480 views 10 mins 0 yorum

Modern Öznenin Son Uğrağı: Freud ve Çağrısı*

In Düşünce
Eylül 25, 2023

Tanrı’yı henüz baştan yanlış yere konumlandıran Batı düşüncesi, Rönesanstan itibaren aşama aşama fiziki dünyayı metafizik dünyayı yutacak kadar genişletmiş ve üstünü örtbas etmişti. İnsanın hakikatini yanlış yere konumlandırmak, belli bir müddet sonra bir patlamayı doğuracaktı. Esasen iki büyük dünya savaşı, Batılıların kendi elleriyle inşa ettikleri dünyaya ilk kez bir şüphe nazarıyla bakmalarını sağlamıştı. Metafiziğin hayatın dışına itilmesinin sonucunun, katılaşarak kendilerini yitiren ve felaketi besleyen toplumların ortaya çıkmasını sağlamaktan başka bir işe yaramadığı farkedilmişti. Bu noktada, Tanrıyı henüz baştan yanlış yere konumlandıran, moderniteyle birlikte de büsbütün iptal eden Batı, psikanalizin neşv-ü nema bulması sonucu yeniden “ruh”u kendine bir mesele olarak alabilecekti. Ne var ki, artık bu dünyada, şeylerin bilginin ve hayatın konusu haline gelmesinin yolu “bilimsel bilgi” olmasından geçmekteydi. Psikanaliz de bilim kalıbına dökülmeli, bu kalıp içerisinden Batılı insana seslenmeliydi. Freud bunu başardı. Ancak Freud, esasen ruh-nefs ikiliğini nefsin lehine bozarak nefs bilgisini ruh bilgisi olarak sunmuştu. Bu, ruha gittiği iddia edilen yolun, insanın dürtülerine teslim edilmesi manasına geliyordu.

1881 yılında tıp doktoru olarak mezun olan Freud, araştırma alanına kaymak istese de üzerindeki mali yük nedeniyle belli bir müddet doktorluk yaptı. 1885-1886 yılları arasında ise Charcot isimli, döneminin meşhur nörolaglarından olan bir isimle birlikte çalıştı. Bu çalışma sırasında, Freud, Charcot’un bazı sinir sistemi bozukluğu olan hastalarına hipnoz yaparak tedavi yoluna gittiğini görmüştü. Bu hadise, ona, tıpkı bedenî hastalıklar gibi zihnin de fiziksel semptomlara neden olabileceği fikrini vermişti. Bu yıllarda özel tıbbi uygulamalara girişerek histerikler üstünde kendi çalışmalarına başlayan Freud, bu çalışmayı ilerlettikçe Psikanalizi oluşturacak fikirlerini geliştirdi. Evvel emirde çalışmaları nevrozun sebepleri ile tedavisini gözden geçirmeye yoğunlaşmıştı. Zaman geçtikçe kuramlarını genişleterek insan ruhuyla doğrudan ilgilenmeye başladı.  1895’ten 1900’e kadar geçen sonraki beş yıl boyunca psikanalitik kuramın ve uygulamanın temeli olan fikirlerin birçoğunu geliştirdi. 1896 yılında ise “psikanaliz” sözcüğünü türetti. (Snowden, s. 7-8)

Freud, hayatının çeşitli devrelerinde zorluklarla karşılaşsa da, ele aldığı konunun Batılı insanın uzunca bir süredir açlığını çektiği bir mevzu olması ve çalışmalarındaki ısrarı dolayısıyla git gide ününü pekiştirmişti. Düşünce devreleri arasındaki çelişkileri, üzerinde yoğunlaştığı konunun “ele gelmez” bir mahiyet arzetmesi nedeniyleydi. Freud’u söz konusu etmemizin sebebi, ele aldığı mevzuyla ruhun bilgisini nefsin bilgisi haline getirmesi, insanı şehvet merkezli bir yere yerleştirmesi ve Modern Batı düşüncesinde gittikçe silikleşen öznenin altını çizerek son bir hamle denemesinde bulunması nedeniyledir.

Anadolu Mayası isimli eserinde, Freud’un fikriyatını, Platon’a bağlayarak ve psukheyi (nefsi) anlamlandırması bakımından ele alan ve modern dönemde ortaya çıkan nazariyatların zeminini kuşatmak için Freud’un nazariyatının anlaşılması gerektiğini dile getiren Yalçın Koç “Psukhe”nin Topografik Nazariyatı” başlığı altında Freud düşüncesini ele alır.

