Yarınımı anlamlı kılmak istiyorum. Yarınımı anlamlı kılmak için bugünümü doğru yere oturtmam gerektiğinin idrakine varmış bulunuyorum. Şu an yaptığım ‘ne’ ise ‘o’nu doğru ve güzel yapmanın yollarına tâlip olmalıyım. Ne var ki modern düşünce insan olarak bana ‘sâbite’ edinme imkanı tanımıyor. Eğer inşa edilecek bir ‘sabite’ varsa bunu kendi süzgecinden geçirmesi, küresel dünya için tehdit olmaktan çıkarması, bu dünyanın meta döngüsüne uygun hale getirmesi icap ediyor. Bu aşamalardan geçmeden inşa edeceğim düşünceyi yeryüzü sathına yaymaya başladığım anda çeşitli kavramlar üzerinden bir karalamaya maruz kalıyorum. Kıyafetlerim Los Angeles’da üretilen kültürü aksettirmediği için ne kadar temiz olursa olsunlar ‘pis’ olmaktan kurtulamıyorlar. Mesela sakalım dahî kesiliş şekline göre anlam kazanıyor. ‘Top’ olursa ileriyi temsil ediyorum, bir kabza miktarı olursa insanlar tarafından ‘geri’ye konumlandırılıyorum. İleri ve geri var. Orta yok. İleriyi de modern düşünce belirliyor geriyi de. Devrimler ‘eski’yi deviriyor ‘yeni’yi inşa ediyor. Öyle bir inşa ki son tuğla konulunca artık modern dünyanın bir ‘birey’i olunuyor. Bu dünyada tabiat; müşahade edilmesi ve tefekkürle kendi varlığının anlamlandırılması yolundaki bir mevzi değil, hâkim olunacak ve sömüreceği, insanın dilediği gibi tasarrufta bulunacağı bir yer. Bu dünyada insanlar menfaatlerine göre değerlendirilirler. Bu menfaat de meta merkezlidir. Eşyanın insan için tasarruf edildiği dünyadan insanların eşya için harcandığı dünyaya gelmiş bulunuyoruz. Kimsenin bu geçişin ne zaman ve hangi saiklerle meydana geldiğine dair soru sormaya niyeti yok gibi. Zira içerisinde bulundukları hâlin bir kabz hâli olduğunu dahî hissetmiyor kalabalıklar. İnsan olmaktan uzaklaştığının idrakinde olmayan insan. Unuttuğunu unutan, bu unutması üzerinden dünya kuran ‘insan.’
Şimdi bu ‘dönüşüm’e dair bir takım şeyler söylemek, bu sürecin nasıl meydana geldiğini zihnimizde billurlaştırmanın önemi ortaya çıkmış bulunuyor. Zira içerisinde yaşadığımız hâlden memnun değilsek bu hâlin asıl olmadığı ve sonradan bozulduğuna inanmışız demektir. Yoksa bu hâl bir bozuluş değil de asıldan ibaret ise bize düşen memnuniyetsizlik değil sabırdır. Modern düşünceye ve bunun inşa ettiği dünyaya sabretmek isteyenler bu sabırlarını muhafaza ededursunlar; biz bu çarpıklığın aslına döneceğini ikrar edenler olarak yolculuğumuza devam edelim.
Toplumların hayata bakışını ve ortaya koydukları şeyleri inceleyecek olursak karşımıza kainatı anlamlandırmada tabiata bakışın önemli bir yer tuttuğu çıkacaktır. Bu anlamlandırma bugünki deyişle “bilim” ile doğrudan alakalıdır. Batı düşüncesindeki bilim anlayışının değişimine dair bir fikir sahibi olmak bugünü anlamlandırmak için de işimize hayli yarayacaktır.
