208 views 9 mins 0 yorum

Muharririn Sonsuz Yolculuğu 17. Bab: Hangi Taraf -1-

In Düşünce
Mayıs 27, 2023

Zulmet-i ebr ile sebden seçemezler rûzu
Böyle eyyâm-ı gâmın böyle olur nevrûzu”
Hâletî

Bütüncül kabul görmek üzre kamuoyuna arz edilmiş her fikir, ufacık kırıntı mutabakatlarıyla siniyor muhatabının zihnine. Bu usulca sokunuş, zamanla fide veriyor, servileşiyor ve ihata ediyor bireyi. Bizler ideoloji diyoruz adına. Hiçbir ideoloji yoktur ki bütün bir kompozisyonu ve çağrısı baştan sona yanlış olsun. Zira her birinin içinde hakikat şubelerinden bir şube vardır mutlaka. Ki zaten asgâri düzeydeki mutabakat burada tahakkuk ediyor.

Türkiye’nin yakın tarihindeki o meşhur “Öğrenci Olayları” furyası, bizler için pek müstesna bir ibret vesikası olduğundan, söz konusu mutabakat zincirini ve pirincin taşını buradan anlayabilir ve ayıklayabiliriz.

O yıllar, babasının dişinden tırnağından artırarak; ahırındaki sarıkızı, tarlasındaki arpasını, eşinin kefen parasını sırf okuyup “böyük adam” olsun diye ve bilmem kaç türlü hayali gözünden ve gönlünden geçirerek büyük şehre okumaya gönderdiği o evlat, ilk ziyarette olmasa da birkaç yıl sonra eve ya parka ile ya sarkık bıyıkla yahut da badem bıyıkla ama ille de belindeki silahla ya da o silahı zulalayıp öylece gelirdi. Ümmilik yılları boyunca taraflı olma hakkını topraktan, nimetten ve rızıktan yana kullanan o evlat, kaygı dediğimiz hassas terazinin idealize olma şartlandırılması ile çaresiz bir renge bürünmüştür artık. Tabii bir bürünüş değil. Dayatılmış bir bürünüş. Asgari mutabakatı “toprak” olan bir bürünüş. Parkalılar “toprak”a emeği, sarkık bıyıklılar vatanı, badem bıyıklılar Hz. Adem’i imgelemek sureti ile fosforlu ve namlulu bir teklif sunmuştur o evlada. Artık ya emekten ya vatandan ya Hz. Adem’den yana olmak zorundadır. Çünkü “bireysellik” akıl kârı değildir o yıllar. Alık oluştan, hedefte duruştan başkaca bir şey değildir. Şimdilik kalsın bu misilleme burada.

“Tarafsızlık namussuzluktur” diyor Cemil Meriç. Oysa tarafsız bir bölgenin var olabileceğine dair güçlü endişelerimiz var. “Tarafsız bir sahadan yorumluyorum” cümlesini hangi ağızdan duyarsak duyalım, bu cümle bizde kanmaya müsait olmadığımıza dair sinyalleri harekete geçirmeli. Sözgelimi, “İstanbul’un fethini tarafsız bir zaviyeden ele alıyoruz” cümlesindeki “fetih” kelimesi bile çılgın bir taraf tayin edecektir. Evet, bize göre fetih. Peki ya onlara göre? Bittabi bu durumu fikirle münasebetli kıldığımız zaman kotarabiliyoruz. Yani taraflı-tarafsız muvazenesini idealize olma potasında tartışmak uslandırır bizi. Tanzimatla başlayıp, 10 yılda bir dallanıp budaklanma operasyonları geçiren Türk’ün tarafsız olma ihtimali, kart gâvurun imâna gelmesinden hallicedir. Netice itibarıyla Türk’ün tarafsızlığı 150 yılda Ülkü Tamer’in çocuk kitaplarına kadar incelebilmiştir ancak. İşte bu yüzden “tarafsızlık namussuzluktur.” Bırakın hümanistler kınasın. Bırakın ılımlılar ve “kaygusuzlar” hayfa dursun. Çünkü kastımız taraflılık değil, bağnazlık, holiganlık, soytarılık ve uşaklıktır.

