261 views 16 mins 0 yorum

Mitişik Kız ve Gayriihtiyari Sağlamalar

In Deneme, Öykü
Kasım 01, 2024

‘’Zamanın birinde, birbirleriyle arkadaş olan beş kız varmış. Bunlar her gün tuturuk kazımaya giderlermiş. Bir gün kazıdıkları tuturukla evlerine dönerlerken yorulmuşlar, rastladıkları bir evin kapısını çalmışlar.
“Teyze, bizi bu akşam misafir eder misin? Çok yorulduk da” demişler.
Meğer orası bir dev anasının eviymiş. Kızları hemen içeri almış, yüzlerine gülmüş, rahat yataklar yapmış, karınlarını doyurmuş ve yatırmış…’’

Olan bitenlerin daha farklı olabileceğine dair düşüncelere kapılıyorum. Sadece kendi hayatımın olağan hadiseleri için değil geçmişte yaşanmış veya yaşanmamış gerçek veya hayal ürünü farklı farklı olaylara, anlatılara da saplıyorum düşünce kancasını. Mitişik kız masalı daha farklı olabilir miydi? Bu masalda bu sonla mı bitmeli? Uyur uyumaz beş kızı yiyecek olan dev anasını, onun hain maksadını anlayıp uyumayan ve evi ateşe veren mitişik kız kurtarır. Dev anası onları uyanıkken yemeye gücü yetmeye yeter ama yine de uyumalarını bekler. Zalim, avını gafilken avlamak ister.
“Kızlar, kim uyuyor, kim uyanık?”
“Mitişik kız uyanık.”
Ve bir kişinin uyanıklığı sayesinde dev faka basar. Zalim, önce gafil düşürülür sonra ibret olsun için evi ateşe verilir. Bu masal şöyle de bitebilirdi: Tuturuk toplamaya giden beş kız yorulup tanımadıkları bir teyzeye misafir olurlar. Aslında bir dev anası olan teyze, karınlarını doyurur ve nihayet uykuya daldıklarında soluksuz yatan kızların hepsini yer. Masal ne kadar hüzünlüyse o kadar çok ibret verir. İkinci son, modern Ortadoğu’nun haline ne kadar benziyor.
Olaylar, konuşmalar ve kararlar bir başka alternatifleriyle farklı bir sona vardırılabilirmiş gibi geliyor. “Ya bunu söylemeseydim? Ya bu yolu seçseydim?”
Kafamda kurgulananlar, birbirine dolanmış iplikler gibi. Bir uçtan çekiyorum, ip birleşiyor, ama sonra düğüm oluyor. Bazıları yarım kalıyor, bazılarıysa farklı bir boyutta yeniden başlıyor. “Her şey daha farklı olabilir” diye düşünüyorum, ama “Daha farklı olsaydı, gerçekten daha iyi mi olurdu? soruları da peşimi bırakmıyor. Acaba her şey tam da olması gerektiği gibi olmuş ve olmaya devam ediyor da benim bu saplantılı arayışım sadece yanıltıcı bir heves mi? Varsayımlardan ve temennilerden hayali cevaplar uydursam da bu soruların bir cevabının olmadığının farkındayım.

