195 views 8 mins 0 yorum

  Millet Olmanın Esasları

In Deneme, Düşünce
Mayıs 29, 2023

Bir toplum, belli değer yargıları etrafında kenetlendikçe millet olmaya doğru seyralır. Bu seyralışta sağlanan bütünlük (homojenlik) milletin hem birbirine olan bağlılığını hem de dış dünyaya karşı kimliğini oluşturur. Oluşan kimlik muhafaza edildikçe, münevverleri tarafından ise bu kimlikle eşya ve hadiseler işlendikçe “hayatiyet” korunur. Bir milletin hayatiyetini koruması, bir diğer adlandırmayla “beka”sı kimliğine olan sadakatiyle alakalıdır. 17.yy’dan itibaren millet olma imkanı toplumların elinden bir bir alınmıştır. “Ulus-devlet” bir millet projesi değildir. Bilakis millet olmaklığı sağlayan tabii akışları ve kimlik yapılarını sil baştan kurmak, yapıbozuma tâbi tutarak sûni bir kimlik oluşturma sürecinden ibarettir. Artık ortada birbirine kenetlenmiş, fiziki dünyayı metafizik ilkelerle anlayan, anlamlandıran bir bütün değil, parçalardan oluşturulmuş, kimliklerini aşkın değerlere değil, katı madde ve rasyonel akla borçlu uluslar vardır. Uluslar milletlerin tağayyüre uğramış halidir. Ve her tağayyür bir başkalaşmadır. Başkalaşma ise kimlikten tecrid anlamına gelir. Kimliğinden soyulan bir millet artık hafızasını yitirmiştir denilebilir. Zira kimlik hafızadır. Millet ise kimliğe sadakatle kurulan hafızanın muhafazası için bir zarftır. Bugün ise ne zarftan ne de zarflanmış olandan (mazruftan) söz etmek mümkün değildir. Tüm daireler açılmış, mahfazalar parçalanmış, şemsiyeler kırılmıştır. Neo-liberal dünyanın ayakta kalması bunu zorunlu kılmaktadır. Post ön ekiyle girilen yeni yüzyıl aynı olanın radikalleşmesinden başka bir şey değildir. Postmodernizm modernizmin, posthümanizm hümanizmin, postkapitalizm ise kapitalizmin kendisine nefes alacağı alanları açmak için oynadıkları kozlardan ibarettir. Burada esas mesele bu sonradan türeyen ve önce olarak adlandırılanlara muhalefet ettiği sanılan ideolojik yapılanmaları teşrihe tabi tutarken bunların içinden konuşmaktan korunmaktır. Bu muhafaza kendi zeminini kuracak bir alanı sağlıyorsa, millet olmanın anlamından bahsedilebilir.

  Bu topraklara uzun bir müddettir dayatılan uluslaşma macerası hafızanın tecridi için mücadele etmek ve safha safha kimliğin tağayyürü niyetiyle yol almak manasına gelmektedir. Batı tipi idrakin aldığı bu yol henüz nihayete ermiş değildir. Sekülerleşme macerası, piyasa koşullarına teslim edilen ve kitle(leştirme) iletişim araçlarıyla beslenerek devam eden bir süreçtir. Bu olağan gidişata karşı alınmayan tedbirler, muhafaza yolunu tutarak atılan adımlarla buharlaşmakta, sistem işini her türlü yürütmektedir. Muhafazakarlık kimlik bunalımına bir çare olamayacaktır. Devrimcilik ise bir iptaldir. Her iptal bir inşa ve ihya olmadığına göre bu anlayışın da millet olma yolunda bir merhem olamayacağı açıktır. Esas mesele, milleti içtimai bütünlük hassasiyetine eriştirecek bir inkılaba girişmekle mümkündür. Kabaca beş asırdır Müslümanlar inkılap yapmaktan çekinmiş, vasıflardaki bir takım esasla alakası bulunmayan değişimlerle işi yürütmeye çalışmışlarsa da bu anlayış da çoktan çark etmiş bulunmaktadır. İnkılabın keyfiyeti,merkeze alınacak hükümleri ve ileriye doğru ufukları ise bahs-i diğer olarak başka yazıların meselesidir.[1]

 Modernleşme Batı toplumlarında kendiliğinden, tabii bir akış olarak, bâtılın butlânının çark etmesi sonucu geçilen yeni bir evre olarak meydana gelmişken Doğu’da bu süreç tersinden işlemiştir. Doğu toplumları dönüşen dünyanın “görüntüdeki” kudret merkezlerinin değişme sürecini yanlış okumuş, kolaylıkla iğvaya götüren tezahürleri asıl zannetmiş, bu tezahürlerin aslını ıskalayarak merkeze almakla bugünden bakıldığında rahatça göründüğü üzere yanlış bir yola girmiştir. Bu hususta son Osmanlı münevverlerinin kendi dönemlerinde çağdaş meseleleri yorumlama, bu kavramları zaman zaman (konjoktüre dayanarak) daraltarak ve genişleterek verdikleri tavizler bu hususun bariz bir alâmetidir.[2] Elbette tüm suçu onlara yüklemek haksızlık olur. Ortada bir sel vardır ve bu sele karşı koymak ise hayli müşkildir. Bu selin menfezleri ve nasıl durdurulacağı meselesi aynı zamanda dünya kurucu olarak dinin hegemonyasına olan inançla da doğrudan ilişkilidir. Anlam verici ve dünya kurucu olarak dinin safha safha milletlerin hayatından çekilmesi sürecinde ortaya çıkan boşluğa koyulacak şeye dair akıl yürütmelerin Batı tipi teakkulle at başı gitmesi millet kimliğinin deforme olmasını gerektirmiştir. Kimliğe sahip çıkması gereken âlim / münevver / mütefekkirlerin akıllarının karışıklığa uğraması milletlerin topluluk haline gelerek dağılmaları sonucunu doğurmuştur.

  Millet olmak, geçmişten gelen hiyerarşik değerler bütününe sadakatle mümkündür. Tarih boyunca da millet olmanın muhafazası ancak bu yolla korunabilmiş, geçmişi dondurmak değil, bir kalıpta eriterek yarını kurmak için mesned kılmakla da varlığını devam ettirebilmiştir. Bu topraklarda ucuz siyasi tartışmalara da, politikanın aldığı rüzgarlara da bu veçheden bakmak esaslı bir muhasebeyi temin edecektir. Bu muhasebe olmaksızın dile getirilen yüzyıl planları dünya sistemlerinin yedeği olmaktan başka kapıya çıkmayacaktır.

Fatih TEKİN


[1] Bizim metinlerimizde inkılab meselesi Necip Fazıl Kısakürek ve Salih Mirzabeyoğlu’nun tesis ettiği fikri sistemlere dayanılarak, arka planda câri olarak akmakta ve tüm işaretler ve yönlendirmeler bu iki isme dönerek anlamını bulmaktadır.

[2] Son dönem Osmanlı İslamcılarının Batıyla burun buruna geldiğimiz süreçlerde izledikleri yolun neden sâlim bir yol olmadığı ve bizim kendi kimliğimizden uzaklaşmakla sonuçlanan bir sürece gitmekten alıkoymadığı hususu İsmail Kara’nın teliflerinden müşahade edilebilir. Bknz: İslamcıların Siyasi Görüşleri 1- 2 ve diğer telifleri.

/ Published posts: 60

Nedamet'te yazar. Son Kıvılcım dergisinde editör. İlk kitabı "Modern ve Postmodern Kıskacında" 2023 yılında yayımlandı. Erzurum'la İstanbul arasında.

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.