253 views 9 mins 0 yorum

İşin Adını Koymak

In Deneme, Düşünce
Kasım 18, 2024

Bir şeye ad koymak, o şeyi mücerretler âleminden çekip almanın, varlık hiyerarşisinde mâlum bir yere konumlandırmanın yollarından biri, belki de en önemlisidir. Zira adı olmayanın anısı da, bırakacağı izi de olmayacaktır. Amellerini bir hedef doğrultusuna koymak isteyen kimse, yaptığı işe bir ad vermek ister. Niyetleri birbirlerinin hayatlarında iz bırakmak, beraber bir yolculuk yapmak isteyen gençler “işin adını koyalım” derler. Gönül bağının meşru bir zemine taşınması ve ikinin tek potada erimesi bakımından “sözlenme” merasimi bir ad koymadır, “nişan”sa bir sonraki ad koyma işlemidir. Nihai damga olarak “nikah”, işin adının tamam olduğu bir devrenin alemidir denilebilir.

İsimlendirme faaliyeti (tesmiye) bir işaret faaliyetidir. İnsan ad koyarak yaşar. “Ben” dediğimde işaret ettiğim kendi gerçekliğimken “sen”, muhatabıma yönelen bir hitaptır. İsmin müsemmanın aynı yahut gayrılığı mevzusu “Kelam ilmi” geleneğimizde de ele alınmış, kısaca “Allah” diyerek zikrettiğimiz “ismin” Allah’tan gayrısı olmadığına dair bir etütle ehl-i sünnet meseleyi kapatmıştır. Tesmiye insana özgü bir eylemdir. Hayvanlar eşyayı tasnif edemediği gibi onları isimlendirme kuvvetine de mâlik değildir. Her ne kadar kendi varlık seviyelerinde vuku bulan irtibatın keyfiyetine dair yeterince bilgimiz yoksa da insana verilen bu hassanın diğer varlıklarda olmadığını söyleyebiliriz.

Türkiye’de uzunca bir süredir işler “işin adını koymak”la değil meseleyi ele almayı ertelemekle geçiyor. Sınırlar bulanıklaşıyor, kimlikler deforme oluyor, insanı insan kılan ne varsa vâkıada kendini dayatan hayatımıza kurban ediliyor. Üstelik bu bîkararlık, hayatın her alanında müşahade edilen bir husus. Siyasette, iktisatta vedahî ilmi faaliyetlerimizde. Halbuki meseleyi ideolojilerin anlaşılması zeminine çektiğimizde işin adını koymamanın en çok postmodernliğin işine yaradığını farkediveririz. Postmodernlik kıymet hiyerarşilerini evvela modernlik eliyle başaşağı çevirmiş, ardındansa hepsini güzelce tesviye etmiştir. Tesviyeden rahatsız olmayanlar “hakkın ihkakını” umursamayanlardır. Çok daha politize ve pratik olarak ifade edecek olursak: Başörtüsü meselesini içinde eşcinselliğin de yer alacağı tesviye alanından ele alanlar umursamayarak yaşayanlardır.

Kriz dönemlerinde, hiç olmadığı kadar toplumun çeşitli kamplarından teklifler doğar. Tehlike kapıda değil evin içindedir artık. Müdahale edilmezse ev yanıp kül olacak, yurtsuzluk hem cüz’i hem de küllî olarak tadılacaktır. Ancak kriz anlarında ortaya çıkan teklifler belki bir “karşı hamle”, canlılığın yitirilmediğine dair ümit verici faaliyetler olarak değerlendirilse bile “kriz”den doğması itibariyle gerçeği çoğu kez ıskalarlar. Gerçeği ıskalamak meselenin hallini baştan sekteye uğratmak anlamına gelir. Zira karşı karşıya olunan şeyin mahiyetine dair doğru bir tasavvur yoksa, tasdikler de sıhhatli olamazlar.

