227 views 9 mins 0 yorum

Muharririn Sonsuz Yolculuğu 19. Bab: Hangi Taraf -3-

In Düşünce
Ağustos 23, 2023

Fikir mengenesinde yurt tutmuş, kahır örsünde tav olmuş, “Hubb-i Fillah, Buğd-i Fillah” (Allah için sevgi, Allah için öfke) muvazenesine mevzi kurmuş zihinlerin kaynama noktası, “medeniyet” söylencesinin neye delalet ettiğini tam manasıyla kestirememiş olmasıdır.

Tarih metodolojisine bir kaşı çatık halde agah bakan o şimşek habercisi gözler, “neden?” isyanını terk edip “niçin?” tahkikatını ve merakını kuşanmıştır. Çünkü “neden” diye sormak, ikna olmaya veya reddetmeye müsait zihinlerin soru işaretidir. “Neden yapacakmışım” ya da “Neden yapayım ki?” sorularıyla amel etmekte mahirdir onlar. Halbuki ikna edilmişlerle değil inanmışlarla çıkılır yola.

Niçin” sorusu ise sorgulayan zihinlerin muayyen ve vazgeçilmez silahı. “Tamam, tarihimizde böyle bir hadise yaşanmış ama niçin yaşanmış?” veya “Şayet tarih dediğimiz şey bir tekerrürden ibaretse, yaşanan acı olayların ne için yaşanmış olduğunu mütalaa etmeli ve gereken dersi çıkarmalıyız.” diyenler, durdukları yerde sebat etmenin ne kadar zehirli olduğunu bilmelidir. Tasavvufta “nefs-i mülhime” denilen bir mertebe vardır ki; meşayıh büyüklerimiz, “Bu mertebede kalmak tehlikelidir. Çünkü mümin kimsenin nefsi bu mertebeye ulaşınca, kalbine türlü ilhamlar isabet eder. Bu ilhamlar Rahmanî de olabilir şeytanî de. Nefsi kemale ermeyen nice kimse bu mertebede aldandı” demiştir. Kısaca, “niçin” sorusunda sebat etmek, kişinin türlü sorularla kendi zihnî infilakını gerçekleştirmesine sebebiyet verebilir. Bugün şerefli taraf sahibi kimseler, “niçin” eşiğini aşıp, “nasıl” ufkuna varmak zorundadır.

Nasıl” sorusu, inanmış yüreklerin inancı uğruna vereceği mücadelede müracaat edecek bir yol, bir yöntem, bir saha arama telaşını ifade ediyor. “Niçin” sorusuyla tamamlanmış olan tahkikatın eylemde bir karşılık bulabilmesi için bizler “nasıl” diyoruz. “Yapılması gerekenler” belirlidir çünkü. Bizler Allah’a niçin kulluk etmemiz gerektiğini Kuran-ı Kerim’den biliyoruz. Yani yapılması gereken, Allah’a hakkıyla kul olabilmektir. Ve yine niçin namaz kılmamız gerektiğini Kuran-ı Kerim’den biliyoruz. Verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere, “Niçin” sorusu, ilim dediğimiz şeye taalluk ediyor. “Nasıl” sorusu ise ilimle elde edilen bilgileri “amel” olarak hayata geçirebilme yöntem ve tekniklerine karşılık geliyor. Niçin namaz kılmamız gerektiğini Kuran-ı Kerim’den, nasıl namaz kılacağımızı ise Fahr-i Kainat Efendimiz Aleyhisselatuvesselam’dan yani Sünnet-i Seniyye‘den öğreniyoruz. Amel ilmin neticesi olduğu gibi; amelsiz ilim de büyük bir neticesizliktir.

“Niçin medeniyet?” sorusu henüz ikna edici bir cevaba ulaşabilmiş değil. Çünkü şerefli taraf sahipleri ne vakit ileri atılmak üzere harekete geçecek olsa, neyi nasıl yapması gerektiği noktasında yalpalıyor ve kesin bir cevap arıyor. Cevap sunmakta ehliyet sahibi olanların bir kısmı ısrarla “medeniyet” rotasını gösterse de diğer bir kısım ise “medeniyet” denilen şeyin uçarı bir şey olduğunu, batı için matah olmakla beraber, bizlerde sıhhatli ve tutarlı bir manaya işaret etmediği görüşünü savunuyor.

