Bekleyiş zamanın her anına, her yerine yayılmış, maddeyi ve manayı kuşatmış bir hâldir. Yani ademoğlu dünyaya gelmeden evvel bekleyişin alanında olduğu gibi terki dünyadan sonra da bekleyişin alanından çıkamayacaktır. Öyleyse bekleyiş kaderdir. Varoluşun bir parçasıdır.
*
Bekleyiş, sen kaç boyutlu bir kavramsın?
Bekleyişin zamanı kuşatmış oluşu ya da kuşanmış oluşu mu demeliyim, onun boyutlarına dair mutlak idrakimizi zorluyor. Misâl itiraz penceresinden bekleyiş boyutu: Bekleyişe itiraz edemediğimiz âlem doğmadan öncesi ve öldükten sonrası iken, itiraz edebilmek dünyevi ömrümüzde, dünyaya gelmekle mümkündür.
Misâller kader penceresinden bekleyiş, hayal penceresinden bekleyiş, mantık penceresinden bekleyiş, ihtimal penceresinden bekleyiş, sadakat penceresinden bekleyiş… olarak artırılabilir.
Bekleyişi birçok boyutta olduğu gibi bir kaç boyutta da idrak edip yaşayabiliriz. Ama zamanı kuşanmış ve kuşatmış olan bekleyişten soyutlanmak mümkün değildir. İnsan, dışında kal(a)madığı hiçbir şeyden soyutlanamaz. Bekleyişten münezzeh olmak için zamandan ve mekandan münezzeh olmak gerekir. Bu da yalnızca Allah’a mahsustur.
*
Bekleyişin şuur ve şuursuzluk boyutu da vardır. ‘İnsan şuursuz iken neyi bekleyebilir?’ ki derseniz, karnının doyurulması veya altının temizlenmesini söyleyebilirim. Bu vesileyle “Ben kimseden hiçbir şey beklemedim.” diyenlerin problemi bekleyişin manasından muzdarip oluşlarıdır.
**
Neyi bekliyoruz?
Uçsuz bucaksız madde ve mana dünyasında bekleyişi nereden tuttuysak yahut bekleyişe nereden tutundu isek sorduğumuz sorunun cevabını orada arayabiliriz.
Bekleyiş aslında harekettir. Bekleyişin insanların zihninde çoğunlukla durağan bir hâli telkin edişi kavramsal kıtlıktan ziyade bekleyiş kıtlığı ile alâkalı olsa gerek. Bekleyişi pasifize eden de eyleme dönüştüren de beklediklerimizdir.
Neyi bekliyoruz!
**
Bekleyişi zayıflık yada durgunluk olarak algılamak, kelimeyi aslından koparmanın sonucudur. Zira beklemek durmak ya da hareketsizlik olsaydı kim beklemekten yorulurdu. Kelimenin nereden türediği tam olarak bilinmese de ‘bek’ten gelmiş olma ihtimali vardır. Bek ise kuvvetli, sağlam (durmak) demektir. Öyleyse herkes bekleyemez.
Anadolu’yu Müslümanlaştıranlar, uçlara yerleşen, uçlarda bekleyenlerdir. Bugün yine Türkeliyi muhafaza edenler uçlarda bekleyen, sağlam duranlardır. Şairin dediği gibi:
” Bu vatan toprağın kara bağrında,
Sıradağlar gibi duranlarındır.” (O.Ş.Gökyay)
Osman Gazi, Bizans yakınına kurulmuş uç beyiydi. Bizans sınırında bekleyebilmek, bek olmanın alâmetidir. Beklemek zayıflığa düşenlerin aksine savaşmayı göze alanlara düşer.
**
Her kelime bir heybedir. İnsanın işittikleri, gördükleri, yaşadıkları… şeyler bağ kurduğu kelimeyi doldurur. Bekleyiş tasavvurunu inşa eder.
Bekleyiş heybemi dolduran hadiselerden bir tanesi Okçular tepesidir. Okçular tepesini bilmeyen yoktur aramızda. Kendilerine beklemeleri söylendiği halde, düşman dağıldı deyip, ganimet için mevzileri terk eden,
Uhud yenilgisini sebep olan 40 okçu… Bekleyiş, mevzi almadır, vazifedir. Beklemeyense mevziyi terk etmiş, vazifeyi bırakmıştır.
