318 views 13 mins 0 yorum

Türkçülüğün Başlangıcı

In Araştırma
Ekim 02, 2022

Türkçülük, net bir ifadeyle Sultan Abdülaziz döneminde temelleri atılan ve II. Meşrutiyet sonrasında tam anlamıyla gelişimini sürdüren fikir akımıdır. Türkçülük esasen dil, tarih ve edebiyat alanında kendisine yer bulmuştur. Türkçülük düşüncesi tam bağımsız bir devlet yönetimi ile Türklere tarih bilinci aşılamak ve modernleşmenin Türklüğün çevresinde gelişmesini sağlamak gibi temel gayeleri gözetmiştir. Türkçülük akımı Prof. Dr. Yusuf Akçura’nın ifadesiyle, Türkçülüğün İslamcı siyaset gibi önemli bir mesele olduğu ve Osmanlı Devleti’nin siyasi sınırları ile sınırlanamayacağını ve dünyanın neresinde bir Türk varsa onunla ilgilenilmesi gerektiğini söylediği düşüncenin ismidir. 

Türkçü kelimesi “Türk’ü seven”, “Türk’e taraftar olan” anlamına gelir.  Türkçülük, Türk dilinin, kültürünün ve tarihinin Türklerce tekrardan ele alınması ve tarihsel hafızanın yenilenmesiyle beraber bu kavramların tüm Türk dünyası açısından sindirilmesi gerektiğini savunur. Böylece birbirinden kopuk ve dağınık yayılımın kaçınılmaz sonucu olan kimliğini kaybetme sorununun önüne geçilecek ve bir Türk birliği sağlanacaktır.Topyekün birlik olması gereken Türklerin kim olduğuna dair bir yorum ise TÜRK-TATAR-MOĞOL diye bir ırktan gelme ve kültürel olarak hemen hemen aynileşmiş olarak yaşamını sürdüren toplumlardan bahsedildiğini söyleyebilirim.

Milliyetçi düşünce kendi içerisinde bölümlere ve zamana yayılarak varolur. Milletler önce kültürlerinin sınırlarını tespit etmek ve ortaya çıkan bu kültüre sıkı sıkıya bağlanmak zorundadır. Kültürü belirleyen araçlardan birisi de dildir. Dil sayesinde kökene dair detaylara ulaşılır. Köklerine kadar uzanabilen milletler bu sayede medeniyetlerinin boyutunu ve ölçüsünü ilmi olarak ele alabilir. Daha sonra ise tüm alanlara bunu yayarak bir zihni plan oluşturur. 

Osmanlılar Türk ve Türkiye terimlerini kullanmazken; Avrupalılar, Osmanlılardan ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan bahsederlerken uzun süredir Türkler ve Türkiye kelimelerini kullanıyorlardı. Aslında bu terimler sadece Türkçe konuşanları değil, imparatorluk sınırları içinde yaşayan Müslümanların tümünü içine alıyordu. Dış dünya ile gelişen ilişkiler sonucu Türk devlet adamları ve aydınları bu terimlere aşinalık kazandılar. Türkçülüğün gelişiminde etkili olan bir başka nokta da Avrupalıların Türkler hakkındaki yazıları olmuştu. Önceki yüzyıllarda, Türklerin Avrupa’daki fetihleri devam ettiği sırada ortaya attıkları “barbarlar” ifadesinin ardındaki nefretti. Bu durum, bir nefsi müdafaaya yol açmış ve Türkleri Osmanlı tarihinin müdafaasına yönelik derin araştırmalara sevk etmiştir. 

Tanzimat sonrası meydana gelen Yeni Osmanlılar cemiyeti içerisindeki Ebuzziya Tevfik Bey, cemiyetin ilk toplantısında Karbonari ve Lehistan Gizli Cemiyeti ile ilgili bazı açıklamalarda bulunarak fikirlerini ortaya koymuştur. Bu bilgi bize Osmanlı içerisindeki gençlerin Avrupa’dan etkilenme sürecinin başlangıcına işarettir. Bu yapılanma içerisinde bazı fikirler ön plana çıkmıştır. Örnek olarak Kanuni dönemine atıf yapılması ve o dönemin kanunlarının tekrar ele alınmasını istemeleri gibi… Ancak karşısında tam tersi olarak Avrupa’nın kanunları ve düzenine dair bir talep vardı. Daha evvel Kaptan-ı Derya olan Halil Paşa’nın 1830 tarihli sözleri, yeniliğin Avrupai olmakla birlikte ele geçeceğine dair düşüncelere önemli bir örnektir: “Rusya’dan yeni dönüyorum. Dönüşümde her zamandan çok inandım ki, eğer Avrupa’yı taklite hızla yönelmezsek, bizim için Asya’ya dönmek mecburiyetinden başka çare yoktur.”

Tanzimat fikri genel olarak sorunlara derinlemesine çözümlemeler yapılarak meydana getirilmiş bir çalışma değildi. Pratik çözümlere, daha önce düşünmüş Avrupa tarafından ulaşılmak isteniyordu. Bu hatalı tutumun sonuçları ortaya çıkınca Osmanlı gençleri bu konuya dair düşünmeye başlamış ve çözüm üretmenin yollarını aramışlardı. Türkçülüğün gelişimi aşamasında, edebiyatın önemli bir yeri vardır. Vatan, millet, ulus, hürriyet kavramlarının daha çok yer aldığı bu edebi dönem dikkat çekmektedir. Milliyetçi düşüncenin önemli bir unsuru olan dil meselesine de, bu süreçte büyük bir önem verilmiş ve Şinasi, Ahmed Vefik Paşa gibi şahsiyetler Türkçe kelimelerin peşine düşmüştür.

