
Minber, imamın hitabını okumak için çıktığı yerin adı. Fakat ben bu yazıda İslam’ı kavramları bir kenara bırakıp olanlar üzerinden konuşmayı daha uygun buluyorum. Çünkü kavramlar Antik Yunan filozofları edasıyla zaman zaman tartışılsa, üzerinden defalarca geçilip, envai çeşit kitaplar yazılmış da olsa maalesef halkın nazarında bir karşılığa hücum etmiyor, değişimin önüne dikilmiş olan çok sesli fikirler görünen o ki yalnızca ellerde patlıyor.
Bir ses yükseliyor elli iki hafta ve iki bayram. Milyonlara hitap eden, bir hatipten çıkıyor bu ses. Kim bu hatip, söyledikleri ne? Milyonlarca insanın hayatındaki etkisi ne? Yılda elli dört kere duyduğumuz bu ses, nasıl oluyor da bir etki bırakmadan çekip gidiyor da hayatımızdan ses sahibinin izini sürmüyoruz?
Bir ses düşünün ki zaten inanmış olan milyonlarca insanın şevkini arttırmak bir kenara dursun, içlerindeki şevki de alıp gitsin. Bir ses düşünün ki Türkçe bilen fakat bu seslere, bu sözlere tamamen yabancı insanlarda bir etki bırakamadan iyonosferde kaybolup gitsin. Günümüzde basit internet videoları dahi elden ele dolaşabiliyorken, bir ses düşünün ki milyonlarca insanın zihninde yer etmeye cesaret edebilecek kadar iddialı olsun, İlahi kaynaklardan beslensin ve ses sahibinin sözleri nasıl olsun da mabet çıkışı unutulup, başkasıyla paylaşmak bir kenara insanın kendisine dahi bahsedemeyeceği ilgisizlikle kaleme alınıp, unutulsun?
Shakespeare’dan aldığımız sözcüklerle hepimiz biliyoruz ki “Bütün dünya bir sahnedir.” ve yirmi birinci yüzyıl ekranlarında hepimiz görüyoruz ki günümüz dünyası artık o sahne üzerinde oynanan bir şovdan ibaret. Bu şov her zaman basitliği, yozluğu çağrıştırmak zorunda değil elbette. İnsan, hâlden hâle girebilir, yeter ki hakikat arayışından caymasın. Günümüz şovunda hepimiz birer başrolüz ve hep birlikte gerçeğe takla attırmaya çabalıyoruz. Gerçek yine var ve bazı insanlar yine hakikatin peşinde fakat bazı içre bazı insanlar gerçeğin renklendirilmiş ve daha eğlenceli paketlerle, görsellerle, kelimelerle süslenilmiş hâliyle gerçeği arıyor.
Artık birçok hikâye ezberlendi, sulu gözlerle okundu ama maalesef ki bir bahçenin oluşması bir yana bir çiçeğin açmasına dahi vesile olamadı. Bu yüzden insanlara yaşanmış menkıbelerin günümüz karşılığını, ayetlerin bilimle çarpıştırılmasını, insanların İslâm dışında kalmış hayatlardaki yerinin ezik sözcüklerle değil çarpışa çarpışa gülerek gerek ironiyle gerek mizahla gerek çatık kaşlarla lisan-ı münasiple anlatılması gerekli.
Ahmet Murat, Belki de Üzülmeliyiz adlı deneme eserinde ‘Hutbe Meselesi’ başlığıyla şu satırlarla sesleniyor: “Gönüllü olarak Cuma Namazı’na gelen bu milyonlarca insanın birçoğunun, o bir hafta boyunca dinleyip dinleyecekleri yegâne “dini konuşma” bu hutbe. O bir hafta boyunca duyup duyacakları ayetler, hadisler de sadece o hutbenin içinde. Bu sebeple bu hayati önemdeki konuşmanın çok iyi planlanmış bir metin olmasını bekliyoruz.”
Günümüz dünyasına sahnede gösterilen bir şov dünyası demiştik. Hâliyle her şov ister istemez bir temayı hâliyle bir metni barındırır içinde. En altından en üstüne kadar kameraya konuşan herkes karşısındakini etkilemeye çalışıyor. Bunu yemek tanıtımı yapan da halkı kendisine oy vermesi için ikna etmeye girişen siyasetçi de yapıyor. Bütün bu insanların da bir metni var yani ya kendileri ya başkaları tarafından metin yazarlığı yürütülüyor. Tek amaç etkilemek. Bunun da keşfedilmiş en etkili yollarından birisi biliyoruz ki: sözcükler. Sözcükler, insanın etkilenmesine dair bu denli bir öneme sahipken ve bunu en alt bir hatipten en yükseğine kadar hepsi kelimesi kuvvetince özenle yapmaya çalışırken, hutbe yazarları neden böylesine yavan bir çelişkiyle bize seslenmektedir?
İmam, hutbe sonrasında minberden cemaate namaz kıldırmak için cemaatin önünde bulunan mihraba iner. Mihrap sözcüğü harp kökünden gelir. Yani mihrap, şeytan ve heva ile muharebe edilecek yerin adıdır. Sözcüklerle bile harbini verememiş olan bir hatip, nasıl olacak da topluluk üzerinde iyi bir etki bırakacaktır? Etkiye açık bir tebessümle yaklaşıp da milyonlarca insanı etkileyemeden, somurtkan ve hızlı adımlarla kaçıran, aynı zamanda bir sonraki haftaya kadar şevki kırıp, dolu bir gönülle geleni eli boş gönderen bu ses, tekrar soruyorum ki kimindir?
Yakuphan Ustaoğlu