155 views 10 mins 0 yorum

Hiyerarşinin İzini Sürmek

In Deneme, Düşünce
Kasım 13, 2023

Hayatı faal bir şekilde yaşamak, bilgiyle irtibattan doğan bir kaynaktan başlayan ve sosyal ortama doğru süzülerek inen bir  anlamlandırma serüveniyle mümkün olabilir. Burada mesele bilginin mahiyetinde düğümlenir. Bilgi konusu kabul edilen ve edilmeyen şeyler bilgi hiyerarşisinde, piramitin tepesinde duran her ne ise ona irca olur. Eşya bu âli mertebedeki şey tarafından damgalanır. Bu damgalama işlemi fert fert insanların idraklerini çeşitli noktalara kaydırır. Ehem – mühim ilişkisi, tamamen bu kaynağa bağlı olarak gerçekleştirilir. Şimdilerde yaşadığımız gerçeklik ise bilginin vülgermateryalist bir şekille içeriklenmesi sonucu, hiyerarşinin tepesine “bilim” maskesini takmış bir canavarın kaim olmasıyla meydana gelmiş ve üretilmiştir. Üretmek kelimesini hususen kullanıyorum. Sûni, insan eliyle ve fıtrat bağından kopuk olarak intişar etmiş şeyler üretime tâbi kılınmış şeylerdir. Marksist bir kavram olan “üretim”, şeylerin dolaşıma sokularak tüketim yoluna sürülmesiyle ortaya çıkan metaların yatağıdır. Şu var ki  ilim ise üretilmez. Neşet eder. Ayrıca bir inşa süreci olarak insanı kıvama sokmak ilmin başlıca faydalarından olarak öne çıkar. Son birkaç yüzyıldır bilgi ile eylemin arasında gittikçe derinleşen çatlak , bizi ilim – bilim ayrımına götürüyor. Bugün için “bilim” kelimesi içi fazlaca doldurulmuş ve Batılıların va’z ettiği haliyle kabul görmüş gözüküyor.

Bilim ve ilim ayrımından bahsettiğimize göre ilmin istikrarı meselesine geçebiliriz. Evvela bilmek gerekir ki ilim en nihayetinde bir zincirdir. Bu zincirin geçmişe götüren yolları ne denli açıksa bu derecede derinlemesine bir teşrih faaliyeti vuku bulabilir. Bu faaliyetin meydana gelişidir ki, istikbalin kurulmasına da ön ayak olur. Yâni mefhumlarda muhtevi olan manalara sadakat nispetindedir ki âlemin intizamına katkıda bulunulabilir. Müslümanları diğer insanlardan ayıran bâriz hususiyet de bu olsa gerektir: Âlemin intizamına katkıda bulunmak.

Batılı insan, dünyayı iki kaos arası okumaktadır. Bu iki uç onu zamanla ya insanın şerefinin pâyimal edilmesine, yahut yerinden taşırılarak hiyerarşinin ifsadına götürür. Bir gün âlemi tanrılaştırarak maddi olanı mutlaklaştırır. Bir diğer gün âlemi mekanik bir sürece hapsederek onu alabildiğine ezme yolunu seçer. Dünyanın câri düşüncesi ve bu düşünceden doğan kadrolar bugün dünyada bir intizamın olmadığına ve hiçbir zaman olmayacağına inanırlar. Yontma taş devrinden cilalı taş devrine, avcılıktan toplayıcılığa salınan insan, bu düşüncede kendi yolunu kendi bulmuştur. Geçmişin, her şeyin başı olan, zorunlu olarak geçmişin maziliğinin ortadan kalktığı bir zamanda ne olup bittiğinin üstü örtülür. Bu örtüşdür ki insana dünyada istediğini yapma hakkını tanımıştır.

Burada modernitenin her şeyi delip geçen o parçacı anlayışından uzun uzadıya bahis açmak istemiyorum. Zira  gerek modernlik gerek fıtrat dairesinin dışında konumlanmış diğer anlayışların çokca ele alınması ve dillendirilmesi belli bir süre sonra yorgunluğu doğurmaktadır. Nihayetinde bizim düşüncemizde, ideal dünyamızın dışında konumlanan şeyler “gayr”lardandır. Ve gayrı olanla fazla iştigal belli bir süre sonra “ayn”ımızı, benimizi marazi bir durumun içine sokabilir.

