Dünden Bugüne Seçilmiş Nesnel Yörüngenin İmlâya Yansısı veya İmlâyı İhata Edişi
Birkaç ay önce başladığımız ve fakat bir müddet ara verdiğimiz “Muharririn Sonsuz Yolculuğu” yazılarımıza artık burada devam ediyor ve sürekliliği muhafaza etmek adına aynı kronolojiyi buraya tatbik ederek en baştan başlıyoruz.
***
Seçilmiş nesnel yörüngenin geniş bir skalada eşsesli ve asortik birçok organizasyonu bulunmaktadır. Fakat ilk çağrışım olarak yazı dilindeki etkisini, yazı unsurları bağlamında irdelemeye çalışacak ve gerekliliğini teftişe tâbi tutacağız.
Nesnel yörünge kavramını ablukaya alan “seçilmiş” ibaresi, muhatap olduğumuz kavramın insan tekiyle veya kamuoyu eliyle ikame edildiğine işaret eder. Sözgelimi; gece ve gündüzün deveran edişi, güneşin doğudan doğup, batıdan batıyor oluşu nesnel bir yörüngedir. “Seçilmiş” ibaresi ise büsbütün irade eylemidir. “Güneşin batıdan doğmasını tercih ediyorum” cümlesindeki sâkıt mana, irade hududunun tasavvur noktasıdır. Öyleyse anlatımızın varış noktası, “seçilmiş nesnel yörünge” kavramının, teolojik, jeolojik ve astronomik bir alanı teşkil etmediği, yani insan dahlinden müstağni bir olguya çıkmadığı kanaatidir.
Seçilmiş nesnel yörünge bayağı şekilde, toplumların kültür ve teamül kabulleri, kanun koyucuların ittifak konsensüsü, bilir kişilerin kabul görmüş önergeleri yani normları, kanaat önderlerinin buyruğu ve hatta batıl inanışların muhtelif ritüelleri olabilir. İmlâ kavramı ise “düzen” kelimesiyle muttasıldır. Tam da bu noktada; “Seçilmiş nesnel yörünge imlâya yansır mı yoksa imlâyı kuşatır mı?” sorusu karşımıza çıkmaktadır.
Nesirdeki nesnel yörünge, yazın türlerindeki normatif niteliklerdir. Sözgelimi, makale yazmak isteyen bir kimse, alık ve ağdalı bir üslûp kullanmaktan kaçınması gerektiğine, bir savunma yahut bir eleştiri zemininde bulunduğuna, ikna mekanizmasının her bir aksamını ustaca kullanması gerektiğine vakıftır veya vakıf olmalıdır. Bireyin yazma eylemine kanaat getirmesi ile yazmaya başlaması arasındaki süreç, kalem sahibinin hür alanıdır. Ve yine yazmak istediği şeyi, makale olarak mı yoksa deneme olarak mı yazacağını belirleyen muharrir, bu iki eylem arasındaki zarf boyunca “seçilmiş nesnel yörünge” sürecindeki “seçme” ihtiyarını kullanmış olur. Hangi tercihe tevessül ederse etsin, normatif alan dediğimiz, nesnel yörüngeye tâbi olmak zaruretiyle muhatap olur. Bittabi şu ana kadar sarf ettiğimiz şeyler herkesin malumu olmakla beraber, olağan işleyişin fonetiğidir. Bizim burada eğileceğimiz ve mercek altına alacağımız bahis, seçilmiş nesnel yörüngenin imlâyı ihata edişidir. Öyle ki; arz makamına yazılmış bir dilekçede ünlem kullanmanın absürtlüğü, normatif alanın çizdiği sınırların ispatına muktedir bir meseldir.
Birey, ön kabul veya kalıp yargı veyahut da normatif olgu diyebileceğimiz nesnel yörüngeye ister tâbi olsun isterse asi; muteber kılınmış olan normatif alanın enstrümanlarıyla konuşmak zorunda kalır. İşte bu zaruret, seçilmiş nesnel yörüngenin, imlâya yansımaktan da öte, imlâyı büsbütün kuşattığına bir ispat niteliği taşır. Zira yazın türleri arasındaki en itibarlı unsur olan makaleyi, ilmi cihetiyle ve tutarlı bir felsefe ile reddetmeye hazırlanan bir kimse, “makale paspal bir yazı türüdür” önermesini arz etmek istiyorsa bile, bunu ancak ve ancak bir makale olarak kaleme almalı ve böylece kamuoyuna arz etmelidir. Bu gibi eleştirilerdeki birincil gözetim, denklik olgusudur. Nitekim tenkit geometrisi, aşağıdan yukarıya doğru değil; yatay veyahut yukardan aşağıya doğrudur.
