248 views 5 mins 0 yorum

Bana Göre Hava Hoş(!)

In Deneme, Düşünce
Ekim 27, 2024

“Vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi” ama nasıl?

Yaşadığımız çağ, insanı, göğe merdivenlerle yaklaştırabildiğine inandırıyor ve merdivenin başına çıkanlar ölümden uzaklaştığını sanarak, göğe yaklaşabildiği zannıyla kibrin doruklarından, ne gönlü coşturan bir manzarayı seyredebiliyor ne rahat bir nefes alabiliyorlar. Aynadaki görülene olan hayranlıkla günden güne körleşip, kendiyle de arasını açıyor. Aslolan yola dönmek isteyenlerse aslına uygun olduğu gibi hicret etmek zorunda kalıyor, ama nereye? Demografik yapılar birbirine kasten karıştırılmış, tüketenlerle göç edenler iç içe bir dünyada yaşamak zorunda kalmışken insan nereye gidebilir? İnsanlıktan uzak bir doğu batı hiyerarşisinde iyi insan kendini nerede konumlandıracaktır? Dahası “İnsan nerenin yerlisi” olarak kalacaktır?

Zaman, günden güne üstümüze mekânla beraber çöküyor. Maalesef ki biz bunu uzun uzadıya süren yemekli toplantılar sonrasında hâsıl olan, ağırlıklarla anlıyoruz. Şayet olana gözümüzü kapatıyorsak burnumuza gelen kötü kokulardan hoşnutuz demektir. Vurdumduymazlığın eşiğinden her gün biraz daha geçiyoruz. Bu geçiş bizleri daha kirli ama daha parıltılı yapmak için tasarlanmıştır ve bu tasarı, bizi fıtratımızdan koparmak için en sahici yanlarıyla günden güne içimize işleniyor.

Dünyaya gönderilişimizden itibaren kendimizle ve olanlarla verdiğimiz savaş, yaşadığımız şu zamanda bizden koparılmak ve irade terbiyesizliğine karşı bir normallik oluşturulmakta, insanlar günün sonunda varlığını kendinde himaye edemeyen, beyninde çipi olmayan ama kumandası başkalarının ellerinde olan organizmalara dönüşmektedir… Böylesi bir düzenbazlığın karşısında durabilecek tek fikir, nitekim İslâm’dır. Maalesef ki bugün insanlar anbean bu fikirden koparılıp, suni heveslerin peşinde sürüklenirken, düzen bozan sistemlerin elebaşlarına karşı boyunları kıldan ince bir vaziyetle itaat etmektedirler. İslâm, yapıcılığı âlemşümulken, bugün belli siyasi konjonktürlerin menfaatleri için kendi tekellerinde tutulup, hatalarıyla bilinen bir fikir haline getirilmek için elden gelen arda konulmamaktadır. Ahvalimiz budur ki, parti bayrakları gökle aramıza perde olup, hakikatle aramızdaki rabıtayı kesmektedir. Bunun için gündemi dışarıdan tayin edilen bir millet değil, Kur’an-ı Kerim’in sayesinde sırat-ı müstakimden ayrılmamak üzere kurulan bir görüş, ele alacağımız tek gündem olmalıdır.

İsmet Özel, “Kâfirle çatışmayı göze alan Müslümana Türk denir.” diyor. Bizlerse bugün kâfirle çatışmak şöyle dursun, onlara şirin gözükmeye onlarla geleceği yâd edip geçmişi unutur hâle gelebilmek için ant içmiş gibi mücâhedeler vermekteyiz ve bunun müdafaasını yapacak piyonlar bulup, krallara kul olan vezirlerin, eteğinin öpülmesine şahit olmaktayız. İnsanı önce maddeye sıkıştırıp en nihayetinde de maddede boğmak isteyenler, aynı insanları bir başka hayalin dünyasıyla oyalarken bir başka dünyanın olabilirliğini unutturmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Üstünüz ve bu üstünlüğümüz Hakk’a inançtan gelmektedir. Bizler Türkler olarak hem kâfirle çatışmayı göze almak hem korkakların direkt karşısında hem de kâfire sempati besleyenlere karşı “İster Braudel olsun ister P. Valery olsun. Önce tahareti öğrensinler” demekle mükellefiz. Bu mükellefiyet bizlerin Müslüman kalış şartlarındandır…

“Bana göre hava hoş” diyenlerin, aynı göğün altında yaşadığımızı unutup, kendi damlarının, akıtıp akıtmadığıyla ilgilendiği saatlerdeyiz. Ama günün sonunda bu hava, bu karanlık hepimizin üstüne çöktüğünde sorular altında maraz arayanlar da soruları görmezden gelip insanları cambaza bakmalarını teşvik edenler de bu ağırlığın altında ezilecektir, inananlar müstesna.

Yakuphan Ustaoğlu