Nemrut üzerine bir şeyler yazdıktan bir süre sonra¹ Nemrut dağına çıkmak iyi oldu benim için. İlk çıkışımın üzerinden 4 yıl geçmiş. Bu zaman diliminde Nemrut adına pek bir şeyin değişmediğini söylemem mümkün. Asırlardır değişmeyen şeyin 4 yılda değişeceği tutacak değil ya! Değişim bu dört yıllık süreçte duygusal ve düşünsel olarak yaşadığım farklılıklar sebebiyle bende meydana geldiği için bir şeyler söyleme ihtiyacı hissediyorum. Dolayısıyla alışıla gelmiş bir gezi rehberi olarak durum değerlendirmesi yapmayacağım. Rehber miyim? Yazacağım şeyler bir haber, ihbar değeri taşıdığı ölçüde rehberlik edebilirim.
Turistik amaçlı seyahatleri sevmeyen bir insanın orada işi ne diye soracak olursanız, yolum üstündeydi diyerek karşılık verebilirim. Maraş’a, Antep Üzerinden dönmek yerine Adıyaman üzerinden dönerek buna imkân sağladım. Turist yaftası yemekten içtenlikle rahatsız olduğum için bu açıklamayı yapma ihtiyacı hissediyorum. Ya tahammül ya sefer!
Araçla yarım saat dağın tepesine doğru yol gittikten sonra sanırım 1 kilometre yürüyerek zirveye ulaşıyorsunuz. 4 yıl önce hayranlıkla kat ettiğim bu mesafeyi bu kez karşı koyamadığım bir küçümseme duygusuyla kat ettim. Neye, niçin hayrandım? Aynı şeyi şimdi neden küçümsüyordum?
İlk soruya cevap vermek gerekirse sanat yüklü, kültürel, tarihi değeri olan bir yapının Türkiye sınırları içinde olmasının verdiği mutluluk, ayrıcalık hissine kapıldığım için hayran kaldım. Ben mağrur, I. Antiochos mağrur.. Ekonomiye katkıları olduğunu da hesaba katınca bir nevi bıyık altından gülüyordu, turist yaftası yemek istemeyen ben. Tabi bu kadar tutarsız duygular ve hayranlık içinde rahatsız olduğum tek şey bu bölgenin UNESCO tarafından koruma altına alınmış olmasıydı. Bu da içinde kan olmayan sentetik bir Türklük damarının yaptırdığıydı. Kuru damar, kuru dava!
Aradan 4 yıl geçti, aynı yokuşu tırmanırken bu sefer karşı koyamadığım bir küçümseme duygusuna kapıldım. Hayranlığım gördüklerimden yani dıştan gelirken, küçümseyişim vicdanımdan yani içten gelen bir şeydi. Bu çatışmada atalarıma ve Türkçe’ye sadık olma gayretim iç’i dış’a galip kılmaya yetti. Bu gayret neye yetmez ki?
Türk, Türkçesiyle başlı başına bir tavır alandır. Nemrut Dağı da bunun harika bir örneğidir. Eğer bu dağ Türkiye’de değil de bir batı ülkesinde olsaydı adı ne oldurdu bilmem ama Art Mountain, mountain of the gods, statue mountain gibi birşeyler olurdu. Adının ne olacağını bilmesem de ne olmayacağını biliyorum, adı Latince kökenli “Nimrod” olmazdı meselâ. Bu çok şey ifade ediyor. Dil’in iletişim aracı olmaktan öte bir canlılık taşıdığını, mensubiyeti olduğunu, milletle ve inançla bütünleştiğini gösteriyor.
Dağa çıktığımızda karşılaştığım “Hangisi Nemrut’un heykeli ?” sorusu bir çok sorunu çözmüş oldu. Nemrut dağının, Hz. İbrahim’in mücadele ettiği Kral Nemrut ile hiçbir ilgisi yok.Nemrut bir özel isim değil, sıfattır. Bir Kral düşünün ki ismi unutulmuş geriye sanı kalmış, dillere destan olmuş.
Madem Kral Nemrutla ilgisi yok, bu dağın adı neden Nemrut, Nemrut gibi necis bir ismin lâyık görülmesi niye? Bu soruya verilecek en yerinde cevap bir soru olabilir: Neden heykel dağı, taş dağ, sanat dağı, tümülüs dağı, tan dağı, Antiochos (-dan devşirme) dağı değil? Adının ne olduğu kadar ne olmadığı da önemli bir meseledir. Türkler sanattan anlamıyordu diyenler elbette olacaktır. Türklerin sanattan anlayıp anlamadığı ayrı bir meseledir. Bu dağın adının Nemrut koyulması, Türklerin içinde zulüm olan, zalimlik olan, israf, inkâr ve kibir olan her şeye karşı almış oldukları tavrın bir nişanesidir. Türkçe’nin de Türklüğün de durduğu yer burasıdır. Başka yer var mı? Başka yer yok ama…
Putperest Kommagene Kralı’nın, kendini tanrı ilan eden bir zalimin, heva ve hevesi için sarp dağ yollarında, kilometlerce mesafe, kim bilir ne kadar mazlum taş taşıdı o zirveye. Kimlere ne tür eziyetler edildi kim bilir? Türkler, bir heykel milleti değil şiir milletidir, dolayısıyla oradaki heykellerin mazlumların sızıları, ahları üzerine inşa edildiğini görecekler. Bunu görmenin yolu Türkçe’yi anlamaktan geçiyor. Türkçe’yi anlamak için, Türkçe’nin nerede durması gerektiğini ve nereye (ne hale) getirildiğini bilmek gerekiyor. Mezkûr dağ bugün keşfedilseydi adı Nemrut olmazdı. Bunu nereden anlıyorum? Nemrut Dağına Dünyanın 8. Harikası deyişimizden. Burası da Türkçe’nin getirildiği bir yer olsa gerek. Buraya kadar getirmişken, burada bırakacak değiller ya. Tanrıların dağından – haşa-, Tanrı Dağlarına bil yol var ki izi görülmez!
Yapılan şey her ne olursa olsun, estetik değeri, mali değeri ne kadar yüksek olursa olsun, onu o seviyeye çıkaran zulüm, israf, kul hakkı ise Türkçe’de Türklük de onu küçük görmeye matuftur. Meydan Türkçe’nin küçük gördüklerine bel bağlayanlara kaldı. Ya onları Türklükten söküp atacağız ya da Türklük bu topraklardan sökülüp atılacak!
Olgun VERİM
1:https://venedamet.blogspot.com/2022/03/turkun-taraf.html