211 views 8 mins 0 yorum

Dua ve Dil

In Deneme
Haziran 15, 2022

Alimin birisi bir mecliste vaaza başlar. Her söylediği hakikate homurdanan bir cahille daha fazla dayanamayıp münakaşaya girer. Öyle böyle derken Alim, ‘Benden uzak Allah’a yakın ol!’ deyip çıkıp gider meclisten. Aradan zaman geçmiş ikisi de ölmüş Allah’ın huzurunda toplanmışlardır. Alim telaş içinde, ahirette aradığı huzuru bulamadıkça oradan oraya koşuştururken bir el koluna yapışır. Alim dönüp baktığında o cahili nurlar içinde, sakin bir vaziyette görünce sorar:

-Sen nasıl oldu da bu halde buraya geldin?

-Senin duan sayesinde üstâdım. Hani sen bana, ‘Benden uzak, Allah’a yakın ol’ dedin ya o duan kabûl oldu.

Alim şaşkın bir halde tekrar sorar:

-Ben niye bu vaziyetteyim peki?

-Üstâdım Allah’a yakın ol dedikten sonra benden uzak ol dedin. Allah’a yakın olana, Allah dostu nasıl uzak olabilir? Allah dostuna uzak olan, Allah’a nasıl yakın olabilir?

Hikayeyi burada sonlandıralım.

Türkçe hassasiyetim biraz olsun arttıysa artmasının en büyük sebebi, ettiğim duaların başıma belâyı sarma korkusu olmuştur. Bazen öyle dualar ediyoruz ki Allah kabul etse doğru yoldan sapacağız, Allah kabul etse iki yakası bir araya gelmeyecek dua ettiğimizin.

Doğru dua edebilmenin ilk şartı elbette doğru olmaktır dahası emin olmaktır. Bunun yanında şahsın dili de onu doğrultacak bir imkân taşır. Bu imkânı mümkün kılmanın yolu dildeki kavramları, kelimeleri doğru anlayıp, doğru düşünebilmenin kapılarını aralamakla olur. Bu sayede sadece doğru dua etmenin kapılarını aralamakla kalmayacağız, bizlere edilen duaları daha doğru anlayacağız.

Edilen duaları doğru anlamak dedik madem bizi kuşatan şu duayı anda, anıp anlamlandıralım: “Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın” demişti Millî şairimiz. O cuma günü İstiklâl Marşı okunduğunda Nasrullah Cami bayram yerine dönmüştü. Bugünün insanında, okur-yazarlık oranıyla irtibatlı olarak İstiklâl Marşı’nı anlayacak kapasite artmış olsa bile, dili ve dilin kuvvetini küçümseme, küçük görme sebebiyle Nasrullah Camiyi bayram yerine çevirecek bir hareketi bekleyemeyiz. Türkiye’de ve dünyada okur-yazarlık oranının zirveye çıkışıyla kapitalizm ve modernizm’in zirveye çıkışı paralel ve tutarlı bir şekilde artmıştır. Dolayısıyla kapitalizm ve modernizmle beraber silahların, teknoloji ve makinelerin gücü yanında dilin gücü hem azalmış hem de dile bahşedilen gücün -kaldıysa?- niteliği alınıp, nicelik ve evrensel değerler hesabına kabuk değiştirmiştir. Dil bilmenin Hakk kapısı değil gelir kapısı olarak görüldüğü bir çağdayız. Türkiye’de, Arapça’ya rağbet tekrar artıyorsa, sorulacak soru: “Şeriat mı geliyor?” değil “Turist mi geliyor?” sorusu olabilir. Çünkü bu artış İslâmi bir uyanıştan değil Arap turistler ve yatırımcılardan kaynaklıdır.

Güç, tarih boyunca niceliklerin tekelinde görülmüştür. Ya da güç, tarih boyunca insanlar tarafından niceliklere bırakılmıştır. Oysa tarih ve hakikat bunun aksini sürekli faş eder. İnsanı o güç sarhoşluğundan uyandıracak etkide bir işaret her dönemde vuku bulmuş olmasına rağmen insanların çok azı bu işaretleri görüp anlayabilmiştir. Selçuklu Devleti’nin yıkılışından sonraki dirilişimizle, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından sonraki dirilmeyi modern dünyanın güç algılarıyla izah edemeyiz. Bu tarihi hakikati inkâr eden Osmanlı Devleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu koyacak bir yer bulamayacaktır. Bu iki devlette yıkılmış, dağılmış devletlerin enkazından, modern dünyanın güç kalıplarının tükendiği yerden ortaya çıkmıştır.

Türkleri yenmek için onlarda güç olarak gördükleri şeyleri aldılar. Silahlara el konuldu, çeriler, sipahiler dağıtıldı. Modern dünyanın güç kalıplarının bizim için neredeyse yok olduğu 20. asır başlarında bizde kalan ve bizi ayağa kaldıran güç ne idiyse onu bizden almadılar veya alamadılar. Bu da onların hesaplarının bozulmasıyla sonuçlandı.

Bu gücü kimsenin kimseden almaya gücü yetmez, O’dan başka. Kişi bu güçten vazgeçerse de kimse o gücü o kişide tutamaz. Bu güçten mahrum kalmanın yolu, insanın acziyetini unutmasıyla başlar. İnsan acziyetini unuttukça gücün ondaki tanımı kabuk değiştiriyor. Vakti zamanında hesaplarını bozduklarımız bunu çoktan fark etmiş olsa gerek: O gücü bizden almanın bir yolu varsa, kendi güçlerinden hisse vermekle mümkündü. Modern dünyanın maddi ve manevi sunduğu hemen her şey bize acziyetimizi unutturuyor. Modern dünyanın güç diye tattırdığı şeyler önce sarhoşluk vermeye sonra zehirlemeye başlıyor. Paranın verdiği huzursuzluktan daha çok paraya sahip olarak kurtulmaya çalışıyoruz.

Böyle bir ruh hali içindeyken duanın kurtulmamız gereken bir şey olduğunu hatırlatmak zorundayım. Şunu da hatırlatmak zorundayım, bu mümkün değil, duadan ‘kimse’ kurtulamaz yani kaçamaz. Dolayısıyla doğru dua edebilmekten başka çare bulamıyorum. Duayı doğru edebilmek için de ağzımızdan çıkanı henüz çıkmadan kulağımızın duyması (idrak etmesi) gerekiyor. Bu da lisanı anladığımız kadarıyla mümkün olacaktır..

Olgun VERİM

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.