220 views 11 mins 0 yorum

Doğru Çeşmeye Kanmak

In Düşünce
Ocak 31, 2023

İnsanlar muhatap oldukları şeylerin onlarda meydana getirdiği tesirlerden mürekkep olarak hayatlarını devam ettirirler. Terkip edilen şeyin bünyedeki imtizacı (birleşmesi), kişinin benliğinin toplamıdır. Benin inşası, farkında olunsun yahut olunmasın hayatın câri olan deveranlarının arasında vukû bulmaktadır. Hayat devam etmekte, zaman akmakta, insan hareket halinde yâni yolda iken “ol”maktadır. Bu oluşu kimisi ekzistansiyalist[1] (varoluşcu) bir şekilde, kimi nirvanaya ulaşmak hedefiyle, kimi nihilist bir şekilde anlar ve hayatını bu yörüngeye yerleştirir. Varlığın hiyerarşik telakkisi; benliğin inşasında dayanılacak mesnetlerle beraber ötekiye bakıştaki mevziyi de belirler. Halk genel geçer yaşar. Bu genel geçerlik genele yayılmış havanın muhasebesiz kabulüyle gerçekleşir. Muhasebe yapmaya kalkışanlar kitleden uzaklaşmak yoluna baş koyarlar. Yine aynı şekilde varlık tasavvuru, halktan uzaklaşan insanın halka bakışını tayin etmede önemli bir yer işgal eder. İşin sonunda fildişi kuleye çekilmek de halkın alelumum bakışındaki soluduğu havanın iyi ve güzele dönüşmesi için mücadele de söz konusudur.

Halkın teşrihine girişenler, evvelen kendi benliklerinin teşrihiyle meşgul olmak mecburiyetindedirler. Bu mecburiyetten haberdar olmamak yahut inkar insanı ıskalayan bir yere varmakla malul olacaktır. Esasen şu söz her şeyin bidayet ve nihayetidir denilse yeridir: İnsanın mevzisini tayin tüm kıymet ölçülerinin tayinidir. Herhangi felsefi bir düşünce yahut mezhebin “ne” olduğu da “ne olmadığı” da bu mizanla tartılabilir. Mesela teknoloji mevzuunda Batı’nın dolayısıyla tüm insanlığın hâl-i pür melâli şöyle kıymetlendirilebilir: “Roma nizamı, Yunan aklı ve Hristiyan ahlâkı” olarak formüle edilen Batı toplum yapısı içinde “insanca” yorumu yapılmadan genişleyen teknoloji, aynı toplum yapısının ürünü olan liberal, faşist ve Marksist rejimlerin hayata geçirilmiş biçimlerinde azmanlaşmış, insan için makine yerine, makine için insan şeklinde ve insan emeğini değersizleştiren bir “tek tayin edici güç” olmaya yönelmiştir.”[2] İnsanın düşüncede koyulduğu yerin ameliyede yerini bulması, pratik sonuçlar doğurması işten bile değildir. İslam düşüncesinde merkezdeki “gaye insan” Hazreti Peygamber aleyhisselamdır. Batı’nın tekniği getirdiği yer esasen hiç de şaşırtıcı değildir. Dayanılacak “remz şahsiyet” yokluğu her şeyin önünü açmış, her şeyi mübah kılmıştır. Hristiyanlıkta da temsile müsait bir insan yoktur. Hazreti İsa mevzisinden taşırılmış, adil bir hayat tasavvuru daha baştan baltalanmıştır. Batı’nın modern dönemlerdeki insan tasavvurunda dile getirildiği üzere dayandığı temsili bir örnek yoktur. Antikiteye dönülerek oluşturulan Ulus-devlet kıyafetleri bireylere cebren giydirilmiş ve insan kitlenin içinde eritilmiştir. Bu biçilen kıyafetler ve oluşturulan hava ise şu an tüm dünyayı kaplamış vaziyettedir. Küreselcilik tek bir elden insanlara ısmarlanan, insanları özgür olduklarına ikna ederek dünyayı tek bir köy haline getirmektedir. Dolaşıma sokulan bilgi, veri yığınları ve manipülatif haberlerden ibarettir. Baudrillard yarım asır öncesinde “her şeyin televizyon ve haber düzeyinde olup bittiği bir dünyada yaşıyoruz”[3] diyerek genele yayılmış havanın nereden nereye aktığını dile getirmişti. Bugün de insanların teneffüs ettikleri havaya sinen şeyler gerçeklikten uzak, insanın aslına ırak bir yerlerden akmakta, bu akışın içerisinde ne olursa olsun aynı encama mahkum olmaktadır. Bugün içerik (her ne kadar iyi ve güzelden de haber verse) taşınan şeyin formu tarafından işgal edilmiştir. Bu form kırılmadan ve akan veri bilgiye dönüşerek yeniden kendi mecrasına tevdi edilmeden bir kurtuluştan da, çıkış yolundan da bahis mümkün değildir.

