Zarûret, Kubbealtı sözlüğe göre “mecburiyet, zorunluluk” anlamlarına gelir. Mecburiyet ve zorunluluk hâli, seçme ve tercih yapma hakkının elden çıkmasıdır. Bu durumlarda kişi, alternatif bir yol düşün-e-mez ve yapılması gerekeni koşulsuz olarak yerine getirir. Felsefe, mantık ve kelam gibi ilimlerde ise zarûret, “herhangi bir çaba harcamadan kendiliğinden meydana gelen tasavvur, bilgi, hüküm” şeklinde tanımlanır. Aynı zamanda “kıyas, istidlâl (delîle dayanarak bir husus hakkında hükme varma), istikrâ (tümevarım), gibi yöntemlere başvurup zihnî çaba harcamak suretiyle edinilen bilgi” anlamına gelen nazarî (teorik) ve kesbî (sonradan elde edilen) kavramlarının zıddıdır. Fârâbî, zarurî kavramını, Kitâbu’l-Burhân isimli eserinde, “değişmesi ve yanlışa dönüşmesi imkânsız olan, başlangıçta olumlu veya olumsuz biçimde zihinde belirdiği şekliyle sürekli var olan şey” olarak ifade ederken, İbn Sînâ, Kitâbü’ş-Şifâ isimli eserinde, “mutlak veya şarta bağlı şekilde sürekli var olmayı hak eden, olmaması düşünülemeyen” olarak ifade ediyor. İzzeddîn Kâşânî hazretleri, Misbâhu’l-hidâye ve Miftâhu’l-kifâye isimli eserinde, zarureti, gereklilik olarak ifade ediyor ve ruh-kalp ile nefsi-cismi olarak ikiye ayırıyor. İnsanın zorunluluklarını bu tasnife göre açıklıyor. Ruh ve kalpte bulunan zaruretler, Cenabı Hakk’ın şuhûdu, yani onun tecellilerine şahit olmak ile ikisinin de hayatiyetini sürdürme açısından bağlı olduğu asıl sıfatların ve fiillerin mütalaasıdır, yani tetkik edilip, aynadaki yansıma gibi apaçık görülebilmesidir. Nefsin ve cismin zorunluluğu ise insanın hayatta kalmasını gerektiren şartların yerine getirilmesidir. Yemek, içmek, barınmak gibi ihtiyaçların karşılanması ile insanın doğal zaruretlerini karşılar. İnsanın yemek-içmek karşısında alternatif bir yolu bulunmaz. Ancak ölçüsü olur. Mutasavvuflar, insanın tüm fiillerinde bir gereklilik haddi olduğunu ifade etmişlerdir. Haddi korumak, muhafaza etmek ve ötesine geçmemek için uyarılarda bulunmuşlardır. Çünkü sınırı aştığımız an, karşılaşacağımız şeyler belirsiz hale gelir. Bakir alana girmenin tedirginliğini yaşarız. Her an bir tehlikenin kucağına düşmenin korkusu sarar içimizi. Bu durumda sahih bir istikametin yolları kapanır. Aç kalmaya olan dayanıklılığını test etmeye kalkışan kişi, hayatta kaldığı her saniye biraz daha cesaretlenir. Ancak ölüm saniyesinin ansızın geleceğini de bilir ve onun korkusunu yaşar. Nefsi ve cismi bu duruma sokmaya kimsenin hakkı yoktur. Peygamber Efendimiz s.a.v., nefsimizin de üzerimizde hakkı olduğunu söylemiştir. Bu sebeple yemek-içmek gibi doğal zorunluluklar kişinin kendini men edebileceği cinsten değildir. Nefsin hakkı ise men edilmesiyle dinî veya dünyevî müşküller çıkartacak şeydir. Kısaca yemek, içmek, uyumak, dinlenmek gibi zarurî hallerin karşılanmasıyla nefsin hakkı ödenir. Tam aksi olduğunda ise sınırlar aşılmış olur ve mizaç bozukluğu, ibadet eksikliği ve akıl noksanlığına kadar sorunlar açığa çıkar. Aşırıya kaçma halinde de aynı durum söz konusudur. Bu sefer nefsin doyumsuzluğa doğru hareketi başlar ve dizginlenmesi zorlaşır. Evet, ölçü de zaruriyattandır. “Yer başka bir yere dönüştüğü ve gökler tek ve kâhhar olan Allah için hazır hâle geldiği gün”de problem çıksın istemiyorsak beslenmede, barınmada, dinlenmede, ilimde, sevmede, nefrette ve diğer tüm kalbî ve nefsî davranış biçimlerinde ilkeleri takip etmek zorundayız. Fârâbî’nin duasıyla meseleyi burada bırakıyorum.
