514 views 10 mins 0 yorum

Bakmayı Abartmak

In Deneme, Günce
Ekim 17, 2024

Merhaba, tekrardan. Yani beş yüz yirmi altı gün sonra. Beş yüz yirmi altı gün çok olmuş. Abartmışım düz. Bu bir yandan iyi oldu iki yandan kötü oldu. İyi olan yanı ‘görünme merakı’nı törpülemiş olmam. En azından bu alanda. Buna göstermek ya da belirtmek ihtiyaçsızlığı da diyebiliriz. Ben diyorum. Geçmişe, yani beş yüz yirmi altı gün öncesine döndüğümüzde bir ramazan yazısıyla görüşmüştük. Sonrasını yakından takip edenler bilir, genelde şahit olarak geçirdim. Bu önemli. Atandım tabi. Yani insanlar. İlk başta tanıdıklarım benim iki üç katı büyüklerimdi. Sonra sonra bu bir bir buçuk katına, bir katına, iki bölü bir katına indi. Aslında bunlar yani olanlar yerimde saymama engel oldu. Bu arada kimse yerinde saymaz. O zaman yerimde sayıyor gibi hissetmememe engel oldu. Tamam. Oldu şimdi.

Aslında ara ara neden yazmadığımla ilgili ya da ‘neden yazamayız’la ilgili notlar aldım. Y aradı. Bu anlaşılan pek işe yaramamış. Bununla ilgili zannediyorum yazmayı arzu edenlere birkaç cümle kurmam cüretkar sayılmaz. İlk olarak arkadaşlar, küçükler, büyükler, duygusal ve romantikler ve öfkesini hançer gibi belinde taşıyanlar. İkinci olarak evet okumak evet bu zamanda evet büyük ve ben bunu yüzlerce kez söylenmesine rağmen belirtmekten rahatsız değilim. Ve bu büyük olan bu işi sürdürmekte büyük bir iş. Ve bu büyük işin dallanıp budaklanması, ritim bulması, yeni alanlar bulması da. Üçüncü olarak sözü yazmanın önemine getirmeyeceğim. Yazmak isteyip yazamayanlar rahat olabilir o bakımdan. Bu arada bir şeyi hatırlatacağım; bazı iyi yazarlar ya da doğru bir ifadeyle söylemeye çalışırsam güzel ve tek kitap çıkarmışlar ikinci bir eser çıkarmamasının bencesi çok mühim.

Ve yazamayan arkadaşlar merhaba, tekrardan. Bana kalırsa bazı insanlar anlatma kabiliyetini, yazmak gücünü muhabbet ederken, seyrederken, gündeliğe boğulurken, yürümezken (…) bitiriveriyor. Eline kalem aldığında boş bir içle karşılaşıyor ve ürpermiyor. Daha kolay söyleyelim; aşmak istediği bir konu yok. Söylenmiş olanı söyleyip duruyorlar o yüzden. Yani bize bir iyilik yap yazma ya da karar ver. Az önce bahsettiğim büyük iş tabirini, eylemini geliştirmeli. Çok uzattım; iyi bir okur olmalı. Yalnız. Bu. Bu. Yalnız. Kolay değil. Sandığınız kadar. Çünkü modernizm çünkü zihinlerimiz çünkü puf oldu, irademiz puf oldu. Biraz örnek verelim. Düşünün ki şiir okuyucusu olmak istiyorsunuz. Bunun için ilk yapmanız gereken şey şiir okumak olur. Düzgün okumak olur. Çokça okumak olur. Bu tabi yetmiyor. Şiire dair hayattaki ipuçlarını yakalamak gerekiyor ki bu bence en önemlisi. Ve inanın düzgün, çokça ve iyi şiir okuru olmak birkaç yılınızı alabilir, alır ve bu bir türdür bu türlerin arasında…

Yazabilmek için bence gereken koşullar var. Biraz onlara da göz atalım. Bu koşulların en dikkat çekeni hayatla bağ içerisinde olmak. Hayatla bağ. Sıkı olmasına gerek yok. Telaşsız olmasına gerek var. Gerçeklik baharatını da serpelim unutmadan.

Hayatın dinamikleri var. Es geçilen.

(Es geçmek; üzerinde durulmayan, yaşanması gerekirken hafife alınan.)

Hayatın sabahları var. Es geçilen.

Hayatın tabiatı var. Es geçilen.

Hayatın yürüyüşleri var. Es geçilen.

Hayatın kaçışları var. Es geçilen.