Tasdik kelimesini mantık ilminin çeperinden çekerek lugavi bir yaklaşımla ele alacak olursak “doğrulama” anlamına geldiğini farkederiz. Doğrulamak için elde doğru ve yanlışı ayırt edecek bir usturlaba, kritik aletine, değerler manzumesine ihtiyaç vardır halbuki. Görme faaliyeti göz tarafından icra edilse de, malzemeyi süzen kalptir. Kalp akleder ve dayandığı değerler manzumesine dayanarak “tasdik” yahut “red”deder. Türkiye değerler manzumesi evvela külli ölçüde (ulus-devletleşmeye giden süreç) ardındansa yaşanan hayatla birlikte cüzi ölçüde (sekülerleşme) parçalara ayrılmış bir ülkedir. İlkelerini kaybetmiş, dışarıdan ithal edilen ülkülerle kendisine yeni bir ilkeler dizisi, değerler manzumesi vaz’ etmek yoluna koyulmuş, gün sonundaysa kimliğini deforme etmiş gözükmektedir.

Kimliğin deforme olmasının anlamı şudur: Her millet kendine ait bir kimliğe, dayandığı din; felsefe, ideoloji, hayat tasavvuru itibariyle sahiptir. Eğer ortada “millet” olarak işaret edebileceğimiz bir topluluk yoksa orada bir homojenlikten bahsetmek abesle iştigaldir. Türk milleti öyle yahut böyle on dokuz biraz iyi niyetle, genişletecek olursak yirminci asra kadar bir kimlik sahibiydi. Bu sahiplik kendinden olanları içinde tutarken, ötekileri de kendi değerler manzumesine dayanarak dışarıda tutuyor, böylelikle kimlik, dairevi olarak tahayyül edebileceğimiz kimlik içeriye su sızdırmıyordu. Daire ilk ve son noktası sırt sırta olan, dinlerde de mitolojilerde de sembolik olarak kendisine sıkça başvurulan çok elverişli bir geometrik şekildir.

Kimlik bir dairedir, dairenin herhangi bir çizgisi diğer ucuna bağlanmamışsa artık ortada bir daire kalmayacaktır. Aradan su sızmıştır. Aradan sızan su zaten bir çizgi, daire haline gelerek kemaline erememiş bir çizgiye dönüşen şekliyle gittikçe deforme olmuş, tefessühe uğramış ve başkalaşmıştır. Tağayyür ben’i dönüştürdüğü zaman ortada “ben” kalmaz. “Ben” yoksa “sen” de yoktur. “O”nun varlığı ise sözkonusu bile edilemeyecektir artık. Zamirler insana bir tefrik imkanı sağlar. Tasnifte yardımcısı olur. İsimlerin, kendi damganızı üzerine bastığınız, mühürlediğiniz isimlerinizin çürümesi bir felakettir. Bunun bir adım sonrası zamirlerin yok olması ise daha büyük bir felakettir. Artık kavga edeceğimiz, kendisine uzaktan da olsa bakıp içleneceğimiz, yeniden kendimize gelerek almak için uğraşacağımız, inşa edeceğimiz bir evimiz de vatanımız da kalmamıştır bu manzarada. Zira ayaklarımız yere basmamakta, insanı hayatta tutan biricik özelliklerinden biri olan duyu organları kendisiyle irtibata geçerek duyacağı nesneleri bulamamaktadır.

İşin adını koymak kaybettiğimiz yolumuzu, evimize giden yolu bize buldurabilir. İslam düşüncesinde isimler Kur’an-ı Kerim’de de geçtiği üzere Allah tarafından insana bahşedilmiş, öğretilmiştir. Batı dünyasının dayandığı din olarak Hristiyanlıkta ise İncil’de geçtiği haliyle Tanrı Adem’e izin vermiş ve eşyaya isimleri kendisinin koymasına müsaade etmiştir. Biz Müslümanlar Allah’ın bize yol göstermediği durumda işin adını dahi koyamayacağımızı biliriz. Batılılarsa dinlerini insana verilmiş haddinden fazla bir yetke olarak konuştururlar. Biz hakikatten gelme olarak dünyayı anlamlandırır, evvela tasdik eder ardından bu tasdikte derinleşmeye koyuluruz. Batılıların arayışıysa elastiktir. Bir bağı yoktur. Halbuki akıl bağdır. Bağ olarak işlevini gören aklı, bağlarından sıyırmak akl-ı selimi ihraç ederek fesadı hakim kılmaya çıkacaktır.

Fatih TEKİN

/ Published posts: 64

Nedamet'te yazar. Son Kıvılcım dergisinde editör. İlk kitabı "Modern ve Postmodern Kıskacında" 2023 yılında yayımlandı. Erzurum'la İstanbul arasında.