Bugün insanların yudumladıkları suların hangi çeşmeden olduğuna dikkat etmemeleri cemiyetin iyi ve doğruya gidişinin en büyük engelcisidir. Bugünün toplumundaki tek müphemlik budur denilse yeridir. Kelimelerin kullanımından kıyafet tercihlerine, zevk ve beğenilere kadar herhangi bir boşluk, yoruma müsait bir alan söz konusu değildir. Liberalizm hâkim güçlerin kendi aralarında döndürdüğü oyunun ismidir. Zaten liberalliğin son haddi büsbütün kendini iptaldir. İnsanların çeşitli fikir ve dünya görüşlerine ve hatta dinlere olan muhataplıkları herhangi bir çeşmeden su içmelerine benzetilebilir. O çeşmenin kaynağında “olan” ve “olmayan” yâni çeşmenin kendi içine aldığı ve dışarıda bıraktığı şeyler o çeşmenin kimliğidir. Kimlik kendiliğin ikrarıyla kendinden gayrı olanın ispatıdır. Efradını câmi, ağyârını mâniden maksat, şeyin kendi fertlerini halkasına dahil etmesi, kendinden gayrılarını da halkanın dışında bırakarak onlara sınır çizmesidir. Gerçi bugün kelimeler şeylerin özünü ifşadan çok, örtmekle meşguldürler. Kelimeler belli bir sarahate, açıklığa değil; muğlak ve uçucu şeylere değmekte, bunların toplamından da bir irtibat değil parçalanma ortaya çıkmaktadır.

Bugün bir insanın yaşadığı hayatı muhasebeye tâbi tutması, hangi çeşmeye kandığının ikrarıyla başlayacaktır. Kabul ve retlerinin dayandığı mihenk taşının peşine düşenler, belli bir süre sonra bu taşın teşrihine girişeceklerdir. Elbette hidayet Allah’tandır. Allah kimin hidayetini dilerse onun kalbini İslam’a açar.[4] Tüm ameller Allah tarafından ihlasla damgalanmadığı müddetçe zahirdeki çokluklar itibara alınmazlar. İslâm’a muhatap olmak, bu muhataplığın gereğince tüm eşyayı zapt-u rapt altına almak demektir ki bu mevzu dünyanın kurulması ve sürdürülmesi meselesinde olmazsa olmazlardandır.[5] Kadim zamanlardan beri dünyanın kurulması ve sürdürülmesi (ki sosyolojide hayli yer işgal eden mevzulardandır) din yoluyla vuku bulurken modern zamanlar dinin dünyaya anlamını veren renginden tecrid edilmesiyle kendini iyiden iyiye tahkim etmiştir. Hem ferd hem de cemiyetin anlam vermek için başvurduğu kaynaklar (çeşmeler) kimliklerini ya tahkim yahut tezyif ederler (zayıflatırlar). Bu hususun farkına varmak doğru çeşmeye kanmak için yola çıkmaktır. Hayat bir yoldur, yolda olanlar yolda kendini ya oldurur ya da öldürürler. Ölümsüzlüğün sırrına erişmek olmak manasında ölmek sırrına ermek demektir.[6] Bize düşen sabit kadem olmak için cehd etmek ve doğruları kendi nefsimize mâl etmekten imtina ederek yolda olmaktan ibarettir.

Fatih TEKİN


[1] Soren Kierkergaard ile başlayan ve aynı zamanda Nietzsche’yi de özgürlük meselesini merkeze alması bakımından katacağımız ancak Nietzsche’de daha çok seküler olarak vulgarize olan sonraki dönemlerde ise Karl Jaspers ve Paul Sartre gibi önemli isimlerin dayanağı olan felsefî akım. Ayrıntı için bknz: Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi -Thales’ten Baudrillard’a-, Say yayınları
[2] Salih Mirzabeyoğlu, Bütün Fikrin Gerekliliği , s.60, 2017, 3.Basım,
[3] Baudrillard, Simülasyon ve Simülakr, Doğu-Batı yayınları, s.86, 2022
[4] فَمَن يُرِدِ اللّهُ أَن يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلإِسْلاَم (En’am suresi 125.ayet-i kerimesinden)
[5] Bizim dünya görüşü hususunda dayanak noktamız Büyük Doğu-İbda külliyatıdır. Bu külliyata muhatap olanların muhataplıklarının gereğini hakikatiyle yerine getirmek için çalışmaları işten bile değildir. Slogana ve retoriğe hapsedilen bir fikir hamasete dönüşerek asıl anlamını yitirecektir.
[6] Ölmeden önce ölünüz her ne kadar hadis-i şerif olarak nakledilse de kelâm-ı kibar demek daha doğru olacaktır. Hususen İbn Arabi hazretlerinin kitaplarında geçen bu söz Müslümanların hayatlarının seyrinde varmaları gereken yeri hulasaten işaretleyen veciz bir sözdür. Ayet ve sahih hadis-i şeriflerden birçok benzeri yahut aynı manaya geleni bulunabilir.

/ Published posts: 64

Nedamet'te yazar. Son Kıvılcım dergisinde editör. İlk kitabı "Modern ve Postmodern Kıskacında" 2023 yılında yayımlandı. Erzurum'la İstanbul arasında.

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.