hayatlarında pişmiş et, kısrak sütünden yapılmış bir çeşit peynir ve kısrak sütüyle beslenirlerdi.
İskitler geleneklerine çok bağlı olup yabancı geleneklere kapalılardı. Gelenek ve görenekleri Hunlar ve Göktürkler’e miras kalarak devamlı hale gelmiştir. İskitler Türk kavimleri gibi kımız içmişler ve sütü kurutarak kurut yapmışlardır.
İSKİTLERDE ÖLÜ GÖMME ADETLERİ
İskitler’in çeşitli defin adetleri vardı. Hükümdarları öldüğü zaman, o bölgede kare şeklinde büyük bir mezar kazılır ve mezar hazır olduğunda cesedi getirirlerdi. Gövdesi mumyalanan ölü bir arabaya konularak gezdirilirdi. Merasime katılanlar kulak memelerini keser, saçlarını çepeçevre kazır, kollarını çizer ve burunlarını yırtmak suretiyle yas tutarlardı. Hükümdar eşi, bir habercisi ve atları boğdurularak mezara kendisiyle birlikte indirilirdi.
İskitler’den herhangi birisi öldüğü zaman ise ölü en yakınları tarafından bir arabaya konulmakta ve öbür yakınlarına götürülmek suretiyle gezdirilirdi. Bu esnada kafilenin yanlarına geldiğini görenler yemek verirdi.
İSKİTLER’DE HÜKÜMDAR MEZARLARI
İskitlerde defin ritüelleri önemli bir yer tutar. Hükümdarları öldüğü zaman, o bölgede eni boyu bir dörtgen, büyük bir mezar kazarlar ve hazır olduğu zaman ölüyü getirirler. Mezarın içini çimenlerle donatırlar. Hükümdarı oraya bırakırlardı. Ceset yere saplanmış mızraklarla çevrilir, üzerine ağaçtan bir gölgelik ayarlanarak sazlarla örtülürdü. Mezarın içinde boş kalan geniş yerlere hanımlarından birisi, elinden içki içtiği kimse, bir aşçı, silahtarı, uşaklarından birisi, bir haberci ve atları boğularak törenle yerleştirilirdi. Gündelik eşyalarından birer tane ve altın kupalar da bu durumdan nasibini alırdı. Tören tamamlanınca herkes mezarın üzerine kürek ile toprak atar ve en yüksek tümseği yapmak için birbirleriyle yarışırlardı.
Topraktan tepeler halinde olan bu mezarlara “Kurgan” ismi verilir. Genelde kurgan ismi koruganla özdeşleştirilmektedir. Mezara inilmesi ve soyulmaması için gereken tüm önlemler alınmış olurdu. Mezarların en kayda değer olanı ise Tuva’daki Arzhan Kurganı’dır.
İSKİTLER’DE ÖLÜLERİN MUMYALANMASI
Ölen kişinin karnı yarılır, içi boşaltılarak maydanoz tohumu, anason ve dövülmüş saparna ve kokulu maddelerle doldurularak dikilirdi. Ölü gömmenin belli dönemleri vardı. Ölüler ya yazın başında ya da sonbaharda gömülürdü. Belli zamanlarda yapılıyor olması işçi masraflarının külfeti ve gömme anına kadar bozulmayı önleyecek mumyalama işleminin rahat şekilde yapılmasından dolaydır. Mumyalama işlemi yalnızca önemli şahsiyetlerin cesetleri için uygulanırdı.