Bu süreçte milliyetçilik, milletin varlığını devam ettirmesinde önemli yeri olan “geçmiş zaferlerin hatıralarına dönmek” olarak düşünülüyordu. Ayrıca milletle sıkı münasebeti olan dil ve kültürü, önemli bir ölçü olarak görüyorlar ve bunlara değer veriliyorlardı. Bir milletin belli sınırlar içinde aynı dili konuşan ve aynı kültürü paylaşan insanlardan meydana geldiğini kabul ediyorlardı. Ferdiyetçiliğin üzerinde hassasiyetle duruyor, insanların kültür yönünden yaratıcı olabilmeleri için önce kendi milli varlıkları içinde yerlerini almalarını ve ancak böyle bir milletin büyük olabileceğini düşüncesini sunuyorlardı. 

Osmanlı’nın Fransız İhtilali sonrası ortaya çıkan fikir akımlarının neticelerine askeri, siyasi ve iktisadi olarak karşılık bulamamış ve gerilemesine büyük ölçüde katkı sağlamış bu duruma Tanzimat Fermanı’nı ilan ederek çözüm aradığını biliyoruz. Ancak bu çözüm arayışları bir tür Avrupalılaşma bağlamında varlığını sürdürmüştür. Buna mukabil olarak Osmanlı’nın milliyetçi Türk gençleri ve bazı siyasileri, düşünce dünyasına girerek araştırmalarda bulunmuş ve ortaya bir mefkure çıkartmışlardır. Din, dil, kültür ve medeniyet konularında araştırmalar ve eserler ortaya koymalarının ardından zihinlerde bir Türkçülük düşüncesi meydana gelmiş ve buna göre bir yol haritası belirlenmiştir.

Kültürel Türkçülüğün hız kazanması II. Abdülhamid döneminde gerçekleşmiştir. Bu dönemde Macar Türkologları’nın artan çalışmaları, Orhun yazıtlarının Vilhelm Thomsen tarafından 1893 yılında okunması gibi gelişmeler Türklük araştırmalarına hız kazandırdı. Osmanlı aydınları üzerinde derin etkiler meydana getirdi. Bu devirdeki Türkçülük hareketinin önemli bir özelliği de Rus Müslümanlarının tesiridir. Bu alanda bilhassa Gaspıralı İsmail Bey’in çabalarına ve 1883’ten itibaren Bahçesaray’da Kırım Türkçesi’yle yayımlanarak Osmanlı aydınları tarafından okunan Tercüman gazetesinin oynadığı rol mühimdir. Kültürel Türkçülük hareketindeki önemli bir aşama da Süleyman Hüsnü Paşa’nın Tarih-i Alem adlı kitabının 1876’da yayımlanmasıdır. Joseph de Guignes’den etkilenen Süleyman Paşa, değişik Türk kavimlerinin tarihini ayrıntılı biçimde ele alarak Osmanlı tarih yazımında genel kabul gören tarih anlayışının dışına çıkıyordu. 

Tarih, milletlerin hafızası olması hasebiyle kimlik inşasının en temel öğesidir. Türk milli kimliğinin inşasında, ilk örnekler olan Türkçü-Turancı milliyetçiliğin tarih yazımı hususundaki fikirleri ve Süleyman Paşa’nın Tarih-i Alem ve benzeri diğer çalışmaların Türkçülük açısından önemi büyüktür.  Türkçü düşüncenin gelişmesi ve sonuçlarına dair bir veri olarak şu cümleler önemlidir:  “Turancı düşüncenin Cumhuriyet dönemindeki birinci belirtisi, Dünya Türklüğü’nün kaderi ile ilgilenmek; ikinci belirtisi de tutsak kardeşlerimizi sevmektir. Turancılıkla suçlananların Türklük sevgisi, bütün günlük hesapların ötesinde ve üstünde, yüce bir duygudur; yüreğimize adeta çakılmıştır. Söküp atmağa kimsenin gücü yetemez. Sevgimizin en bereketli kaynağı, tarihimizdir. O tarih ki, derinliklerine atılınca, acıların binbir türlüsü ile kahrolduğumuz zamanlarda bize, yaşama sevinci vermiştir.”

Müselman Cahit SERVERGİL


Başvurulan Eserler

1- Galip Erdem, Türk Kimdir? Türk Nedir?, Töre-Devlet Yayınları, 2008, İstanbul

2- Tdv İslam Ansiklopedisi, M. Şükrü Hanioğlu, Türkçülük, c.41, İstanbul, 2012

3- Gökberk Yücel, Yusuf Ziya Bölükbaşı, Türk Milliyetçiğinde Yol Ayrımı: 3 Mayıs 1944 Irkçlık- Turancılık Davası, Milliyetçilik Araştırmaları Dergisi, Cilt: 1 Sayı: 2, Ekim 2019

4- David Khusner, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu (1876-1908), Kervan Yayınları, 1979, İstanbul

5- Dr. Yusuf Akçura, Türkçülük (Türkçülüğün Tarihi Gelişimi), Türk Kültür Yayını, 1978, İstanbul,

6- Sahipsiz Türkçülük ve Türk Dünyası, Prof. Dr. Sait Yılmaz, 2018

7- Türk Ülküsü, Hüseyin Nihal Atsız, Ötüken, 2017, İstanbul

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.