98 views 6 mins 0 yorum

Biz ya da Onlar

In Deneme
Ocak 18, 2025

Biz, benzeşme, benzeş, beniz, ben. Yolun sonuna mı geldik yoksa yolun başladığı yer mi burası? Cevap, nereden baktığımıza bağlı. Nereden baktığımız vereceğimiz cevabı bu denli etkiliyorsa bastığımız yerin ne kadar ehemmiyet ve hassasiyet gerektirdiği de ayan oluyor. Çünkü bastığın yer, baktığın yeri doğrudan etkiler. Biz bu hassasiyeti namazla kazanıp, İstiklâl Marşı’nı yazmakla pekiştirerek diğer milletlerden ayrıldık.

Bastığı yerle baktığı yer aynı ise kişinin istikamet sahibi olduğunu anlarız. Zira farklı ise baş ve ayak uyumu yoksa kafası ya da aklı bir başka yerde kalmıştır deriz. Bu duyguyu ilk çocukken tattık. Ya bir oyuncak mağazasının ya da bir şekerleme dükkânının önünden geçerken. Hem çocuk oluşumuzun verdiği masumiyet hem elimizden tutan anne babamız bizi düşmekten, çarpmaktan korudu. Bu koruma bizim aleyhimize mi işledi yoksa lehimize mi bilemeyiz. Herkesin ibret vesikası farklıdır. Kimine düşmek iyi gelir kimine kötü…

Gerçek şu ki millet olarak bastığımız yerle baktığımız yer farklı ise bu bizi istikamet sahibi olmaktan alıkoyar. Kader insanı bastığı yere mıhlar. Hani coğrafya kader dedikleri. İlaveten zaman da kaderdir. İnsan doğduğu zaman dilimini de seçemez. Öyleyse bas(tırıldı)ğımız yeri şöyle tarif etmek mümkün: Emperyalism, Osmanlının yıkılışıyla beraber İslâm coğrafyasını 20. asırda, Türkeli hariç müstemlekesi haline getirdi. Biz bu asırdan hemen sonra müstemleke edilememiş topraklarda doğduk. Kader; hangi renkten, hangi ırktan, hangi cinsiyetten doğarsak doğalım bizi bu topraklarda bir araya koydu ve küfre karşı bir cephe açıldı.

Kader insanı bastığı yere mıhlar dedik. Oradan kurtulmak yahut sökülmek mümkün ama bir çivi gibi. Fakat eğip bükmeden bir çiviyi sökemezsiniz. Müstemleke edilememiş toprakların insanı olmak kimine ağır geldi, kimine cazip geldi. İnsana özgür olmak niçin ağır gelir diye düşünebilirsiniz. Ağır gelen sonuç değil sebeptir. Ağır gelen şey esasta müstemleke edilememenin şartlarıdır. Misâl, “küfre karşı kalın olmak.” zarureti.

Zaman ilerledikçe bu durumu sindiremeyenler sonuçtan bağımsız nedenler arayışına kapıldı. Ne vakit nedenlerden bağımsız bir sonuç ve sonuçtan bağımsız nedenler hikâye etmeye başladıysak, bastığımız yer ve baktığımız yer arasında tutarsızlıklar baş gösterdi. Baş göstermekle kalmadı; başımıza, hayatımıza belâ oldu. Neden-sonuç ilişkisi kuramıyor oluşumuz, Millî amaç yani istikamet tutturamayışımız belki biraz belki tamamen bundan.

Millî bir istikametin olmadığından dem vuruyoruz ama bir milletin varlığı da dilimizden düşmüyor. Çünkü ‘millet’in kavram-anlam dairesinin de bulandırıldığı hatta giderek sulandırıldığı bir dönemden geçiyoruz. Hiçbir millilik işareti kalmadı mı? Buna lisani olarak menfi cevap, mana olarak müspet cevap vermek mümkün değil. Hiç olmadığı kadar büyük bir işaret var. Onun büyüklüğü ülkeleri, lisanları, inançları aşmış durumda olan ‘Dünya Milliyetçiliği’.

Artık millilik altında satılan ne varsa oraya çıkıyor. Bu nasıl oluyor? Meselâ ay-yıldızlı don üretip, dünya pazarında emsali görülmemiş bir satış rekoru kırmış olsak. Dünya’nın Türkleştiğine, Türklüğe sempati duyduğuna inanacak milyonlarca insan buluruz. Oysa bu durum olsa olsa düpedüz Türklüğün gavurlaştığına işaret olur. Kendine Türküm dediği hâlde Türklüğün şartlarını reddeden herkesin, Türklüğü reddeden herkesten hiçbir farkı yoktur.

Kapitalizmin hakim olduğu topraklarda bize bir takım etnik istatistikler sunuluyor. Ve insanlar buradaki rakamlarla bir şeyler kazanacağı beklentisine kapılıyor. Millet olmanın şartları yerini kapital olmanın şartlarına bırakmışsa kazanan yalnızca küfrün milletidir. Bir birinden farklı görülen onlarca etnik adın, onlarca dilin ve onlarca dinin aynılaştığı yani dejenere olduğu tek millet: Amerikan milleti yani dünya milleti yani küfrün milleti.

Kendimizi daima arayışa, hafızamızı yoklamaya zorlayan bir telkin yahut levha var: “Neyi kaybettiğini hatırla!” Bu levha da artık geçerliliğini kaybederek bir dönüşüm yaşıyor. Çünkü bu telkinin ulaştığı kişiler önceleri kaybettiğini peşinen bilip direkt kaybettiği şeyi hatırlamaya çalışıyordu. Artık bir şey kaybedip kaybetmediğini iknaya odaklanıyor yeniler ve yenilenenler. Neyi arayanlar azalıyor.

Yine de hatırlatmakta fayda var. Küfür tek millettir lâkin yalnız değildir. Allah dinini küfrün karşısında duracak milletsiz bırakmayacak. Buna talip olmayan herkes küfrün milletine bilet almış demektir.

Olgun VERİM