
Anadolu yolculuklarının bir güzel yanı Türkülerin yarım kalmasıdır. Yol kıyılarında mezarlar selâmlar sizi. Bir Fâtiha ile bölünür Türküler. Gariptir ki yolda iken nihai yolu hatırlatır size.
“İşte geldik gidiyoruz/Bilinmez bir diyara”
Anadolu yolculuklarının bir güzel yanı da gönlünüz bir meclise döner. Yolculuklarda çantanızdan evvel hatıralarınızı alırsınız yanınıza. Gönlünüzün her köşesinden çıkar gelir orada buluşurlar. Bir bahaneye bakar her birisi ortaya dökülmek için. Her dağın, her viranenin sızısı eşlik eder size.
Anadolu yolculuklarının bir başka güzel yanı da Karadenizin yemyeşil ormanları, Anadolunun bozkırı ile omuz omuza verir. Karadenizin yamaçları bozkırın dümdüz ovalarına direk olur. Yeşil birden sarıya döner birden beyaza. Bazen sert kayalıkları aşıp toprağa kavuşursunuz bazen bataklığa. Toprağın rengi kimi yerde sarıya çalar kimi yerde siyaha. Gökyüzü bir yerde rahmet yağdırır bir yerde güneş açtırır. Koşar gibi akan dereler güneye inince yorulmuş bir çocuk gibi durulur. Tabiatın şiiri en güzel tabiatın kalemiyle vuku buluyor. Irmak denize varınca fenafillah mertebesini aşıp huzura kavuşmuş Hüdhüd hikayeye akseder. Irmağın denize kavuşması, Hüsn’ün Aşka kavuşmasına nazire gibidir.
İnsan giderken hep bir yerlerin gurbetini hasretini taşır. Bir yerlere varınca da bir başka gurbeti başlatmış başka bir gurbeti sonlandırmış olur. İşte yolculuklar bir gurbeti başlatırken bir gurbeti bitiriyor. Hayat, garip. Hayat’ın garipliği gurbetliğinden geliyor.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol… Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
-F.N. Çamlıbel
İnsan bu dünya gurbetine niçin çıkarılıyor? Herkesin yolu gibi cevabı da elbette farklıdır. Bazı sorular bazen cevap aramaz; hatırlatır ve terbiye eder, inandırır yahut inkâr eder, güldürür ya da ağlatır. Her neyse, insan gurbette olduğunu anlayınca dünyevi hırsları dizginleniyor. Kendini eşyanın tahakkümünden bir an olsun kurtarıyor.
İnsan belli bir yaşa geldikten sonra niçin kelimelerin anlamını sorgular. Çünkü her isim ya da adlandırma bir olayın yahut keşfin sonucunda peyda olur, ilgimizi celp eder etmez lakin her şey bir hikaye barındırır. Kalem de kelam da O’ndan. Bu geçici dünya hayatına niçin gurbet diyoruz? Niçin kaderin bize tayin ettiği kelime ‘gurbet’?
Gurbet, dünyanın yanına konulduğunda ahiret yurdunu, yabancı bir ülkede olunca vatan hasretini, vatanda kullanılınca sılayı ata ocağını, bir mazlumun yanında garipliği hatırlatıyor. Demek ki gurbet, insandan insana; hayattan hayata değişiyor.
Gurbet, garp’tan geliyor. İşin garipliği; gurbet bizi bir şekilde dünyadan, dünyaya ait olmaktan, hırstan uzaklaştırırken; bizi dünyaya ait hissettiren dünyaya yaklaştıran, hırslandıran garplılaşma da aynı kökten geliyor. ‘Garb’, kısaca batmak. Müslüman zaviyesinden; dünya hayatına gurbet derken faniliği, garplılaşmak derken fenalığı hissediyorsunuz. İkisi de aynı yerden, aynı kökten gelen iki zıtlık, sanki: Habil ve Kabil hikâyesi.. Sahiden her şey zıtlığını kendi içinde mi taşıyor? Meşhur Uzak Doğu öğretisi haklı mı?
bir arada bulunmanın töresi, yasası var
insanlar bir arada. neden iki insan yok?
nerede yin?
nerede yang?
the two and the one?
-İ.Özel
Dilleri yaratan Allah’tır, dolayısıyla kelimeleri de. Her kelimenin bir hikâyesi var demiştik. Fakat birçok kelimenin hikâyesini bilemiyoruz. Belki de bize bildirilmediği her durumda hikâye bizim zihin dünyamıza göre açığa çıkıyor ya da. Garplılaşma garbın zâhir tarafına yani batı yönüne işaret ederken, gurbet garbın bâtınî tarafına batmaklığına, geçiciliğine yani sonluğuna işaret ediyor olabilir. Hikâyenin böyle olduğuna inanıyorsak, Garbın (Batı’nın) aleyhindeki tarafın Doğu değil gurbet olduğunu fark etmek zor değil. Öyleyse sıra tarafını seçmede…
Olgun VERİM