Şehitlik ve Gazilik bu topraklarda alınabilen en şerefli sıfatlardır. Allah’ın(cc) takdir ve övgüsüne mazhar olan bu sıfatların içini, Peygamber Efendimiz (Gazâvatname) ve sahabeler hayatlarıyla doldurmuştur. Şehit oğlu olarak addedilen bir millet için bu meselenin iftihar ve itibar vesilesi oluşu bundandır.
Avamdan alime, alimden devletin en başındakilere kadar herkesin Gazi unvanına ulaşabilmesi daha doğrusu avamın kullanabildiği bu unvanı devletin başının da kullanması, Gaziliğin sınıfları doğrudan geçen bir manada olduğunu gösterir.
İlk Türk İslâm devleti olarak kabul edilen Karahanlıların Müslümanlığı kabul eden hükümdarı Satuk Buğra Han’ın kendisi için seçtiği nam el-Gazi’dir. Osmanlı devletinin kurucusu olan Osman bey, babası Ertuğrul ve oğlu Orhan da Gazi unvanını kullanır. Türkiye Cumhuriyeti’nde bir askerin alabileceği en yüksek sıfat mareşallik iken Mustafa Kemal soyadı kanunu çıkana kadar Gazi unvanını kullanıyor. Niçin? Gazi olmak iftihar meselesi olduğu kadar millet nezdinde itibar vesilesi de olduğu için.
Gazânın (Cihadın) Müslüman nezdinde değerli oluşu, Gazi kelimesine stratejik bir değer katmıştır. Osmanlı kurucularının bu unvanı kullanması Türkler’in ve diğer Müslümanların Osmanlıya katılmasını veya sempati duymasını kolaylaştırmıştır. Çünkü Gazi olmak kâfirle savaşmış olmanın imzası, nişanesidir.
Burada en ilginç bahis Mustafa Kemal’in soyadı kanunu çıkana kadar -1934 yılına tekabül ediyor- ‘Gazi’ unvanını kullanmasıdır. Çünkü Gazilik, Arapça kökenli olup gazâ(غزا)’dan gelir. Mustafa Kemal döneminde Arapça kökenli kelimeler kaldırıldı daha doğrusu teşebbüs edildi ve yerlerine yeni kelimeler ikame edildi. Meselâ Arapça ‘hakimiyet’ yerine Yunanca kökenli egemenlik, Arapça ‘millet’ yerine öztürkçe patentli ulus kelimesi tevdi edildi. Türk tarihinde sadece iki kişinin sahip olduğu, Mareşal gibi askeri en yüksek rütbe, Fransızcadan gelme modern bir kelime var iken Mustafa Kemal’in Arapça kökenli Gazi’yi tercih etmesi elbette bu sebeple ilginç bir hadisedir.
Mareşallik resmiyette en yüksek rütbe olmasına rağmen Türk milletinin nazarında gaziliğin gördüğü itibarı görmediği için Türkçe’den Arapçayı atmak isteyen Mustafa Kemal’e 14 yıl Arapça kökenli bir unvanı isminin başına koydurmuştur. Mustafa Kemal kendini Gazi addederek, Türk milletine, kâfirle savaştığını, gazâ ettiğini 14 yıl boyunca ikrar etmiştir.
Osmanlı Devleti kurucularının ve Türkiye Cumhuriyeti kurucusunun Gazi unvanlarını tercih etmesinin bir başka ifadesi de bu iki devletin gazâ ederek kurulduğunun beyanıdır. Osmanlı Devleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin İslâm devleti olarak kurulduğunun delilidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasında(1924 anayasası) Devletin dini, din-i İslâm’dır yazması da bahsin resmi delilidir.
Türklerin ilk gâzi ili İstiklâl Harbiyle Antep, sonuncusu ise Kıbrıs harekâtıyla Magosa’dır. Burada unvanlar her ne kadar illere veriliyor olsa da o illerde topyekun kâfirlerle gazâ edildiği ifade ediliyor. Antep gâzi olmasaydı ne olurdu? Antep olurdu ama Antep diye bir ilimiz olmazdı tıpkı Kerkük, Halep gibi.. Bu sebeple Gâzilik, bize bir isimden unvandan çok neyi neye borçlu olduğumuzu hatırlatıyor.
Gâziliğin, Kore Savaşı’ndan sonra yavaş yavaş revaçtan çekilmesi tesadüf değil. Gâzi deyince başında kalpat, ceketinin yakasında bir madalyonla gördüğümüz yaşlılar da sokaklardan bir bir çekiliyor. Bize gâziliği hatırlatacak yani gazâ ruhunu diri tutacak olan Türkçe’den ne kadar kaldı? Gâziliğin, manasının ve kıymetinin azalması, Türkçe’nin ve Türk’ün de manasını yitirmeye başladığını gösteriyor. Bir gün gâzilik tamamen unutulursa, bu tüten son ocağın da söndüğü anlamına gelir.
Her şehit aynı zamanda bir gazidir. Çünkü savaştan sağ dönünce değil kafirle savaşmaya gidince (gaza) gazi olunur. Yazımızın başlığını ‘Ya Şehit Ya Gâzi’ koyduk çünkü başka ihtimal yoktu. Biz Türkler tarih boyunca kendimizi ya şehit ya gâzi olarak kabul ettirebildik, varlığımızı borçlu olduğumuz yol işte buydu.
Olgun VERİM