Yaşadığım her şeyin ben tarafından ilk defa yaşanılıyor olması ve yaşanılacak olanların da belirsizlikle beraber cezbedici bir çekiciliğinin olması, cüzi irademle yaptığım farklı farklı seçimlerin içinde sonsuz ihtimaller denizinde güvende olduğum hissini veriyor. Yollar çatallanıyor, insanlar karşıma çıkıyor, anılar zihnimde birleşiyor. Her bir seçim, yeni bir rota çiziyor bana. Cüzi iradem, bu sonsuz denizde küçük bir gemi gibi. Rüzgârın nereden eseceğini bilemiyorum belki, ama ona her halükârda yelkenlerimi açmaktan çekinmiyorum. Nihayetinde bazıları sakin, bazıları fırtınalı olan diyarlarda buluyorum kendimi. Sakin de olsa fırtınalı da olsa yanımda taşıdığım iki şey var; heyecan ve öğrenme iştiyakı. Çünkü bu ikisi her zaman, başka bir hikâyenin kapısını aralıyor.
Bazen durup geriye bakıyorum. Arkamda bıraktığım yolların, dönemeçlerin, geçişlerin nasıl birbirine bağlı olduğunu görüyorum, içimde yoğun ve mayhoş bir huzur oluşuyor. Bütün bu yolculukların beni bir bütün halinde getirdiğini, fark ediyorum. Ve tam o anda her şey olması gerektiği gibi olmasa da olması gerektiği gibi görünüveriyor. Karaman’da doğdum Konya’da okudum İstanbul’da çalıştım, Eskişehir’de bulundum, Bursa’da gezdim, Isparta’da hayatımı idame ettiriyorum. Doğmak, okumak, gezmek ve çalışmak fiillerinin muhatabı olan şehirlerin bana tesiri olduğu gibi benimde bu şehirlere tesirim var. Çünkü tesir iki tarafın birbirleriyle kurdukları karşılıklı ilişkinin sonucunda ortaya çıkar. Karaman, başlangıç noktası. Çocukluğumun geçtiği sokaklar, ayak izlerimle dolu. Konya klasik medrese derslerinin manevi atmosferi ve entelektüel bilgi yığınının süfli atmosferi arasında geçti. İstanbul biraz bohem biraz mana. Müzik, sanat, edebiyat, tiyatro ve mesleki gelişim kursları.. Üsküdar, Tuzla, Bağcılar, Esenler, Anadolu Kavağı, Bebek, Eyüp Sultan, Fatih, Mecidiyeköy…
Üsküdar’da vintage imgelemleri, Tuzla’da deri kokusunu, Bağcılar ve Esenler’de gettoluğu, Anadolu Kavağı’nda kalenin eteğinden denizin huzurunu, Bebek’te hayatın şatafatını, Eyüp Sultan’da maneviyatın kesafetini hissettim. Fatih’te tarihin dokusunu tattım, Mecidiyeköy’de modern hayatın koşturmacasını. İstanbul’un her semtine, her sokağına hem kendi hikayemi kattım hem de kendime uygun hikayeler aldım. Eskişehir, yeni arkadaşlıklar, sınavlar ve oyunlardan oluşan ve sanki bazen yavaşlattığım bazen sardırdığım bir film gibiydi. Bursa, peçesinin altından süzülen gizemli gülümsemesiyle hala ara sıra aklıma gelmekte. Odandan odaya geçerken ansızın kendimi orada bulacağım bir portalı sürekli yanımda taşıyor gibi hissediyorum. Isparta’da bir bütün haline gelmeye devam ettiğim anların içindeyim.

Geçmişteki çoğu hatıra silikleşerek bir hayalete dönüşmeye başlıyor. Beynimin içinde mobilize katliam birlikleri bütün nevrotik düşüncelerden temizliyor beni. Böylece ayrık düşünmenin kapılarını aralayabiliyorum. Beni alışılmışın dışında düşünmeye iten sebepler içinde düşüncelerimin yabancıların kontrolünde olduğuna dair vehimlerde var elbette. Bunu kuru bir vehim olarak görmemek gerekir. Gündelik hayatta bile kendimize arka çıkan ya da karşı çıkan bir sürü yabancıyla muhatap oluyoruz. Tamamlanmayan, kendini sürekli unutan ve yeniden yazılan hikayelerimin başka bir açıklaması olamaz. Yabancı ya da öteki, parçalanmışlık hissi içindeyken ortaya çıkıyor ve tam bir bütün arama isteği içindeyken, o bütünlüğü kaybettirerek beni kendimle yüzleştiriyor. Ve işte tam da bu yüzleşmede, kendimden başka her şeyin ara sıra beliren bir yansıma olduğunu fark ediyorum. Ne zaman kendimi bulsam labirentin sonuna ulaşan kendimi değil yeni bir kayboluşun içindeki kendimi buluyorum. Bu seviyeye geldiğimde bir anımı hatırlamaktan, bir düşünceyi kurcalamaktan veya parçalanmaktan korkmadan, kendi bütünlüğünü kabul ediyorum. Sonrasında yeni bitmiş bir savaşın ardında kalan, sessiz bir ovada başını ellerinin arasına alan kederli bir asker gibi kalakalıyorum.