Pazırık kurganları, Şibe ve Oglakti kurganlardan mumyalanmış̧ cesetler ortaya çıkarılınca, genel olarak mumyalama işleminin ölümden sonra da hayatın devamını sağlamak için ölünün şeklini muhafaza etme arzusundan kaynaklandığı düşünülmüştür. Mumyalama işlemi cesedin bozulma tehlikelerini ortadan kaldıran tek yöntemdir. Ancak bu karmaşık yöntem yalnızca dünyadaki hayatında güç sahibi insanlar için kullanılıyordu. Bunun amacı onların öteki dünyada da güçlü kişiler olarak kalmasını sağlamaktı. Mumyalama işleminde bağırsakların çıkarılmasından sonra açılan yarıklar tentene ipliği ile dikiliyordu. Eller ve bacaklar üzerindeki yarıkların yanı sıra kalça üzerinden bacaklara ve omuzlardan kollara doğru bir cm derinliğinde sayısız birçok yarık, bir bıçağın ucuyla açılmış ya da dikiş ipliklerinin bozulmasını önlemek için koruyucu madde içeren bir nesne ile açılırdı. Koruyucu olarak ne kullanıldığı gizemini muhafaza etmektedir. İhtimaldir ki koruyucu madde Eski Mısır’dan tevarüs edilen tuz idi.
Kurganlardan ortaya çıkarılan mumyalar sadece cesetler hakkında bilgi vermemektedir. Cesetlerin gövdeleri dövmeyle kaplı olduğu da görülmektedir. Hatta Pazırık kurganlarından çıkarılan atların kulaklarına birbirinden farklı enler yapılmıştır. Bu nişanların farklı olmaları, atların değişik boylara mensup kişiler tarafından hediye edildiğini göstermektedir. Türkiye Selçuklularında da mumya geleneğinin izlerini görüyoruz. Selçuklu Sultanlarından II. Kılıç Arslan, I. Keyhüsrev, II. Süleyman Şah, III. Kılıç Arslan ve daha birçokları mumyalanmıştır. Bu durum köklü ve kültürel sürekliliğe işaret etmesi açısından önemlidir.
İSKİTLER’DE DEFİN SONRASI İŞLEMLER
İskitler ölüleri gömdükten sonra kendilerini temizlemeye koyulurlardı. Başlarını iyice ovarak yıkarlar, gövdelerini temizlemek için bir tören yaparlardı. Üst uçları birbirine eğik üç kazık çakarlar, üzerine çepeçevre keçe sararak, içindeki tekne biçimindeki yapıya iyice kızdırılmış taşlar getirip bırakırlardı.
“İskitler kenevir tohumunu alırlar, keçe örtülerin içerisine girerler ve bu tohumları kızgın taşın üzerine atarlar; tohum taşa değince tütmeye başlar, çıkardığı buğu, Yunanistan’daki hamamlarda bile bu kadar boğucu bir buğu olmaz. İskitler bu buğuyla bayılırlar ve keyiften haykırırlar. Bu onlara yıkanma yerine geçer, çünkü gövdelerine hiç su değdirmezler.”
Kadınlara gelince, onlar da servi ve sedir ağacı yongalarını pürtüklü bir taş üzerinde iyice dövüp su eklerler. Meydana çıkan hamuru yüzlerinden başlayarak bütün gövdelerine yayarlar. Doyumsuz bir kokuya sahip oldukları gibi ertesi gün bu lapayı kaydırdıkları zaman derileri pırıl ve taze bir renk almış olurdu.
Halk inançları arasında özel bir yeri olan ruhun temizlenmesi meselesine modern topluluklarda da rastlanmıştır. 1860 yılında Radloff, Kengi Gölü çevresinde oturan Altay Türk boyunda bir Şaman tarafından bu durumu gözlemleme imkânına sahip oldu. Şaman kırk gün önce ölmüş olan bir kadının ruhunu öbür dünyaya sevk etmek ve bununla bizzat ona ve hayatta kalanlara sükûnet sağlamakla görevliydi. Akraba ve komşularından bir kısmı ev sahibi tarafından yurdundaki merasime davet edilmişti. Burada Şaman, davuluyla değişik sesler çıkararak ve kendinden geçerek çeşitli gösteriler yapıyordu.
Müselman Cahit SERVERGİL