107 views 10 mins 0 yorum

Yaşanmaya Değer Hayat

In Deneme, Düşünce
Nisan 27, 2025

Sokrates derler, sokaktan çevirdiği insanların yakasına yapışırmış. “Yaşanmaya değer hayat ne?” diyerek onları bir nebze olsun yaşadıkları gerçekliği sorgulamaya itmek istermiş. Filozofun bu tavrı bize nakledilse de nihai olarak biliyoruz ki Sokrates halka yenilmiştir. Halka derken, düşünme melekeleri avami düzeyi aşamayan, ahlaki olarak nesne düzeyinde kalmış insan topluluğuna yenilmiştir. Bu cümlem bir halk yergisi değildir. Halk aşağılaması hemen her felsefi düşüncede mevcuttur. Halk cahildir önkabulü elhak müsellem değildir. Ancak münfaildir diğer taraftan halk. Ona ne verilirse azçok onunla yaşar hayatını. Bunu yalnızca maddi kıymetlere hapsetmemek gerekir. Toplumun aktığı yahut akması istenen yerlere doğru akar halklar. Diğer taraftan elitist olarak adlandırılan bu tavır haddini aştığı takdirde  aklı başında her insanı rahatsız etmelidir. E peki bu elitizmi savunanlar aklı başında değil midir sorusu gelebilir hemen aklımıza. Aklı başında olmağı nereye koyduğumuza göre değişir bu sorunun cevabı. Mesela aklı başındalık halkı tahakküm altına almayı, onları belli yaşam menfezlerinde yaşamaya mecbur kılarak iktidarın tahtını sağlam tutmayı ifade ediyorsa bu tavır çok aklı başındadır. Akıl burada menfaate eşitlenmiştir. Menfaatin içi pragmatizmle doldurulmuş, Machiavelli’nin Prens’inde gördüğümüz üzere elitizm baş tacı edilmiştir.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’ı tasallut altına aldıktan kısa bir süre sonra Prens’i çevirttiği söylenir. Paşa görünen o ki kendine yönetim modeli oluştururken Batı’dan haberdar olarak bunu yapmak istemiştir. Mısır modernleşmesi ilginç bir seyre sahiptir. Belki Paşa bunu hedeflememiştir ancak sonraki asırda hemen her ulus-devlette olduğu gibi Mısır da geçmişini kurcalamış ve bu toprakların İslam öncesi tarihinden kendine prestij devşirmeye çalışmıştır. Elbette bu neviden hareketler Batı’nın damgasının bulunduğu hareketlerdir ve meşruiyet artık bu yoldan vuku bulmak mecburiyetindeydir.

Sokrates’i öldüren rejimin “Demokrasi” olduğu söylenir. Günümüzdeyse hala “demokrasi” dünya sisteminin en elverişli kavramlarından biridir. Amerika ve Avrupa önemli bir süre -ki bu tavır hâlâ sürmektedir- bu paravan kavramı kullanarak sömürge faaliyetlerini icra etmiştir. Amerika için yaşanmaya değer hayat ancak Amerikalı hale gelerek yaşanabilir. Amerikan kültürü dünyanın birçok noktasına ihraç edilir. Ortaya bu soruyu sormak aklına bile gelmeyen kitleler çıkar sonunda. Artık iktidar emin bir noktadan halkı seyretmektedir. Daha doğrusu halkları.

Esasen Müslümanlar geçmişten günümüze gelen, gerek ilmi olarak gerekse yaşayış bakımından batılı yaşam tarzları ve  kültürlerini sorgulamak için biçilmiş kaftanlardır. O zaman bu tehlike de bertaraf edilmeli, kendi halkı adına mücadele eden tüm insan toplulukları terörize edilerek bir damgalama işlevi gerçekleştirilmelidir. İslamofobi Müslümanların tüm muhalefet imkanlarının dar bir alana sıkıştırılmasını ifade etmektedir. Tam burada bir karşı hamle olarak, bir reddiye olarak İsmet Özel’in “Müslüman teröristtir” sözü gelir aklımıza. Bu tavır en ideal tavır mıdır bilemiyorum ancak pejoratif tavrı baltalayan bir tavırdır. Zira özür dilemeci, kendini sarahaten ifade etmek için çok fazla efor sarfedici tavırlar muhalefeti sündürmektedir. Ne yazık ki ülkemizde de bu tavır hayli yaygın gözükmektedir.

