194 views 6 mins 0 yorum

Kalınlığı İnceliğinde – 1

In Deneme
Haziran 15, 2022

Peyami Safa, “Dilini kaybeden bir millet her şeyini kaybeder.” diyor. Bu noktadan hareketle, dili bozulan bir millet, bozulmaktan kurtulamaz diyebiliriz. Leibniz, “Bana muhteşem bir lisan ver, sana büyük bir millet teşkil edeyim” derken büyük milletlerin varlığını diliyle kazandığını ifade eder. Bu bağlamda Türk milletinin büyük bir tarihe sahip oluşunu, inancı, zekası ve bileği kadar lisanına borçlu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu üç etkiden birini devre dışı bırakmaya çalıştığınızda diğerlerini de etkisiz hale getirmiş olursunuz. Türkçe, Türk’ün inancıyla bütünleşmiş, Türk’ün karakterine sirayet edip, tavrını oluşturmuştur. Bu sebeple, yargılarımızı delillendirmeye kelimeler vasıtasıyla devam edeceğiz.

Tecavüz, “had-sınır ihlali” demektir. Yani câiz olmayan herhangi bir şeyin cebren yapılmasına tecavüz diyebiliriz. Tecavüz cezası, İslâm şeriatına göre, suçun rengine göre değişir. Recme kadar uzanan ağır bir suçtur. Bu sebeple, Türk hayatında, tecavüzler hayatın hangi sahasında olursa olsun kavgalara, savaşlara ve ölümlere kadar uzanmıştır. Komşumuzun sınırımızı işgal etmesini, başka ülkelerin hava sahamıza ya da deniz sahamıza geçmesini, haklarımızın kısıtlanması da dahil, ‘tecavüz’ olarak adlandırmak, Türkçe’nin inceliği olduğu gibi bunları ağır birer suç olarak görerek ‘namus’ meselesi haline getirmek, Türkçe’nin inceliğinden veya hassasiyetinden Türk’ün karakterine uzanan kalın duruştur. Türk, kalınlığını, Türkçe’nin inceliğinden alır. Türkçe inceliğini kaybettikçe yani sığlaştıkça; Türk, kalınlığını dolayısıyla hassasiyetlerini yitirir.

Tecavüzle aynı kökten gelen câiz içinse “had-sınır bilgisi” diyebiliriz. Neyin câiz olup olmadığını bilmeyen, sınırlarını, haddini ve haklarını da bilemez. Câizliği, İslâm’dan olduğu kadar Türkçe’den haberdar olduğumuz nispette bilebiliriz. Çünkü Türkçeyi hakkıyla bilenlerin, İslâm’ı da hakkıyla bileceğini biliyoruz. Günümüzde tecavüz kelimesinin bir kaç meseleyle -onlar da maddi-fiziki olduğu için – sınırlı kalmış olması, Türkçenin hayatımıza müdahalesinin sınırlı bırakılmasıyla alâkalıdır. Türkçe’nin, Türk hayatına müdahalesinin sınırlandırılması, anadilin ya da resmi dilin Türkçe olduğu bir ülkede garipsenecektir. Fakat görüntülerin daima hakikatle tutarlı bir ilişkisi olmadığını en çok kendimizden bilmiyor muyuz? Bir çok cümlemizde kullandığımız “Göründüğü gibi değil!” deyimini bu minvalde zikrederek, gördüklerimizin göründüğü gibi olmadığını ikrar edelim.

Cihân-ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler

Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler

Türkeli’nde en zor bulunacak şeylerden bir tanesidir: “Liyakat var!” diyecek bir insan. Bu sebeple ikrarımı, izah etmekte beis görmüyorum. Liyakat, işi ehline bırakmak ya da vermektir. Yani icazetin, câiz olana verilmesidir. Bunu sadece insanlar, makamlar ve mevkiler için değil yaratılmış her şey için düşünmek zorundayız. Liyakat gelsin, icazet câiz olana verilsin, adalet yerini bulsun istiyoruz madem; Türkçede yetkinin yahut işleyişin, Türk dilini var eden kaidelere bırakılmasını teklif ediyoruz.

“O kaideler nelerdir?” diye soracak olanlara gelince; mahîlere deryâ anlatılmaz, işiten Türk olacak! Câiz kelimesi, lisanımıza Kur’an vesilesiyle girmiş bir kelimedir. Yani İslâm’ın bayraktarı bir kelimedir. Dolayısıyla İslâm’a göre câiz olmayan bir şeye câizdir demek, gayri İslâmî olduğu kadar gayri Türkçe’dir.

Kelimeleri, kendi anlam bütünlüklerinden koparıp, onlara başka anlamlar giydirmekse tecavüze girer. Tecavüzü, Türkçe’ye reva gören kendine ve başkalarına da reva görmüş olur. Liyakatsizliği, Türkçe’ye reva gören, liyakatsizliğe maruz kalmaktan kurtulamaz.

İcâzetin, hak edene verileceği gün; Türk’ü, Türkçe söyleyecek!

-Olgun VERİM

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.