Bilmek nedir? Bilmekten murat insanın bir takım veriler vasıtasıyla bir şeylerden haberdar olması mıdır? Yahut bilmek dediğimiz şey tek katmanlı bir hadise midir? Bilmek yoluyla insan bir takım şeylerin künhüne vakıf olabilir mi? Bunların hepsi yahut hiçbiri. Bilmenin hakikati bilinen şeyin insanda uyandırdığı tesirlerin ondaki aks-i sedalarıdır. Ateşin yakıcı olduğunu bilmek ondan uzak olmayı sağladığı gibi çeşitli faydaların teminine de yarayabilir. Eşyanın hakikatinin olmadığını iddia edenlere karşın kelamcılar ateşe atılmalarının ve sonunda onlara ateşin hakikati var mı imiş diye sorulmasının gerekli bir karşılık olacağını dile getirmişlerdir.
Bilmek insanı felakete de selamete de düçar kılabilir. Neyin bilineceği, hangi bilginin öne alınması gerektiğini sağlayacak bir ‘anlayış’ her şeyden önce gereken hassedir. Ebu Hanife hazretlerinin fıkıh tarifi kişinin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesi şeklindedir. İnce anlayış bunu gerektirir. Mevziini bilen anlayış ise nerede durduğunun idrakinde olan, durduğu yerle adımını attığı yer arasındaki nispetini muhafaza edebilen ve sarkılan her meselede bu bağlılığı aksettiren anlayış demektir.
Modern dünya kargaşanın ve muğlaklığın insan teklerine normal olarak kabul ettirildiği bir çağdır. Mevziini bilen anlayış davasının hak yahut batıllığı bir tarafa muğlaklıktan kurtulan anlayıştır. Anlamak ve anlamlandırmak faaliyeti bu bilişle alakalıdır. “Neredeyim” sorusunun cevabını vermeyi göze almak bu idrake varmanın anahtarıdır. Bu anlayışı sağlayacak bir itikada sahip olmak ise mevzinin tahkimi demektir. Mevzinin tahkimi hükümlerin sıhhatinin ve tutarlılığının temin edicisidir. Her mevziini bilen anlayış sıhhati gerektirmez elbette. Ancak mevzii bilinmeden sıhhat de mümkün değildir. Mevziini bilmek belki her şey değildir ama olmazsa olmaz bir şeydir. Bu anlayışı sağlayacak itikad her ferdin kendi yolculuğunda mihenk taşı edineceği vazgeçilemezidir. Vazgeçilemez olarak işaretlenen şeye sadakat mevziyi koruyacaktır. Muğlaklık ve kargaşanın yok olması buna bağlıdır. Buradaki anlamıyla mevziini bilmek bir süzgeç elde etmektir. Sarkılan meselelerin kendisiyle süzüleceği, öz – posa ayrımına tâbi tutulacağı, doğru ve yanlış işaretlemesinde kullanılacağı bir süzgeçe sahip olmak, insan olma haysiyetinde olmazsa olmazlardandır.
İnsanın haysiyetini koruması attığı adımlarda kendiyle olan mutabakatını koruması yoluyladır. Sözü başka özü başka olan insanın haysiyeti düşüklükle muttasıftır. Herkesleşmek şahsiyetini kaybetmektir. Bugünün dünyası insan fertlerinin herkesleşmesi için adım başında fare kapanlarıyla bezenilmiştir. Kitle iletişim araçları, modern eğitim sistemleri vedahî ticari anlaşmalar ahlâki değerlerin ötelenerek herkesleşmenin meşruiyetini sağlamalarıyla insanları kıskacı altına almaktadır.
Mevziini bilen anlayış kendi diline sahip olan anlayıştır. “Her dünya görüşü ayrı bir dil ve bu dünya görüşüyle sarkılan her mevzu, varlığın muhtevasından şuurun çıkardığı ayrı bir dil kurmadır”.[1] Mevziini bilen anlayış dünya görüşünü örgüleştirmiş anlayıştır. Yapılması gereken iş Üstad Necip Fazıl’ın zikrettiği üzere: “[…] herhangi bir dil çarşafına bütün dünya yemişlerini silkelemek, o dile bütün dünya hakikatlerini konuşturmaktır.”[2] Kendi dil çarşafına sahip olmayanlar başkalarının dilleriyle kendilerini ifade etmek zorunda kalırlar. Dil mütehakkimdir. Sınır koyar, doğru ve yanlış tefrikinde başrol oynar.