Hayatın insanı, stresi, zorlukları var… Es geçilen…

Bana kalırsa bunları önce kabullenmeliyiz. Kabullenmek neyle olur? Anlamakla. Galiba önce bunu hayatımıza eklemekle ya da üzerinde durmakla başlamalıyız. Ki zor. Ve bu yazmak ya da okumakla doğrudan ilgili değil. Ama ilgili. Yoğur, yoğur, yoğur anca. Heh baktın benim bir üslubum var, kendime özgü bir kavrama tekniğim var. Baktın ki buna inanıyorsun da. O zaman yaz. O zaman yazmazsan mahrum bırakırsın, en çok kendini. Bu durum bizi de üzer. Aslında üzülmeyiz biliyorsun. Belki de Üzülmeyiz. Bilmiyorum. Çok işimiz var. O yüzden yazının son paragrafına geçiyorum.

Belki merak eden olur, beş yüz yirmi altı gün beklemen neye yaradı diye soran olur, olmaz ya. Yazının başında belirttiğim iki yandan biri bu. Baktım ve anladım ki tecrübe limiti doluyor, doluyor ama bunun yazmak kısmına bir faydası görünürde yok. Görünen şey ; artık faydalı, edebiyatlı (?) ya da benim için iyi kitabı biliyorum, anlıyorum, görüyorum oluşum. Kısacası tecrübe sahibi olanlara baktım ve onlardan biraz sıyrılmalıyım dedim. Ve bunları yazdım.

Not : Bu hasbihali yayınlamayı düşündüğüm saatlerde Yahya Sinvar şehit oldu. Rahmet olsun. Heniyye ve diğer şehit olan binlerce yaşlı, binlerce çocuk, binlerce kadın binlerce erkek. Sonuç olarak hepsi Allah’ın rical dediği kısımdan. Ölmez dediği kısımdan. Siz bilmez, anlamazsınız dediği kısımdan. Yazıyı belki birkaç gün sonrasında yayınlamak daha münasip olurdu ama baktım ve gördüm ki bizden olan ölümler kimseyi ırgalamıyor, baktım ve gördüm ki “ölümler ölümlere ulanmakta ustadır” ve gördüm ki aslında ölen yok baktım ve gördüm, gördünüz. Yitirilen şeyler varmış aslında, yok olmaya milim kalmış, kepaze olmuş şeyler, mide bulandırıcı, ürkütücü şeyler varmış. Bitmeyen şeyler varmış. Biten şeyler var. Bunlar şimdi varmış. “Bir mümin ölse ağlardık”lı şeyler varmış. Bu eskiden varmış.

Tamam. Tamam da ne yapacağız? Sürekli ölüyoruz? Neyi nasıl yapacağız? Sürekli ölüyorken nasıl işimizi, doğru yapacağız? Her şeye rağmen?…Yapacağız işte. Yaşayacağız. “Ne yapalım, yaşamak zorundayız. Yaşayacağız. Önümüzde ne uzun günler, ne uzun geceler var daha. Kaderin bize lâyık gördüğü tüm güçlüklere sabırla göğüs gereceğiz. Şimdi olduğu gibi yaşlılığımızda da durup dinlenmeden çalışacağız. Günü, saati gelince de ölüme boyun eğeceğiz. İşte ancak orada, mezarlarımızda, nice acı çektiğimizi, nice gözyaşı döktüğümüzü, nasıl zor bir yaşamımız olduğunu bir bir anlatacağız. Tanrı işte o zaman bize acıyacak.”

Anlaşılmayan bir yer var. Şu. Yapamıyoruz. Böyle yapamıyoruz. Ama başka çaremiz yok. Yok. Öğütlerin işe yaramadığı bir zamanda bir öğüt daha. Öğütülmemek için: “Yılmadan yap. Fırsatı kaçıracağın için değil, önünde yılgınlık göstereceğin her kimsenin bir zorba veya bir zorba adayı olması yüzünden. Yılma ki sıcaktan kavrulana gölgen, suda boğulana elin erişsin.”

Ruhsuz, sinik, pörsük, ibne, yavşak, kepaze, şerefsiz, haysiyetsiz, terörist, kalleş, düşman, gaddar, soykırımcıya rağmen yapmalıyız. Tembel, kokuşmuş, yorulmuş, sinmiş, menfaatperest, çıkarcı, kötü, arzulayan nefislerimize rağmen. Evet. Önce içimizdeki rağmenleri düzeltelim.

Önce

İçimdeki

Rağmenleri

Düzeltmeliyim.