Bireyin kimliği meselesini bireyin psukhesinden (nefs) başlayarak ele alan, bir nazariyat çerçevesinde bireyin de mensup olduğu kitle psukhesine tercüme yoluyla bağlayan, ve kimliğin zamanı aşan kalıcılığını bu esaslar üzerinden açıklayan Freud, Platon’la birlikte Batı düşüncesinin topografik nazariyatının esasını oluşturur. (Koç, s. 282) 

Freud’un kimlik tasavvuru, biyolojik bir zemin üzerinden teşekkül etmiştir. Onda, zihinde üçlü bir tasnif olarak, Ben (id) , O (ego), Üstben (süperego)  katmanları vardır. İd, nefsin kalıtsak ve içgüdüsel arzularla ilgili bilinçdışı kısmını, ego; nefsin, dış gerçekliğe tepki gösteren ve kişinin “kendi” olarak tasavvur ettiği kısmını, süperego ise nefsin, bize bir vicdan temin eden ve toplumsal kurallara cevap üreten kısmını ifade eder.

Freud’a göre yeni doğan bebeğe mahsus nefs, içsel kuvvetlerden müteşekkildir. Bu “O” (das Es) olarak ifade edilebilir. Yeni doğan çocuğun dünyadan etkilenmesi sonucu “ben” “o”dan ayrışmaya başlamaktadır. Bir de zamanla, büyümenin safhalarıyla birlikte, kendisine karşı koyan güçlere karşı, bir içselleştirmede bulunmak ve sonunda yetke olmak bakımından “Üstben” ortaya çıkmıştır. Kimilerince Freud’un üç bölgeden teşekkül etmiş olan zihin tasnifi, Platon’dan alınmıştır. (Koç , s. 286-287) Diğer yandan, Freud ve Platon arasındaki asli fark, doğuş (genesis) konusundaki kabullerinde ortaya çıkmaktadır. Platon’da doğuş, evrenin doğuşuna tekabül ederken, ferdin doğumu ise itibari bir doğum olarak ele alınmaktadır. Halbuki Freud’da doğum, baba ve anneden başlamaktadır ve dünyaya gelmek ile neticelenerek “biyolojik” olarak damgalanır. (Koç, s.289)

Esasen Freud, nefsin katmanlarını nefs-i emmareye raptederek, kötülüğü emreden nefsi esas olarak almış, doğuş mevzuunu da tamamen biyolojik bir katmana hapsetmiştir. Merkeze alınan bu düşünce, insanın iyiye meyyal olan ve hayra olan yolculuğunu normalitenin dışında bırakmasıyla bir başka yan yola sapmıştır. Yine de S. Freud, nefsi kendisine problematik olarak alması, düşünce sistemini insan şuuru üzerinden kurması itibariyle Modern Batı düşüncesinde mühim bir yere sahiptir.

Bir başka açıdan Freud, modern öznenin yitirilmesi arefesinde, özneyi koruma adına yaptığı müdahalelerle modernlikten postmodernliğe geçişte önemli bir uğraktır. Aklın Kant’la birlikte bütünlüğünü kaybetmesi sonrası Freud, öznenin merkezi konumunu yitirdiğini ilan etmiş ve ben’in büsbütün ölme yoluna girmesini engellemek adına ben-şuurunun güçlendirilmesi gerektiğini öne sürmüştür. (Şentürk, s. 83) Freud’a göre psikanalizin gayesi Ben’i güçlendirmek, onu Üst-Ben’den bağımsız kılmak, idrak alanını genişletmek ve böylece O/Id’e ait kısımları sahiplenmesini mümkün kılmaktır. (Freud’dan alıntılayan Şentürk, s. 90) Postmodernite ise, Freud’un bu tasavvuruna karşı olarak kendi bayrağını açmakta, ve böylece şuur-dışının O(Id), ben ve onun tanzimleri tarafından bir koloni haline getirilmeye çalışıldığını iddia etmektedir. (s. 90)

Hiç şüphesiz Freud düşüncesi, çeşitli veçhelerden ele alınmalı ve esaslı muhasebelerle kritikler yapılmalıdır. Özellikle nefsi ruhun yerine ikame etme ve postmodernliğe geçiş sürecinde modern özneyi şuur-dışı üzerinden yeniden anlamlandırması ve Batılıların gözlerini insanın benliğine çevirmesine neden olması mühimdir. Ancak içeriye doğru dönen gözler, yine esası ıskalamış ve gönül yoluna doğru bir yolculuk yapmak yerine nefs yolunu, insanın kötülüğe meyyal tarafını mercek altına almışlardır. Bu bakımdan esaslı bir şekilde, İslami tefekkür üzerinden ele almak ve anlamlandırmaya hayli ihtiyaç vardır.

*Bu yazı, yakın bir zamanda yayınlamayı düşündüğümüz “Modern ve Postmodernin Kıskacında” isimli eserimizden iktibas edilmiştir.  

Fatih TEKİN

/ Published posts: 64

Nedamet'te yazar. Son Kıvılcım dergisinde editör. İlk kitabı "Modern ve Postmodern Kıskacında" 2023 yılında yayımlandı. Erzurum'la İstanbul arasında.

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.