Makalenin en muteber yazın türü olduğu savı nesnel yörünge örneğiyken, makalenin üslûbu; nesnel yörüngenin imlâ dayatmasıdır. Bu sav tenkit edilecekse bile, bu dayatmaya rıza gösterilmeli ve oyun kurallarına göre oynanmalıdır.
İmlâ dediğimiz şeyi yalnızca bir yazı fenomeni olarak düşünemeyiz. Nitekim pozitif bilim için kimya neyse, lengüistik için de imlâ odur. Gerek sözlü gerekse yazılı iletişimde dil hakimiyeti ve arz-ı meram vecaheti imlâdan geçmektedir. İmlâsız anlatım kaotik üslûba, kaotik üslûp ise gürültüye delalet eder. Kısaca imlâsız anlatı, gürültü derekesindedir.
İslâm âlimleri, her kelimenin; lugavi, ıstılahi ve irfani olmak üzere, toplamda üç farklı anlama şamil olduğunu öne sürmektedir. İmlâ kelimesini bu denklem üzerinden yorumladığımızda, nesnel yörüngenin kuşatıcılığıyla yüzleşmiş oluyoruz. Lügatte, “bir dildeki kelime ve sözleri doğru yazma bilgisi” olarak tanımlanan imlâ, ıstılahi olarak; “ahenk, düzen ve muhafaza edilesi şey” gibi anlamlara medardır. Kelimelerin irfani boyuttaki manaları şahısların tasavvur inisiyatifine ve entelektüel birikimine göre değişkenlik gösterebilir. İşbu cihetle; “imlâ, imâ edişin asortik imgesidir” şeklindeki beyanımız, irfani bir mana yoklaması olacaktır.
Nesnel yörüngenin imlâ ablukası ancak imâ yoluyla yarılabilir ve tenkit geometrisine riayetle ihlal edilebilir. Ancak bu imâ edişin, tutarlı ve iddialı bir önermesi olmalıdır. Zira laubalilik ve veciz ifade arasındaki kılcallar, yalnızca önerme parolasıyla gözetilebilir. Muhatabını itminan makamından kavramak ve yakalamak isteyen kalem sahibi, kalemini ispat ile mükelleftir.
Özetle; makalenin pespaye bir yazın türü olduğunu iddia eden bir kimse, makalenin bayağılığını hatta ucuzluğunu bir makalede ele almalıdır. Yazdıklarındaki ucuz nüansları, imâ yoluyla makaleye isnat etmeli ve nihayet; “yazdığım şeyleri ucuz buluyor oluşunuz, makalenin imlâya dayattı teamüllerden ileri gelmektedir” mesajını ustalıkla zihinlere hissettirmelidir. Lakin şu halde bile bir önerme sunmuyorsa, her ne kadar ustalığı üstatlık makamına çıkarırsa çıkarsın, kalem sahibinin yaptığı şeyin genel tanımı laubalilik olacaktır. Makalesinde, makale türünü yerle yeksan ettikten sonra, bir ihtimal literatüre sunacağı yeni bir yazı türü varsa ve bu yazı türü kendi tasarısı ise; seçilmiş nesnel yörüngeyi mat etmiş ve öznel bir yörünge arz etmiş olur. İşte bu her kalem sahibinin tutkuyla arzuladığı fakat pek azının ulaşabildiği mertebedir.
Son tahlilde diyebiliriz ki; seçilmiş nesnel yörünge, imlâyı kuşatacak kadar kesin ve keskin olmakla birlikte, zaruri ve kat’idir. Şayet kalem sahibi “surda bir gedik” açma aksiyonerliğine talip ise evvela mezkur yörüngeleri ihtiyatla teftiş ve mütalaa etmeli ve hedef tahtasına koyduğu yörüngeyle teşrik-i mesaisini yüksek bir pirim ile tamamlamalı ve nihayet ‘üslûp-imâ-imge’ trilojisiyle yörüngedeki nesnelliği müşahhas zemine celbetmelidir. Nitekim aksiyonerlik künyesi bir madalyon titizliğine haizdir. Bir yüzü imha edici, diğer yüzü inşa edicidir.
Oğuzhan Âsım Güneş