Yaşanmaya değer hayatı sorgulamaktan bahsettik. Bahsimiz bizi Sokrates’tan alarak Amerika’ya getirdi. Demokrasi dedik, ne menem şeymiş. Amerika ne kadar da profesyonel bir zalimmiş! Batı hegemonyasının çöküşünü bekler olduk. Tam bu noktada iki binli yıllardan sonra postlardan bir post olarak post-western kavramı entelektüel aleme girdi. Batı-sonrası olarak ifade edilen bu dönemde Amerika’nın başı çektiği coğrafya ve mana çeperinin yıkılışa doğru gittiği konuşulmaya başlandı. Bu kavram bugünlerde çok daha fazla dile gelmekte. Batı hegemonyası başını Çin ve Rusya’nın çektiği pakt karşısında gerileyişte. “Breaks” adıyla kurulan, içerisinde birçok ülkeyi barındıran bu pakt, ekonomik anlamda Batı’nın aldığı payı şimdiden aşmış durumda.

Hindistan da bu paktın için de Güney Amerika da. Burada dikkat çeken husussa bu ülkelerin bir anlatı inşa ederken kendi medeniyet kodlarını konuşturma uğraşı. Sembollerin ne kadar önemli olduğundan bahsetmiştim önceki yazımda. Burada da semboller dini ve kültürel referanslarıyla güncel olana çağrılmakta ve kapsayıcılık iddiasını güçlendirmek için hayli kullanışlı aparatlara dönüşmekte. Mesela Çin’de Şintoizm’e artan vurgu Hindistan’da Brahmanizm  olarak karşımıza çıkmakta. Sembolik mekanlarda yapılan siyasi konuşmalar bir mesajı dile getirmekte. Bu mesajlar ve konumlanmalar  karşısında Türkiye nerede derseniz bu soruyu cevaplandırmanın kolay olmadığını ifade etmek isterim.

Türk modernleşmesi diğer İslam coğrafyalarına göre ayrı bir yerde durmakta. Toprakların kurtarılması bakımından öncül olan ülkemiz geçmişin reddi konusunda da sanıyorum sıralamanın tepesinde. İşin garip ve manidar tarafıysa sekülerleşmenin en fazla yükseldiği dönemin banilerinin öyle ya da böyle muhafazakarlar olmasında. Öyle ya da böyle diyorum zira küreselleşmenin bizim topraklarımızı tesiri altına alamamasının mümkün olmadığını biliyorum. Yaşanmaya değer hayatı bulabilmek değil ilk elden belki önemli olan. Asıl mesele bu soruyu halka doğru genişletecek şekilde diri tutabilmekte.

Her şeyden önce yaşanmaya değer hayatın niteliklerini değil, bu sorunun elzemliğini ele almayı, neden böyle bir sorunun peşinde olmamız gerektiğine ikna olmamız gerekiyor. Zira tarihte hiçbir devirde olmadığı kadar fazla, “alık” insan tiplemesinin yaygınlaşmasıyla muhatabız. “Tek Dünya Devleti” gibi hülyalar da tüm insanların tehlikesiz hale getirilmesi ve iktidara boyun eğmesiyle doğrudan alakalı.

Hülasa her şeyin her şeyle olan alakasına dikkat etmek bugün için hayati bir önem taşımakta. Yaşanmaya değer hayat insanın ilk varolduğu günden beri güncelliğini koruyan bir soru. Bir tarafta insanı doğru yere konumlandırarak vahye kulak verenler, diğer tarafta insanı kendi içine kapatarak bir totoloji yoluna gidenler. Tarafımızı seçmek bizim elimizde. Her seçim bir reddir ve reddettikleriyle bir şeyleri “değersiz” görmek manasına gelir. Yaşanmaya değer hayat Amerikalı olmamak değildir yalnızca. Aynı zamanda tüm değer skalalarını doğru konumlandırmakla, redleri muhkem bir şekilde inşada yatar. Bunun içinse yol kendimizden başlar. Sonunda kendimize geri gelmeyeceğimiz her yolsa yaşanmaya değer hayatı baltalar.

/ Published posts: 69

Nedamet'te yazar. Son Kıvılcım dergisinde editör. İlk kitabı "Modern ve Postmodern Kıskacında" 2023 yılında yayımlandı. Erzurum'la İstanbul arasında.