Benim için muayyen bir yerde olmakla herhangi bir yerde olmak arasında fark giderek flulaşıyor. Muayyen yerden kastım idealim olan, yaşamak istediğim, bulunmak istediğim yer, herhangi bir yerden kastım ise hayatın beni konumlandırdığı yer, bulunmak zorunda olduğum yerdir. Aslında bu konuda da başta sorduğum biçimdeki gibi acaba daha farklı bir mekânda daha farklı bir şehirde hayatım daha farklı olabilir miydi sorusunu soruyorum. Nerede olursam olayım yeryüzünü afsunlu bir alem şeklinde algıladığım için bu soru da önemini yitiriyor. Taşranın en uzak yerlerinde de olsam şehrin en kalabalık yerinde de olsam ya devler tarafından kargışlanırım ya da outsiderlar tarafından slaylenirim. Bunun nedeni artık hikâye ile masalın, şehir ile taşranın, geleneksel ile avangartın, hayal ile gerçeğin iç içe geçmesi aralarındaki ayrımların silinmesidir. Birbirinin çeşitlemesi olmaktan öteye gidemeyen binlerce şey arasında fiziki olarak bir şehirde veya bir köyde bulunsam da ruhum mekandışı ile dolup taşıyor. Yerleşik olmak, göçebe olmak ya da ikisi arasında katmanlaşan ayrıcalıklı bir boyutla özdeşleşmek. Mekanların, insanların, yolların geçici birer durak olduğunu anladıktan sonra içimde taşıdığım dünya ise, bunların ötesinde, kendi insanları, kendi sesleri, kendi mekanları, kendi anlamlarıyla var olmaya devam ediyor. Bana fiziksel yahut metafizik hep varılacak bir “öte” olduğu hissini veriyor ve zamanla “öte” olarak nitelendirdiğim şey, içimdeki her şeyi anlamlandırma çabamın bir parçasına dönüşüveriyor.

Günlerin sıradan, beklentilerimin ise pek mütevazı olmadığı günler geçiriyorum. Her şeye acele kavuşma isteği. Sanki isteklerim gerçekleşince hayat kökten değişecekmiş gibi. Gerçekleşen isteklerimin ardını, gerçekleşmesini istediğim başka istekler aldığı için bu yalnızca bir yanılgı olarak kalıyor. Mükafatın, anında verildiği masalımsı dünyada olmayı isterdim. Kendimi düşmekten kurtardıktan sonra, dile benden ne dilersen hitabına muhatap olup o an dileğimin kesin gerçekleşeceğinin verdiği şuhluk ile dolup taşmak. Kiçik Şahzadə masalındaki gibi;

‘’Sən mənim balalarımı düşməndən hilas etdin, indi məndən nə istəyirsən, istə.’’ Şahzadə cavab verir ki, “hahiş edirəm məni ışıglı dünyayə çıharasan.” Guş cavab verir ki, “get bir goyun, bir tulug da su tap gətir. Səni ışıglı dünyayə çıharım.” Bu sözdən sora şahzadə o yerin padişahının yanına gedir və əjdəhanı öldürüb həlgi zillətdən hilas etdigini söyləyir… Şahzadə goyunu öldürüp ətini, bir tulug suyu götürüb guşun yanına gəlir… Gərəz boyləliklə ışıglı dünyaya çıhırlar…

Beklentilerimi mütevazı tutarak, hayatı olduğu gibi kabul etmeyi öğrenmeliyim; Lirik şiirlerin avuntusunda, kendi masal dünyamın -hayallerle örülü, mümkünler evreninin- rahatlığına sığınarak… İstekler, sahip olduklarım ve dayatmalar arasında, zarif bir denge kurmam gerek belki de. Telaş ve koşturmaca içinde pişmanlık duymadan anı yaşamalıyım. Yitirilmiş, yarım ve tamamlanmamış evvel hadiseler ve kendimle ilgili çeşitli rivayetler, tecrübeyle birlikte yeniden kazanılmış, bütün ve tamamlanmış sahih bir temsil gibi geçmeli. Temsil, biraz gerçek biraz masalla bitmeli.

Az gittim uz gittim, dere tepe düz gittim, sonunda bir pazara vardım, pazarda kimler var: Kalyanamkara ve Papamkara, Hamır Batır, Taal-Taal, Gülikahkah, Zümrad ve Kımmad. Hepsine tek tek selam verdim, kelam aldım. Toylarında bulundum. Yiyecek, içecek sınırsızdı. Böreğin dibi görünmüyordu. Fıçılardan balı kepçelerle aldılar, bana da ancak kepçenin sapı ilişti. Taamdan nasibim yoğ idi. Ammâ hikâye dinleyici pek çoğ idi. Oturdum divana. Başladım Mitişik kız masalını anlatmağa. Baktım masal hafif geldi. Çıkardım küfeden gayriihtiyari düşünceleri. Tek tek sağlamasını yapar iken, kimi başını öne salladı onayladı kimi arkaya salladı reddetti. Herkim üz yulına kitti, şunıŋ bilen ekiyet te bitti. (Herkes kendi yoluna gitti, böylece masal da bitti.)

Kaynakça:

  • Şark’tan ve Anadolu’dan Masallar, Özlem Fedai, TDK Yayınları, Ankara, 2020
  • Masallarda Bitiş Formelleri: İdil Ural (Tatar) Masalları Örneği, Erkan Karagöz, Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 2021, Cilt: 14, Sayı: 36.
  • https://www.kulturportali.gov.tr/portal/mitisikkiz
  • Photo by Fuu J on Unsplash