Modern bilim düşüncesinin doğuşunu sağlayacak olan tarihsel süreç izlendiğinde önümüze çıkan ilk isim Copernicus’tur. Kopernik devrimi olarak bilinen ve klasik evren anlayışının köklü olarak değişmesine neden olan yaklaşımıyla Copernicus, modern kozmolojinin oluşum sürecini de başlatan bir düşünür olarak gözükmektedir. Bilindiği gibi Copernicus’a kadar ki Batı düşüncesinde dünya merkezli bir evren tasavvuru hüküm sürmekteydi. Teolojik bir mahiyete sahip olan bu evrem tasavvuruna göre, Aristo’nun ay-altı ve ay-üstü alem ayrımına bağlı olarak mükemmellik, yukarıdan yani ay üstü alemden aşağıya hiyerarşik bir görünüm arz etmekteydi. (1)
Batı diye adlandırdığımız şeyin bugünkü dünyayı bu hale getirmesi bir anda meydana gelen bir süreç değildir. Hususen Rönesans ile başlayan ve dalga dalga kendi düşünürleri, filozofları eliyle meydana getirilen bir dünya ile karşı karşıyayız. Kilisenin hâkim olduğu ve skolastik düşüncenin hüküm sürdüğü dünya elbette matah bir şey değildi. Ancak bununla beraber vahiyden çok az da olsa parçacıklar taşıması hasebiyle hiç şüphesiz hem bugünkü kadar tahripkâr hem de yaygın değildi. Müslümanlar, karşılarında Hristiyan bir yapı görmeleri itibariyle de kendi dünyalarına fazlasıyla sahip çıkıyor ve bu dünyaya sadakatleri nispetlerinde yeryüzünde hüküm sürüyorlardı. Bugün bir Müslümanın Hristiyan olması hadisesi nadiren görülmektedir. Tarih boyunca da misyonerlik faaliyetlerinin yoğunluğuna rağmen Hristiyanlığın intişar edememesi; buna karşın dindar bir ailede doğan gencin bugün itibariyle seküler bir muhite ve yaşam tarzına kolaylıkla yelken açması işten bile değildir. Bu konu dine ait alanın sosyal hayattan tecrit edilmesiyle bugün için doğrudan alakalıdır. Burada akla gelen soru Hristiyanlığın neden böyle bir intişarı bir türlü yakalayamadığı olabilir. Bunun ilk cevabı Müslümanların kendi dinlerine sadakati olmakla beraber ikinci bir cevap da Müslümanların Hristiyan dünyasını konumlandırmasıyla alakalıdır. Müslümanlar Rönesansla başlayan sürecin sonucu olarak ortaya çıkan modern düşünceyle ilk irtibata geçtikleri zamandan itibaren modernleşmeyi (Batılılaşmayı) dinin aslına zarar verici bir şey olarak addetmemişlerdir. Tanzimat fermanı ile deri üstüne sızan süreçten itibaren Osmanlı Aydınlarının Batı’yı ve sosyal kurumlarını anlamlandırmalarına bakmak bu hususun ipuçlarını bize verecektir.
Yeniden Copernicus’a dönecek olursak Copernicus, dünya merkezli evren anlayışının yerine, güneş merkezli evren anlayışını ikame ederek klasik kozmoloji anlayışının yıkılmasına öncülük etmiştir. Aynı şekilde metafizik gerçeklik yerine fiziksel gerçekliği koyan Copernicus, yeryüzü ile gökyüzünün tamamına aynı dairesel hareketi yüklemek suretiyle, yerin fiziksel yapısı ile gök cisimlerinin yapısını özdeşleştirmiş ve hiyerarşik varlık telakkisinin yıkılış sürecini başlatmıştır. (2)
Copernicus’un tohumlarını attığı bu evren anlayışı Kepler, Galileo ve Newton ile doruk noktasına ulaşmıştır. Copernicus sistemine en büyük destek, kürelerin ahengini araştıran ve gezegenlerin hareketlerinin deneysel yasalarını formülleştiren bir bilim adamı ve mistik Johannes Kepler tarafından yapılmıştır. Astronomik çizgilerle yaptığı yorucu çalışmasıyla Kepler, insanın ilgisini evrenin niteliğine değil, niceliğine yöneltmektedir. “Nasıl ki göz renkleri görmek için ve kulak da sesleri duymak için yapılmışsa, insan zihni de ne isterseniz onu değil, fakat niceliği anlamak için yapılmıştır” şeklindeki sözleriyle o, çağa hakim olan niceliğin egemenliğini ilan etmektedir. (3)
İçinde bulunduğumuz dünyada mutlak bilgi olarak “bilim” addediliyor ve bir bilginin meşruiyeti için “bilimsel” oluşu kâfi geliyorsa bu vasatı neyin oluşturduğunu bilmek boynumuzun borcudur. Zira modern dünyayı aşmak için modern dünyayı anlamak ve köşe taşlarını kavramak icap etmektedir. Batılıların dilinden anlamadan onlara anladığı dilde karşılık vermek, bu akıp giden seli yeniden berrak bir ırmağa çevirmek mümkün olmayacaktır. Müslüman olmanın mükellefiyeti tam da bu noktada ortaya çıkmakta ve bize “insan” olmanın hakikatini gösteren Peygamber Efendimize (aleyhisselam) ittibayı emretmektedir. Önümüzdeki yazılarda inşallah bu dönüşümün izini sürmeye devam edeceğiz.
Ve minellahi et-tevfik…
Devam Edecek…
Fatih TEKİN
1) Tuncay İmamoğlu, Modern Batı Düşüncesinin Felsefi Temelleri, İnsan Yayınları, İstanbul, 2013, s.18
2) Fritiof Capra, Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası, çev. Mustafa Armağan, İnsan Yayınları, İstanbul, 1992, s.54
3) Wolfgang Smith, Kainat ve Aşkınlık, çev. Mehmet Ali Özkan, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996, s.31-32