200 views 11 mins 0 yorum

Nizamın Tanziminden Hiyerarşinin Tağyirine

In Deneme
Ağustos 28, 2023

Son dönem Osmanlı toplum yapısı ve siyasi manzarası söz konusu edildiğinde, “Tanzimat fermanı” kendisine önemli ölçüde yer bulan uğraklardan/dönemeçlerden birisidir. Bu dönemecin anlamlandırılması bugün için bir “tanzim”e giden yolu açıyorsa başlı başına bir hamle olması itibariyle kıymetlidir. Değer biçici olarak bir anlamlandırmada nelerin merkeze alınacağı ve kritiklerin dayanacağı kaynak ise yaslanılan dünya görüşünün yansıması manasına gelir. Toplumlar fertlerden müteşekkildir. Fertlerin birbiriyle tesanüdü, toplumun bir bütün haline gelmesi yolunda hayli önemlidir. Homojenleşme süreci, meşruiyetin istikrarı anlamına gelmektedir.

Hayatı tanzim edici şeyler, ister kurumsal yapılar olsun, ister dünya-kurucu olarak din olsun; insanların bu şeylerle etkileşimi sonucunda bir tabloyu resmederler. Ortaya çıkan bu tablo milletin ortalama hayat düzeni, akan hayatın getirileri ve teneffüs edilen havanın kendidir. Bugün yaşadığımız dünyada her milletin kendine has çizgilerle hayatı yaşadıklarını söylemek safdilliktir. Zira küreselleşme denilen şey, her şeyi damgalamış vaziyettedir. Bu damgadan ne ulus-devletler ne de onların müntesipleri olarak vatandaşlar âri değildir. Elbette burada birçok faktör bulunmaktadır. Son üç asırdır dünyanın değişen yüzü, gitgide kapitalizmin hakim olduğu bir hayatın içine doğan insanların çokluğu, bilimin demoklesin kılıcı haline gelerek tehdit unsuruna dönüşmesi gibi meseleler de hayatın dönüşen yüzüyle doğrudan alakalıdır. Esas dönüşen şey ise varlık hiyerarşisidir.

Son üç asır şiddetini artırarak devam ettirdiği haliyle insanın tâbi olarak yaşadığı bir dünyadan metbu olarak yaşadığı ve her şeyin mihengi haline geldiği bir dünyaya yelken açtı insanlık. En başta “insan” tanımları, “Tanrı” tanımlarına bağlı olarak değişirken, insanın dışındaki dünya da bu dönüşümden payını aldı. Tabiat nesneleştirildi. Tanrı nesneleştirildi ve paradoksal olarak insan nesne haline geldi. Aydınlanmayla ayyuka çıkan “özne” fikri, nesnesine mahkum olan bir varlığa evrildi. Her türlü faydanın elde edilmesi yoluyla yönelinen şeyler insanların kendi elleriyle yapıp ettikleri dolayısıyla dehşetengiz manzaralara neden oldu. Meratib’ül vücûd yerinden oynatılınca, varlık aşkın anlamını yitirdikçe insan kendi varlığını ifsad etti. Zahir güç kazandı kazanmasına, ancak bu güç bâtından başlayarak çıktığı yolda neredeyse kendini tezahürünü de yok etti. Diğer yandan Batı’da başlayan toplumsal hadiseler sonucu dünya dönüşüyordu. Osmanlı da bu dönüşüme ayak uydurmak zorunda hissetti kendini. Aşama aşama, varlığını koruyacağı alanı kendi dairesinin dışında konumlandırmıştı. Islahın yerini reformun almasına doğru giden yol, Osmanlının kendi kimliğinden tecridine giden yoldu. Islah, kimliğin korunması ve bazı fer’i durumların düzeltilmesi anlamına gelirken reform ise asli bir değişiklik, kimliğin baştan oluşturulması anlamındadır. Esasen “Tanzimat fermanı” görünürde ıslahtır. Ancak toplumsal hayat ve siyasi manzara, bu fermanın asli değişikliğe giden bir uğrak olduğunu göstermektedir. Halk arasında bu dönemde yapılan tanzimlerin yansıması rafine bir şekilde belli olmaktaydı. “Gavura gavur denmeyecek” mottosu, İslam düşüncesinden neşet eden sınıf kimliğinin dönüştürülmesi ve ulus-devlete giden yolda vatandaş kimliğinin ortaya çıkmasını gerektirecekti. Güçlü olmak, kudret sahibi olmak zorunlu olarak ibrenin Batı’ya dönmesini gerektiriyordu. Bu gereksinime giden yol aşama aşama oldu.