Kavramların içinde taşıdıkları manaların zamanla daralması ve genişlemesi tabii hadiselerdendir. Zira içinde yaşanılan gerçeklik aşama aşama tezahürlere de, tezahürleri çeşitli yerlere konumlandıran idraklere de kendini dayatmaktadır. Bu gerçeklik hiç şüphesiz tarihin hiçbir devrinde bugün olduğu kadar aşağı ve gayr-ı ahlâki bir kimliğe içkin halde değildi. Ancak zor zamanlar içlerinde büyük imkanları da barındırırlar. Bu gayr-ılığın içimize sinerek bizi dönüştürdüğü bir vasatta, fıtrata dair bir iz, kelebek etkisi göstererek halka halka etrafa yayılabilir. İçinde bir yerlerde bu sesin hala yaşadığını hissedenlere ümit aşılayabilir.

Elbette ümit içten dışa doğru taşarsa başkalarına ulaşabilir. Salah ve ıslah ayrımı insana tutarlı bir duruş sağlar. Salah olmadan, insan kendi benini yontmadan; ıslaha kalkıştığı takdirde belli bir müddet sonra kendine olan zayıflamış inancını da yitirir. İslâm âlemi olarak bugün en büyük problemlerimizden birisi de kendimizi gerçekleştirmeden gayrısından, “ayn”ımızı yontmadan başkalarından çeşitli beklentiler içerisine girmemiz ve kendi vazifelerimizi ertelememizdir.

Bugün gerek entelektüel manada gerekse günlük işlerimizde kullandığımız kelimelerin anlam daralma ve genişlemelerini, yer yer kaymalarını takip etmek niyetinde olmadığımız bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır. Halktan bunu beklemek abes olabilir, ancak ilim câmiası da bu hususta bir ittifak üzere değildir. Belki de hemen tüm meselelerle ilişkilendirerek neşrettiğimiz fikirlerin neden bir gölü, bize ait bir gölü beslemediğini, ardından berrak bir denize kavuşarak kendi tarihi vazifemizi deruhte etmediğini “ontolojik zemin” üzerinden konuşmak gerekir. Ki bu zeminden konuşmaya başlanıldığı zaman, işin içine siyasi otoriteden sosyalleşme süreçlerine kadar bir dizi karışık fenomen de girmiş olacaktır.

Ben bu yeni yazı dönemimde Tasavvufun imkanlarını kullanarak çeşitli meseleleri kritik etmeye gayret edeceğim. Baştan söylemek gerekirse bu yazı dizisi bir mütaala ve keşif süreci olarak ortaya çıkacak. Zihnimde bitirdiğim ve kesin kararını verdiğim tasavvurlarımı kaleme almayacağım. Bu yazı serisiyle Tasavvufun çeşitli yorumlarını da işin içine katmaya çalışarak (sekr ve sahv yorumu gibi) tarihi süreçlerle birlikte bir teşrih çabasına girişeceğim. Ümidim bu serinin beni ihya edeceği gibi okurlara da katkı sunmasıdır.

Tasavvuf kimilerince âlemin intizamına katkıda bulunmak meselesiyle doğrudan ilişkilendirilse de kimilerince dünyaya yüz çevirerek gerçeklerden uzaklaşmak olarak okunmaktadır. Elimden geldiğince,  -ilk yorumun doğruluğuna inanan birisi olarak, bu tavırla- kritikte bulunmaya gayret edeceğim. Ve en önemlisi, kâlden öte hâl ilmi olan Tasavvufun hâline değil kâline değecek yazdıklarım. Bu hâli yaşamayı besleyecek ve kolaylaştıracak bir sosyal sisteme giden yolda, bu yola dair bir keşif olacak. Zira ele alınan, sözü edilen hangi mesele olursa olsun, ortada bir arayış yoksa boşa kürek çekiliyor demektir. İnsanın son nefesine kadar bir şeyleri aradığına inanıyorum.

Tasavvufun kaybettiğimiz hiyerarşik gerçekliği geri kazanmada hem amelî olarak hem de nazari olarak bize zengin sabiteler ve ufuk dünyaları sunacağı kanaatindeyim. Âlemin fesada uğradığı, krizin derinleştiği günümüz dünyasında, kalbin yoluna, kalbi var edenin yardımıyla dönmekten başka çıkış yolumuz yok. Aramakla mükellefiz bu yolu. Buldukça arayan, aradıkça bulan ve bulduğunda derinleşerek arayanlar, üç günlük dünya hayatının hakkını veren insanlardır. Daimi bir arayış, kendini bulma yolculuğunun olmazsa olmazlarındandır.

Fatih TEKİN

/ Published posts: 60

Nedamet'te yazar. Son Kıvılcım dergisinde editör. İlk kitabı "Modern ve Postmodern Kıskacında" 2023 yılında yayımlandı. Erzurum'la İstanbul arasında.

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.