Kişi, tarafı olduğu şeyi savundukça ve bu savunuş bağnazlık kertesine çıktıkça, sadakat ‘taraf”a değil, “taraftar oluşa” inkılap ediyor. “Niçin o taraftasın?” sorusuna cevap verecek kadar dahi mantık-sebep ilişkisi kuramayacak hâle geliyor zamanla. Cidal hedonizmi diyelim buna. Savunuyor, çünkü bundan haz alıyor. Haz aldıkça daha çok savunuyor. Sonuç; aidiyetsiz bir savunuş. Savunmanın yahut adice saldırmanın taraftarı oluş. İşte şimdi tekrar dönelim baştaki misillemeye. Kaygısı ve algısı “toprak” üzerinden şekillenen o evlada dönelim. Asgâri mutabakat sağlandıktan ve bir taraf olduktan sonra işler çığrından çıkıyor. Bir tarafta biber gazı, diğer tarafta boya fırçası. Aynı safta olduğu insanların elinde boya fırçası; durmadan, namütenahi kendi renklerine boyadıkça boyuyorlar gürbüz evladı. Karşı taraftakilerin elinde biber gazı; mütemadiyen bocalıyor, örseliyor ve itekliyorlar karşı safa hain evladı. Evlat bunlarla besleniyor. Kitapla, tefekkürle ve tecessüsle değil, boyayla ve ithamla besleniyor. Başına geçirdiği tulgayla, eline aldığı gürzle ve yüreğine katık ettiği garezle geziyor meydanlarda. Holiganlık giriyor devreye. Çünkü taraftarı olduğu fikre duyduğu aidiyeti karşı tarafın zokalarıyla ve yoldaşlarının haşhaşlarıyla besleyen kimse, tuttuğu takımın renkleri için adam öldürmeye hazır bir aylaktan farksızdır. Çünkü günün sonunda her ikisi de beş para etmez zevkleri için ter akıtmış, gırtlak yırtmış ve elini kana bulamıştır. Bir ayırt var burada. Beş para etmeyen şey, taraf olunan ideoloji değil o ideolojiyi cidal hedonizmine dönüştüren uslanmaz savunuş zevkidir. Bu gibi amansız râm oluş sürecine “şeyler tarafından cezbedilme yolundaki psikolojik saplantı” diyor Erich Fromm. Acı olan şu ki; cezbedilme yolundaki saplantı psikolojik daireden çıkmış ve sosyolojik saplantı halini almıştır artık.

Türkiye’de süregelen “taraflılık” algısına dahaca efradını cami ağyarını mani bir hülasa getirelim öyleyse. Ne hazindir ki bu topraklardaki taraf olma ihtiyacı, taraftar olma ihtilâmını geçebilmiş değil. Asgâri düzeydeki mutabakatın ardından gelen süreç, taraf olunan şeye vecd ile râm olmaya değil, şehvetli bir taraftar olmaya doğru işliyor. Üstelik artarak işliyor.

Bu açmazın zorunlu hamlesi, yazımızın bercetestesi olan “tarafsızlık namussuzluktur” sözüne dahaca eğilmektir. Çünkü “bizden taraf olmayan namussuzdur” yahut “namussuzlarla ayna tarafta olmayın” demiyor, “tarafsızlık namussuzluktur” diyor. Öyleyse nedir bu ortadaki hadise ki tarafsız kalanı namussuz yapıyor? Tam da burada devreye giren şey, kültür envanterimizdeki lügatçemizdir. Zira bu topraklardaki en ağır itham “namussuzluktur.” Çünkü “hainlik” dahi namussuzlukla müsavi tutulmuştur. Vatana namus denmiştir. Tarafsız kalındığında kişiyi namussuz yapan şey şöyle dursun, peki hangi tarafta durmak ırzımızı koruyacak? Ya da şunu soralım; herhangi bir tarafta geçmek ırzımızı korumaya yeterli olacak mı?

Oğuzhan Âsım Güneş

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.