166 views 6 mins 0 yorum

Hak Huk Gak Guk

In Şiir
Eylül 25, 2024

Hakikati savurmak bile artık öylesine zorlaştı ki… Bir çocuk cinayete, sapıklığa, zulme kurban gitmese hakikat lügatin tozlu sayfalarında kaybolup gidecek. Sahi ne önemi var mesele lügatte kaldıktan sonra? Olacak olan kötülük olduktan sonra olsa ne olur olmasa ne olur?

Yaşanmayan, savunulmayan nihayet savrulmayan hakikatin lügatte varlığını sürdürmesinin bizden başka kimseye ne faydası var bilmem ama biz bizi konuşalım. Hakikatin lügatte de olsa varlığını sürdürmesi ‘Hak gelecek batıl zail olacak!’ düsturunun müslüman kalbinde sönmesine mâni oluşu yani ümit etmenin sürmesine vesile oluşu bizi şirke düşmekten beri kılıyor. Zira hakikatin kaybedilmesi, Hakk’ın kaybedilmesidir..

Hakikati savurmak zorsa, Allah vardır demek nasıl kolay oluyor? Kısasta hayat vardır diyebilmek için bile çocukların öldürülmesini bekliyoruz. Hemde öyle böyle ölüm yetmiyor. Sapıklık, işkence, çarpık aile ilişkileri yoksa bir çocuğun ölümü “idam gelsin!” dememize yetmiyor. Aksi hâlde hakikat düşmanlarının, politik kaygıların ve ideolojilerin tepkisinden kıpmış haldeyiz. Madalyonun diğer yüzünde de kendi nefsimiz, amellerimiz ve niyetlerimiz bizi hakikat yanlısı olmaktan uzaklaştırıyor. Hakikat kılıcını işlediği günaha saplayacak kadar pişmanlık içinde değiliz. Biz kısık sesler de değiliz artık. Dua etmeyi unutmuş bir nesil nasıl kısık ses olabilir? Biz olsak olsak pısırık sesler oluruz

Adaleti bir dağıtım-paylaşım mekanizması gibi algılamaya alıştırıldık. Adalet deyince ortadaki pastayı eşit ya da kişinin hacmiyle doğru orantılı bölüşmeyi tartışıyoruz sadece. Oysa adalet pastadaki malzemenin sıhhatini de tartışmayı teklif ediyor? Malzeme sağlıklı mı, tedarik sürecinde işgüzarlık var mı, pastayı yapan usta ehil mi, pastanın buğdayını üreten çiftçi huzurlu mu, buğdayı una çeviren işçi haklarını alabiliyor mu? Tabiki bu kadar sürece hakim olmak mümkün değil fakat adaletten bahsederken aklımınızın bir irminde bunun tedirginliği olmalı. Adaleti idrak edebilmemiz adına.

Bu tedirginlik belki pastanın sıhhatini müspet yönde etkilemeyecek ama “Adalet yok!” derken ne dediğimizi ve neyin eksik olduğunu bileceğiz. Bir şeyi hakkıyla bilmek (istemek) bizi samimi kılar. Deyim aslında ne diyor: Bir şeyi hakk’ıyla bilmek, Rabbiyle bilmektir. Tartıştığımız birine ‘Haksızsın’ derken Hakk seninle değil demiş oluyoruz ya da aleyhimize verilen menfi bir karar neticesinde “bu haksızlık” derken alınan kararın Allah’ın kararı yani hükmüyle örtüşmediğini söylüyoruz. Söylüyoruz lâkin ne dediğimizi bilmiyoruz. Türkçe, çok şey söylerken hiçbir şey söylemeyen dil hâline getirildi.

Türkçe’nin, çok şey söylerken hiçbir şey söylemeyen bir dil haline getirilişinin şuurumuzdaki karşılığı, Allah diyen aslanın şuurundan fazla değil. Aslan, Allah derken aklına Allah gelmiyor, biz de Adalet derken Hak derken aklımızda Allah gelmiyor. Yani sıfatını haykırır iken zatı aklımıza gelmiyor. Aslana hayret ediyoruz da kendimize hayret edemiyoruz. Bir gayrımüslimin inşallah demesine şaşırıyoruz ama selâm, merhaba, ahlâk demesine şaşırmıyor kimse. Buzağının derisinde Allah lafzının tecellisini görüp heycanlanıyoruz ama Adalet lafzında Allah’ın tecellisi kaskatı ediyor bizi.

Milyonlarca insanın “Adalet yok!” diyerek isyan edişi bir şeyleri düzeltmiyorsa işte bu yüzden. Adalet istiyoruz ama helâli ve haramı adaletin terazisinde tartmayı reddediyoruz. Bu da bir nevi çarpık agnostisizmdir.

Bilmemizin, idrak etmemizin önündeki en büyük engellerden bir tanesi Türkçe’nin vahim durumudur. Bunun en aleni örneklerinden birisi meşru(at)-şeri(at) ikilisidir. Birisi Türk sinemasının hışmına uğrayıp hurafelerin ve yobazların alanına itilirken diğeri devletteki doğru düzenin- nizamın, hukuki olanın temsilini almıştır. Belki meşrutiyet ilan edilip Cumhuriyet’in önü açılmasaydı meşruat da yakın tarihin-siyasetin-sinemanın gazabına uğrayacaktı. Bugün meşruluğun kulağa hoş, şeriatınsa öcü gibi gelmesinin nedeni budur.

Olgun Verim