
İnsanlar, emek verdiği şeyin kıymetini bilir. Tersten sağlamasını yaparsak emek vermediği şeyin kıymetini bilmez. O hâlde hüner ya da bizi vasatın üstüne çıkaracak şey emek vermediği şeyin kıymetini bilmek olsa gerek.
20-21. asır nesillerinin, Türkçe’nin kıymetini bilmeyişlerinin altında yatan temel sebeplerden bir tanesi Türkçe’nin, ilerleyişine destek olmayışlarından kaynaklanıyor. Daha doğru bir cümle kurmaya çalışırsak Türkçe’nin gerileyişine çare olamayışı hatta çare aramayışı belki de böyle bir derdi taşımayışını ileri sürebiliriz.
Diploma seviyesinin, okur yazarlığın ve Türkçe konuşanların sayısının artmasına rağmen Türkçe’nin gerileyişi iddiasının altını nasıl dolduracağız? Vatan toprağı mesele olunca kalbinde bozulma olmayan herkesin hassasiyet göstermesine rağmen vatan dilinin mana ve anlam işgalinde, sınırlarının daralmasında telaşlanan insanların çok az olması bir şeylerin ters gittiğini gösteriyor. İnsanların dil konusunda hassasiyet gösterdiği şeyse Arapça, Kürtçe, vesair tabelalar.
Ters giden şey; insanın, maddeye yönelmesinin bir tezahürüdür. Vatanın da -eğer varsa- madde-fizik tarafına hassasiyetimiz. Türkçe’ye hassasiyet gösteren insanların da ekserisi kelime sayısı üzerinden bir değerlendirme yaparak yine hassasiyetini maddi-nicel cephede konumlandırıyor. Ters giden şey, hakikati; soyuttan, metafizikten kopararak somutlaştıran hastalığa yakalanmamızdır. Bu hastalık, Türkçe’nin içine düştüğü tehlikenin farkedilmesini ve önemsenmesini imkânsızlaştırmakla kalmayıp müslümanların, mümin oluşundaki olağan ortama da zarar veren bir hastalıktır.
Çağın dine karşı olduğunu düşünüyoruz. Hayır çağ duygulara karşıdır. Halk bir mazlum için gecelerce dökülen gözyaşının o mazluma verilen bir dilim ekmek kadar değeri olmadığına inandırılmış haldedir. Çağ, duyguların duvarını çoktan aşmış hâlde. Düşmana değmeyen, tahrip etmeyen zarar vermeyen maddeyi-teçhizatı da nafile görür vaziyette. Çağ, en tepede olmayan her şeyi küçümsenecek hâle getirmiştir. Şerefli bir gayretin sonundaki mağlubiyet, sonundaki ölüm kahramanlık değil boşa harcanmış bir ömür olarak kazınmış zihnimize. Çağ seferden evvel zafer istiyor. Çağ, maddeyi okyanusa çevirmiş ve insanları o okyanusta gemisiz bırakmıştır. Bizse o okyanusta nefes alma telaşındayız.
Telaş; pencereden bakarken “Sana en yakın hangisi?” diye sorulduğunda önündeki camı farketmeden karşıdaki ormanı göstermektedir. Halk, maneviyatı yitirmekle kalmayıp maddenin varlığını da etkinliği ölçüsünde yitirmeye başlamış hâldedir.
Nereden başlayacağız? Şairin dediği gibi elbette ‘olduğumuz yerden’. 200 kelimelik dağarcığıyla şiir yazmaya çalışan birinin, yeni doğmuş evladına Türkçe’den evvel İngilizce öğretmeye çalışan bir âlimden daha kıymetli olduğunu bileceğiz. Elimizdeki imkânı nimet bilmek yerine bizi yavaşlatan yük, belâ telâkki edenleri bir kenara bırakarak yolumuza devam edeceğiz.
Olgun VERİM