*
Bir diğer hadise: Hz. Musa kızıl denizi yarıp kavmini Firavun’dan kurtardıktan sonra, Tûr dağına Rabb’iyle buluşmaya gidince kavmi de Hz. Musa’yı bekleyemedi. Heykelden bir buzağı yapıp ona taptılar. “Musa, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndüğünde şöyle dedi: “Bana arkamdan ne kötü bir halef oldunuz! Rabbinizin emriyle dönüşümü beklemeden acele mi ettiniz?…” (A’raf 150) Bekleyiş, imtihandır.
Mehmet Âkif’in “söz tutmak” babında anlatılan hikayesi ise bekleyiş tasavvurumun en etkileyici hadisesidir. Zihnimde söz tutmaktan ziyade ‘bekleyiş’ manasına hitap edişi nedendir bilmiyorum ama bu durum bekleyişimi eyleme, tavıra dönüştürüyor. Mehmet Akif arkadaşının kendini beklediğini düşünerek tehlikeli bir yolculuğa çıktı. Beklenen oraya vardı ama bekleyen evde yoktu. Bu noktada hüsrana uğrayacak iken İsmet Özel’den aldığım “beklentisiz bekleyiş” kavramı can simidim oluyor.
**
Beklentisiz bekleyiş ne ola?
Bekliyorum çünkü beklemem gerekiyor. Beklemem gerektiği için bekliyorum, beklediğim şey vuku bulsun diye değil. Mehmet Akif’in hikayesini tamamlayan bu kavram, bekleyişimi tembellik hastalığından iyileştiren ilaç oluveriyor.
*
Beklenti de nereden çıktı?
Muhtemelen beklemeyi beceremeyenler için icat edildi bu kavram. Beklenti, çakması üretilmiş bekleyiştir. Hani çakma ürün alıp orijinalinden daha sağlam diyenler! kulaklarınız çınlasın. Beklenti, az emektir, kısa vadelidir. Beklenti, hayallerin kuması, şansın metresidir. Hayaller, beklentileri daima yarı yolda bırakır. Şans, yoldan bile çıkarır.
At izinin it izine karıştığı yerdir burası. İsmet Özel’in ‘beklentisiz bekleyişi’, at izini it izinden ayırt etme kolaylığı sağlıyor. İşte burada bekleyebilmek için ayırt edebilmek, ayırt edebilmek için aramak gerçekliği doğuyor. Beklemek, aramanın alanına dahil oluyor. Aramak; hareket, şuur, sabır, dert, emek ister. Nihayetinde beklediklerimiz de. Kaderse bu yolda bizi beklediklerimize, beklediklerimizi bize ulaştırır.
**
Neyi beklemeyiz?
Bekleyişi dünyaya sığdıran herkesin vereceği cevap: “İhtimâl vermediklerimizi.” şeklinde olacaktır. Bekleyişi, kırıklı kalpler durağına dönüştürüp arabeskle taçlandıran! bu sığdırma girişimi değilmidir?
*
Neyi beklememeliyiz? Neyi beklemeliyiz?
Neleri beklediğimiz kadar neleri beklemediğimiz de önemlidir. İnsan yaptıkları kadar yapmadıklarından da sorumludur. Beklediğimiz ya da beklemediğimiz her şey ise birer imtihandır.
*
Beklemek, istemektir. İstenilen her şey ise hayra ya da şerre edilmiş birer duadır. “Herkes kabul olan duasını ömrüyle öder”,ödemiştir ve ödeyecektir.
Beklemek, istemek ise tavsiye dizmekten ziyade küçük bir hatırlatma yapayım. Bir Hadisi Şerifin ilk cümlesidir: “Hiçbiriniz ölmeyi istemesin…”
**
Son söz:
Bekleyiş; umut, çaresizlik, arayış, dua, sabır, emek… ve benzeri bir çok bazen birden çok duygu ve tavırla bütünleşir. Zira bunlardan birisiyle bütünleşmezse o şey bekleyiş değil beklenti olur. Bunlardan birisiyle bütünleşip tevekkül ile köprü kurulamazsa da ‘beklentisiz bekleyiş’e münasip bir tavıra ve bekleyişin ahseniyetine ulaşılamaz.
Ahsen ‘Bek’leyenlerden olmamız duası ile..
Olgun VERİM