136 views 11 mins 0 yorum

Kötü Yazma Kotası ve Eleştirinin Önemi

In Deneme
Aralık 29, 2024

Yazmak, yalnızca bireysel bir üretim süreci değil, aynı zamanda bir diyalog kurma sanatıdır. Bu diyaloğun sağlıklı biçimde gerçekleşmesi için birçok yöntem söz konusudur. Özellikle eleştiri, en işlevsel unsurlardan biridir. Yazar, yazılarını okura ulaştırmadan önce kendi çevresine tenkit ettirmelidir. Yazılarını tenkit ettirenler ile bunu önemsemeyenler arasındaki fark, iyi ve kötü yazar ayrımının belki de en net göstergelerindendir. Çünkü eleştiri, yazının eksiklerini göstermekle kalmaz, aynı zamanda yazarı geliştiren bir ayna görevi görür. Eğer Cemil Meriç gibi doğuştan yetenekli bir yazar değilsek –ki çoğumuz değiliz–, kötü yazılarımız ile yüzleşip eleştiriyle derinleşmek en gerçekçi yoldur.

Yazmak geniş zamana yayılan bir süreçtir. Bu süreçte her yazarın doldurması gereken bir kötü yazma kotası vardır. Bu kota, yazma pratiğiyle kazanılan deneyimler ile yapılan hataların birikimi ile dolar. Dolayısıyla, daha iyi yazılar yazmak isteyen herkes, bu kotayı doldurmayı göze almalıdır. Ancak kotanın ne zaman dolacağı, yazarın yazma sıklığına, aldığı eleştirilere ve bu eleştirilerle nasıl bir ilişki kurduğuna bağlı olarak değişir.

Kimi anlaşılır, tutarlı ve sistemli bir yazı biçimine daha uzun sürede ulaşırken kimininki daha kısa sürer. Bu fark, yazarlık sürecinin kişisel çabasıyla ilişkilidir. Ancak asıl belirleyici unsur, yazarın yazma istikrarını ne derece koruduğu ve bu süreçte kendini geliştirme konusundaki kararlılığıdır. Dünyaca ünlü yazarların kendilerini geliştirmek ve yazarlıkta istikrar sağlamak için geliştirdikleri benzersiz alışkanlıklar, yazma sürecinin ne kadar kişisel ve yaratıcı bir eylem olduğunu gözler önüne seriyor. Kimileri yazmaya başlamadan önce işçi tulumu giyerek zihinsel bir geçiş yaparken, kimileri odasında bir yırtıcı hayvan bulundurarak kendini farklı bir ruh haline sokmayı tercih etmiştir. Masa ve sandalye kullanmadan yerde, yatakta ya da hareket halindeyken yazmayı tercih eden yazarların olduğu gibi, yazmaya başlamadan önce saatlerce pratik yaparak zihnini ısındıranlar da vardır. Bazı yazarlar ise gün doğumundan önce akıllarına gelen her şeyi hızla yazarak ham taslaklar oluştururken, kimileri yazıya başlamadan önce birkaç demlik kahve tüketerek enerjisini yükseltir. Bu alışkanlıkların her biri, yazmanın ne kadar ciddi bir odaklanma ve yazma sürecinin bir ritüel gerektirdiğini gösteriyor bize. Her yazar bu kadar tutkuyla yazmıyor elbette fakat yazmanın bir de okura ulaştırma durumu vardır ki işte o noktada başka unsurlar devreye girer. Esasında iyi bir metin oluşturmak için bu ritüeller yeterli değildir. İyi bir eleştirmen birçok etkenden daha faydalıdır.

Yazma yolculuğu, yalnızca üretimle değil, aynı zamanda eleştiriyle şekillenir. Benim en hassas olduğum nokta budur. Eleştiriler, yazarın kendi metnine dışarıdan bir gözle bakmasını sağlar ve yazının eksik yönlerini ortaya çıkararak yeni bağlamlar sunar. Yazar, bu eleştirileri ciddiye aldığında, yazılarındaki niteliğin arttığını fark eder ve iyi ya da eksik yönlerini geliştirme fırsatı bulur. Çünkü ikinci göz her zaman tamamlayıcılık sunar. İkinci göz derken yazar dışındaki bütün gözleri kastediyorum. Mesela Erdal Demirkıran yazarlık hususunda benzersiz bir temsil olabilir.