Kelime-i tevhid mevziini bilmenin en güzel örneğidir. Nefiyle (olumsuzlama) başlayan yolculukda tüm zıtlar, batıllar dışta bırakılır, peşi sıra ispatla Allah’ın tekliği vurgulanır. Kainatın Efendisinin Allah’ın Resulü olduğunu deklare ise bu ispatın peşi sıra eşya ve hadisenin sırrının bize O’nun vasıtasıyla geleceğinin ilanıdır. Müslümanlar kelime-i tevhide olan sadakatleri nispetinde kendileri olurlar. Kendi olmak, kendinin dışındakini dışarıda bırakmaktır. Kimlik ötekinden ayırıcı işarettir. Kendi kimliğine sahip olmak ise başkalarına karışmaktan korunmaktır. Herkesleşmekten kaçınmanın yolu kimlik sahibi olmaktır. “Her şey birbirine ait sıfat ve tavırlarla açıklanamaz olan zıtlar arası muvazene içinde “Maksat Bir” hedefine akmaktadır; dava, neyin neye zıt olduğunu bilmekte. İslâm, insan ve toplum meselelerinde üstün muvazenenin “Mutlak Hakikat” nizamı olarak, eşya ve hadiselerin teshirinde onların hakikatinin kendisine vurulacağı Mutlak Mizan-Mutlak Mihenk”[3]. Modernliği teşrih ancak geleneğe vukufiyetle mümkündür. Modernliğin karşısında gelenek vardır. İslâm’a muhatap anlayış davasında Büyük Doğu – İbda geleneğe vukufiyetin, modernliğin teşrihinin imkanını sunan anlayıştır. Mevziini bilmek sloganlara hapsolmak değildir. Hakikatin peşinde “İslâm, önce bulmak, sonra aramanın rejimi; önce teslimiyet, bu teslimiyetten sonra hakikati arama yolunda sonsuz hürriyet…”[4]sırrını anlamak meselesidir asıl mesele. Bulunanın ve bilinenin aranması şuurudur söz konusu olan. Düz bir çizgi halinde sathî ilerleme tekerlemesiyle değil, daire sırrını idrak ederek derinleşmekte yatar anlam. Dairenin ilk noktası ile son noktası yan yanadır. Yolculuk kendinden kendinedir. Hidayet bidayettedir.
Biz “mevziini bilen anlayış” derken ilk anlamıyla bir Marksist’in de kendi mevzisini bilmesini kastediyorsak da, asıl muradımız Müslüman olarak nerede durduğunu bilmek, bu bilmeyi aksettirecek anlayışa sahip olmak, sanattan iktisada bu anlayışın verimlerini ortaya koymaktır. Bu kavranıldığı takdirde kimlik bunalımının aşılması sağlanacak, İslâmi mücadele de rayına oturacaktır. Kutuplaşmak kimliğini kuşanmaktır. Kimlik kuşanıldığı takdirde zıtlarla kutuplaşmak işten bile olmayacaktır. Bu kutuplaşmak karşındakine bakarak kendini konumlamak anlamında bir kutuplaşmak değildir. Kendi yerini bilmekle karşındakinin kendi kutbuna zarureten oturması demektir. Bu sırrın idraki meselelerin kendiliğinden çözümünü getirecektir. Gerisi seferle mükellefiyetin farkına varılarak icra edilen yolculuğun peşi sıra zaferi Allah’a ısmarlamaktan gayrısı değildir.
Ve minellahi et- tevfik
FATİH TEKİN
[1] Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, İbda Yayınları, 3. Basım, 1993, İstanbul, s44
[2] A.g.e S.45
[3] Ag.e s.70
[4] A.g.e 97