Bütün bir ömrünü İslam Medeniyeti ülküsüne adamış olan Merhum Sezai Karakoç, durdurulmuş bir medeniyetin evlatları olduğumuzu savunur. Karakoç; “İslam Medeniyeti, ırk olarak sadece Arapların ortaya koydukları bir medeniyet değil, Arap, Acem, Türk ve daha birçok ırkın İslam ruhunu ruhlarına geçirmiş olarak ortaya koydukları ortaklaşa bir medeniyettir.” diyor. Kısaca onun için bir erk olarak medeniyet, İttihad-ı İslam’dır. Esasen bu anlayış, bizlerin zihninde somut bir yer teşkil etme noktasında türlü ıkınmalara sebebiyet veriyor. Nitekim “İttihad-ı İslam” denince akla ilk önce “hilafet” geliyor. Aynı anda siyaseti, sosyo-kültürel organizasyonları, sosyo-ekonomik teşebbüsleri, mezhepsel temas ve ilişkileri ve daha birçok hadiseyi ihtiva eden İttihad-ı İslam görüşü, bir nevi tümevarımcılık anlayışına taalluk ediyor. Böylesi bir medeniyet anlayışının birincil enstrümanı “ilm-i siyasettir” bu yüzden.

İsmet Özel‘e göre medeniyet, İslam Devleti‘ni dumura uğratan şeyin ta kendisidir. Tasavvufun “kavramsal” olarak ortaya çıkışını bu sürece bağlayan Özel, İslam Medeniyeti’nin dünya ile haşir neşir olmasıyla birlikte, bu irtibatı reddeden Müslümanların tasavvufa yönelmiş olduğu kanaatinde. Ona göre medeniyet, Müslümanları akamete uğratan şeydir.

Bedri Gencer‘e göre ise; Medeniyet (civilization), modernliğin sistemi, özel adıdır. Sekülerleşmeyi de içeren geniş manada modernleşme, inanış tarzı ile yaşayış tarzını ifade eden itikadi ve ameli boyutları kapsayan geniş manada sünetten kültüre ve medeniyete geçiş sürecidir. Bizlere lazım olan Cizvitler’de uydurulmuş bir medeniyet türküsünün peşi sıra gitmek değil, sünnete dönüş yolunu bulmaktır. Medeniyet anlayışı tümevarımcılık ile dallanıp budaklanırken, Bedri Gencer’in benimsediği tavır alabildiğine açık ve nettir. Yapılması gereken tek şey tümden gelmektir. Tümden, yani Sünnet-i Seniyye’den.  Kaybedilmiş olan sünnet yolunun yeniden ayrık otlarından arındırılması ve fert fert o yola revan olunmasıdır. Çünkü İslam Devleti, bir devlet idealiyle kurulmadı. İslam’ın yaşanması, İslam Hakimiyeti‘ni beraberinde getirdi. Mesele formüle etmekten değil, yaşayıştan geçiyor. Nitekim Sezai Karakoç’un Medeniyet anlayışındaki İttihad-ı İslam görüşü, ehl-i bidatı mazur görmeye mütemayil iken, İslam Hakimiyeti dediğimiz sünnete dönüş yolu, büyük bir hassasiyetin farkındalığını da beraberinde getiriyor.

Bizler, İslam Medeniyeti’ni değil İslam Hakimiyeti’ni savunuyoruz. Cahillerin müdahalesi ile bir nokta olmaktan çıkan ilim gibi; hakikatin dallanıp budaklanması da medeniyet algısıyla gerçekleşti. İslam Medeniyeti, nefsin medenileşmesiyle başlayacak diyemeyiz fakat İslam Hakimiyeti nefse hakim olmakla başlayacak diyebiliriz.

Şerefli taraf sahipleri, “niçin”den “nasıl”a bu şekilde varabilir ancak. Kendi mevziinde, kendi istidadı üzere derinleşen ve gözünü diktiği ufukta yetkin bir şahsiyet olabilmek için mücadele veren bu zümre, yüreğindeki mücadele aşkını eylemsel boyuta geçirebilmek için son kez “nasıl” diyecek. “Nasıl çıkılır o şerefli yola?” Cevap ise belirlidir;

Nihayet, bidayette saklıdır. Yolumuzun bidayeti de nihayeti de “sünnet”tir.

Oğuzhan Âsım GÜNEŞ

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.