Demirkıran, yazdığı yazıları eleştirmesi için insanlara para ödüyor. Eleştiri sunamayanları ekibinden çıkartıyor. Metinlerinde elde ettiği sadeliği bu yönteme borçlu. Bu sayede sadeliğin gücüyle daha anlaşılır, derdini olduğu gibi aktarabilen ve okurunu muhafaza eden bir üslup elde edebiliyor. Öte yandan, eleştirilerden kaçınmak ya da yazma pratiğini kesintiye uğratmak, kotanın dolmasını geciktirdiği gibi gelişim sürecini de yavaşlatıyor. Böyle bir durumda ise yazılacak yazıların uzun yıllara yayılması kaçınılmazdır. Dolayısıyla yazarlığın düzenli bir akışı olmalıdır. Ta ki bu kötü yazma kotası dolana kadar.

Mühim olan, yazma sürecinde devamlılığı sağlamak ve kötü yazılardan öğrenmeye açık olmaktır. Çünkü her kötü yazı, daha iyi bir metnin habercisidir. Deneme yanılma yöntemiyle geliştirilen bir yazı üslubu, yazarı hem okur nezdinde hem de kendi gözünde tatmin edici bir noktaya taşır.

Yazarlık yalnızca ilhamla değil, emekle beslenir. Bu emek, kotayı doldurmak için gösterilen çabanın, alınan eleştirilerin ve yazıya harcanan zamanın bir bütünüdür. Kötü yazma kotasını doldurmanın ardından gelen ödül ise, daha iyi, daha etkili ve daha güçlü bir yazı diliyle okura ulaşma kabiliyetidir. Bu seviyeye ulaşanların ilhama hiçbir koşulda ihtiyacı yoktur. Her türlü koşula rağmen istediği metni hazırlayabilecek düzeye ulaşmışlardır.

Bu noktada, “gizli bir editör” fikri öne çıkar. Yazınızı ilk okuyan, ona objektif bir gözle bakan birinin varlığı, metnin hem biçim hem de içerik açısından olgunlaşmasına büyük katkı sağlar. Genel eğilim yazılarımızı okuttuğumuz kişilerin yazıdaki kusurları göz ardı edecek, kendisini övecek kişilerden seçilmesi olarak karşımıza çıkıyor. Ancak bir metnin eleştirisi yapılmadan okura sunulması hem niteliği düşürüyor hem de yazarın bir sonraki yazma sürecinde dikkate alması gereken hususları hasır altı ediyor. Bu açıdan eleştirilmek son derece önemlidir.

Elbette eleştiriler yapıcı olmalı, yazıyı yükseltmeyi amaçlamalıdır. Bu süreç, yazılarımızı okutup eleştiri talep ettiğimiz dostlarımızla aramızdaki bağı zedelemek bir yana, daha da güçlendirebilir. Yazı dostlukları, metni ve düşünceyi geliştirme çabası üzerine inşa edildiği takdirde bir atölyeye dönüşüyor. Yıkıcı eleştiriden kaçınıp, yapıcı önerilere odaklanan her ilişkinin sonu kaliteyi doğuruyor.

İnsan, kendi yazdıklarına karşı kör olabilir. Kaleme aldığı meselelerde kendi eksikliklerini görmezden gelmesi de mümkündür. Ancak yazarlık, sadece kişisel bir tatmin değil, daha büyük bir amaca hizmet eder. Bu nedenle, üslubun niteliğini ve yazının etkisini küçümsemek, yazarın en büyük hatasıdır.

Yazılarımız, okurlar için bir sığınak, dostlarımız için bir nefes alanı olmalıdır. Eğer bir yazı, farkındalık yaratmıyor, okuyucuyu dinlendirmiyor ya da ona ilham vermiyorsa yazarın yazması da anlamsızdır. Yazmanın temel amacı okuyucunun zihninde bağlantıları kurulmamış bilgi parçalarının bir araya gelmesini sağlamaktır. Yazı bu tetiklenmeyi sağlamıyorsa muhtemelen eleştiri süzgecinden geçirilmeden okura sunulmuştur.

Bu yüzden yazma faaliyetinde eleştiri almak, yalnızca bir yöntem olarak değil, okurun da dahil olduğu bir etkileşimi inşa etmek demektir. Kalemi eline alanların birbirini yapıcı şekilde eleştirmesi, yazarlık kabiliyetini ileriye taşımak için de vazgeçilmezdir. Çünkü yazının nihai amacı, sadece okunmak değil; belirli bir düşünceyi derinleştirmek, edebi bir zevk katmak ya da gerçekleri ortaya koymaktır. Aksi takdirde yazıları okurla buluşturmanın hiçbir anlamı olmaz.

İbrahim Orhun Kaplan