Ebû Nasr el-Fârâbî’nin Büyük Duası
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlıyorum!
Ey Zorunlu Varlık! Ey sebeplerin sebebi, ezelî ve ebedî olan Allah’ım! Beni yanılgılardan korumanı, bana senin hoşnut olacağın eylemi emel yapmanı istiyorum! Ey bütün Âlemlerin Rabbi olan Allah’ım! Bana bütün iyi hasletleri bahşet, işlerimde güzel neticeler ver, gayelerimde ve isteklerimde beni başarılı kıl! Evrende nehirlerin coşkun aktığı gibi akan yedi yıldızın sahibi, aydınlatıcısı Rab! O yıldızlar, O’nun iyilikleriyle, bütün cevheri kuşatan iradesiyle işlerini yaparlar. Zuhal, Utarit ve Müşteri gibi yıldızların bizzat kendilerinden bir şey beklemem, ben hayrı, her şeyi senden beklerim! Allah’ım! Bana güzellik elbiseleri giydir, iyilik ve güzellikler ver. Peygamberlerin kerametlerini ve zenginlerin saadetini, bilgelerin ilimlerini, muttakilerin mutlulukların ver! Allah’ım! Beni mutsuzluk ve yokluk âleminden kurtar! Beni kötülüğe bulaşmamışlardan, sevgiyle bağlı olanlardan, dosdoğru kişiler ve şehitlerle birlikte gökte yaşayanlardan eyle! Sen öyle yüce bir varlıksın ki, senden başka ilah yoktur! Varlıkların yegâne sebebi, yerin ve göğün nuru Sensin. Allah’ım! Bana Fa’al Akıldan bir feyiz bahşet! Ey ululuk ve iyilik sahibi Allah’ım! Ruhumu hikmet nuruyla süsle! Bağış olarak benim için takdir ettiğin nimeti (şükrünü) bana ilham et! Bana hakkı hak olarak göster ve ona uymanın yolunu ilham et! Bana batılı batıl olarak göster, beni batıla inanmaktan ve onu dinlemekten koru! Nefsimi ilk maddenin yapısından temizle! Şüphesiz ki sen, ilk nedensin! Ey bütün varlıkların sebebi olan Hak, Bütün varlıkların feyzinden fışkırdığı kaynak. Kat kat göklerin Rabbi, onların ortasına kara ve denizleri yerleştiren Rab. Sana sığınarak, bir günahkâr olarak, sana yalvarıyorum! Bu günahkâr ve ihmalkârın suçunu bağışla! Ey evrenin Rabbi! Yüce katından bir feyiz ile nefsimi, maddî ve manevî kirlerden temizle! Ey yüce kişilerin, yıldızlar âleminin gökyüzündeki ruhların sahibi Allah’ım! Kuluna, şehevî şeylerin, aşağılık dünyanın sevgisi baskın geldi. Sen himayeni, beni hatalara düşmekten koruyucu kıl! Benim için takvanı, her türlü aşırılığa karşı kalkan yap! Muhakkak sen her şeyin kuşatıcısısın.
-Müselman Cahit Servergil
KAYNAKLAR
İ. H. Aydın (çev.) , “EBÛ NASR EL-FÂRÂBÎ’NİN BÜYÜK DUASI”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. 0, sayı. 22, ss. 291-296, Haz. 2005
İzzeddîn Kâşânî, Tasavvufun Ana Esasları, Kurtuba Kitap, 2010, İstanbul
İLHAN KUTLUER, “eş-ŞİF”, TDV İslâm Ansiklopedisi
ERHAN YETİK, “İZZEDDİN el-KªΔ, TDV İslâm Ansiklopedisi