Osmanlı’nın yıkılması, Cumhuriyet’in kurulmasıyla da baskıcı bir dönüşüm süreci söz konusuydu artık. İ’layı Kelimetu’llah yerini muasır medeniyetler seviyesine erişmeğe bırakınca, baskıcı bir modernleşme işten bile değildi. Ne var ki Batı’nın kendi tarihi seyri içerisinde geçirdiği dönüşümler tabii idi. Hristiyanlıkta eksik olan kurucu mit, insan olarak tebarüz etmeyen “hakikat-i ferdiye” davası, toplum kurulurken de istikrarını temin ederken de muğlak bir alan bırakmıştı. Nazari ve ameli olarak bir rehber eksikliği, tâbi olunduğu iddia edilen vahyin istenildiği gibi eğilip bükülmesini intac etmişti. Katoliklik müesseleşmiş bir tahrif yolu idiyse, Protestanlık da ona isyan bayrağını açmış, ancak bir diğer uca düşmüş yol oluvermişdi. Endülüjans belgelerinden kurtulmak gerekliydi, ancak bunun nihayeti devletin mutlak hükümranlığına çıkmamalıydı.

Osmanlı Devlet’i kuruluşundan itibaren daimi olarak bir muhasebe içerisinde olmayı devlet geleneği haline getirmişti. Siyasetname’lerin çoğu bağlı olunan hayat görüşü ve bu görüşün dayandığı dinin icaplarına karşı zayıflayan yönetimsel ve toplumsal problemleri kendine mesele edinmişti. Islah fermanları, salaha ulaşmak ve maslahatın temini için aşkın değer ve ilkelere dönülmesinin gerekliliği üzere kurulmuştu. Tanzimat fermanı ise bu anlayışın kimine göre zirvesiyken kimine göre ise yeni bir anlayışın başlangıcı idi. Ne olursa olsun, bu ferman Batı tipi toplum yapılarının Müslümanların teneffüs ettiği havayla karşılaşması ve bu havaya sindirilmesi için atılan bir adımdı. Bu adım atılmalıydı, zira meşruiyet krizinin çözümü için Batı inanılmaz bir örnekti.

Necip Fazıl Kısakürek’e göre ise Tanzimat devri, şahsiyetimizi yitirdiğimiz devirdir. Bu devirde kaybolduğuna inanılan anahtar, ceketimizin astarının cebinde değil, uzak diyarlarda aranmaktadır. Dahası bu arayış, bir ideal haline gelmekte, kimliğe sadakate dair kaygılar büsbütün ortadan kalkmaktadır.  “Tanzimat hareketi, bir türlü mânâsı kavranamayan Batı dünyasına karşı bizim kaybolmuş veya kaybettirilmiş mânâlarımızın nereye gittiğini gizlemeğe memur o cereyanın ismidir ki, cellâdımızın evine ve merhametine sığınıp ve kendi öz elimizle onun baltasını bileyip bileyip nefsimize hayat hakkı arayışımızı, böylece en feci iflâsımızı ihtar ve ilan eder.”

Bu iflastan bugün dönülmüş müdür? Buhranlar arası salıncak kuran insanımızın kurtuluşu aramağa mahkum kılındığı mihraklara bakarak bu sorunun cevabı görülebilecektir. Münevver, aydın, âlim, mütefekkir. Bunlar tâbi oldukları milletlerin kimliklerine sadakatlarini derinleştirmekle vazifelidir. İslamla içeriklenmiş bir kimliğin sahibi olan Türklerin bugün için kimliklerinden de, sadakatlerinden de bahsetmek mümkün değildir. İslama sahip çıkmak ise ince anlayış  (fıkıh) gerektirmektedir. Bu anlayış slogan, hamasi tavırlar ve ezbere kuru bilgilerle değil, her hadiseye kendinden sarkacağınız, İslâmdan yani Hazreti Peygamber’den ve din büyüklerinden kalkılarak inşa edilen bir dünya görüşü yardımı ile mümkündür. Siyaset, bir bütün içinde anlamını bulduğunda önemlidir. Ekonomi bütün içerisinde yerini bulursa iki dünya için de merheme dönüşebilir. Bütünden kopuk olarak bu alanlardan bahsetmek, bir süre sonra bugünün dünyasının marazlarıyla içeriklenmiş, büsbütün farklı bir anlama bürünmüş bu şeylerin boyunduruğu altına girmekle sonuçlanacaktır.

Hiyerarşi devrilmiştir, anlam buharlaşmış, insan kendine yabancılaşmıştır. İnsanın ve şeylerin anlamını bulacağı bir hayat düzeni olmadan, pansuman tedbirlerle “Tanzimat”lar yaraya merhem değil tahrif olarak icra edilecektir. Bu hakikati anlamak, meratib’ül vücud’un yeniden nizam olarak tesisi için cehdetmeyi temin edecektir.

Fatih TEKİN

/ Published posts: 64

Nedamet'te yazar. Son Kıvılcım dergisinde editör. İlk kitabı "Modern ve Postmodern Kıskacında" 2023 yılında yayımlandı. Erzurum'la İstanbul arasında.

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.