Ehl-i hak der ki; eşyânın hakikatleri sabittir. Onları bilmek vâkidir. Bu ibarenin devamında kelam kitaplarımızda bunun üç yolla olduğu vurgulanır: Havas-ı selîme, sadık haber, akıl. En baştan bu tasrihatı yapmak tarihsel süreç içerisinde sofistlere bir reddiye olarak vâki olduğu gibi kelâm ilminin usullerinde dayandığı muhkem mevzileri de gösterir. Ne yalnız hissiyat ne haber ne de akıl merkezileştiriliyor; hissiyat nakil ve akılla dengeleniyor / anlamlandırılıyor İslâm tefekküründe. Hissiyat olmadan ne naklin ne de aklın bir faalliği söz konusu olmayacağı gibi hissiyatın kendisiyle doğruları temellendireceği nakil ve bu naklin anlaşılmasında olmazsa olmaz akıl olmadan da insan olmanın keyfiyeti doğru yere mevzilendirilemez. Batı düşüncesinin ızdırabının yattığı yer tarihinin çeşitli dönemlerinde bu üç yolu farklı yollarla tahrif ederek merkezileştirmesi ve mutlaklaştırmasındadır. Kilise’nin tam tahakküm kurduğu skolastik çağda aklın ötelenmesi ve bâtıl bir takım şeylerden ibaret nakillerin mutlak addedilmesi sonucu aforozlar meydana geldiği ve Engizisyon mahkemelerinin kurulduğu bilinmektedir. Vahiyle irtibata geçiş devrinin peşisıra Hazreti İsâ’nın getirdiği tebliğin butlana uğratılarak “Hristiyan”lık denilen bâtıl dinin ortaya çıkması ve gelişen süreçte aklın daima örselenerek oluşturulan hakim gücün insanlara dayatılması mevzubahistir. Vahye muhatap olan insan bu muhataplığında kendi “ben”ini merkeze alır ve yaratıcıyı mutlak hâkim olarak addetmezse bu vahyi parçalara ayırmakdan da hiçbir şekilde kaçınmıyacaktır. Nitekim Hazreti İsâ’nın vahyinin (ki İslâm’dan başka bir şey değildir) tahrifata uğraması da aşağı yukarı bu yoldandır. Etki tepkiyi doğurur. Uçlar birbirlerini celbederler. İslâm ise reaksiyoner bir tutum ve sentez olmayışından mütevellit bir uca bakıp diğer uca konumlandırmaz kendini. Vasat olmak, merkez olmak, ortada, hakkın emrettiği yerde durmaktır. Skolastik düşünceye karşı Rönesans ile açılan bayrakların düştüğü yer Kilise’nin bulunduğu yerin tam zıddıdır. Bir taraf aklı iptal ederken diğer taraf aklı mutlaklaştırarak insanı, kendi iştihalarını gözden geçirmekten, tashihe çalışmaktan uzak duran insanı her şeyin ölçüsü ve ölçütü haline getirmiş, nefs-i emmâreyi meşrulaştırarak insanın asıl ulaşması beklenen ve yaratıcı tarafından kendisine emredilen nefsin üst tabakalarını ihmal etmiştir. İnsanın bu tabakalara ulaşması ancak bir Peygamber yoluyla mümkündür. Zira dünya hayatını var eden, imtihan vesilesi kılan Allah bu imtihanı aşmanın yollarını da insanlara bahşederek onları başıboş bırakmamıştır. Allah Rasûlü aleyhisselam ‘üsve-i hasene’ olmaklığı itibariyle insanı kemale erdirmede biricikdir. Bu konuda Tahsin Görgün’ün şu sözleri İslam – Batı mukayesesinde Batı’nın neyden mahrum olduğu ve bu mahrumiyeti ne ile örtmeye çalıştığı hususunda ipuçlarını vermektedir: “İslam Peygamberi ve onun hayatının öncelikli olarak Müslümanlar için oluşturduğu normatif boyut, yani onun yaşadığı hayatın sadece yaşanmış bir hayat olmayıp, onun ötesinde, doğru yaşama şeklinin numunesi olması, yani üsve-i hasene olarak kavranması, olan ile olması gerekeni buluşturan istisna hadisedir. Olan ile olması gereken arasındaki geçişi mümkün kılan bu hadise de 19.yüzyıldan itibaren adım adım Batı Avrupalılar tarafından farklı filozoflar eliyle farklı şekillerde temellendirilerek üstlenildi.” (1)
Batı’nın Kilise’nin tasallutundan kurtulması hadisesinin Rönesans ve dolayısıyla bugünün dünyasını tanzim etmedeki önemine dönecek olursak karşımıza modern bilimin bugünki paradigmasını anlamada önemli bir yer tutan Galileo çıkacaktır. Galileo matematiksel akılcılığı ve niceliksel yaklaşımı merkeze almasıyla modern bilime ve seküler dünya algısına katkıda bulunmuştur. Galileo’nun fikirleri, on yedinci yüzyılda bilimin baskın özellikleri oldu ve günümüze kadar bilimsel kuramların en önemli ölçütleri kabul edildi. (2)
Modern bilim anlayışının daha ileri bir aşamasında ise, Galileo’nun mekaniğini yeryüzünden gökyüzüne çıkarmak suretiyle Newton’un nihayetinde matematiksel yasallığı bulmayı amaçlayan ve tek bir doğa bilimine geçişi sağlayan yaklaşımı bulunmaktadır. Newton’un kendisinden önceki birikimi daha ileri boyutlara taşımak suretiyle bilimsel dünya görüşünü tam anlamıyla inşa ettiğini söylemek mümkündür. […] Tanrı tarafından, matematiksel akıl ve düzenin taleplerine uygun bir biçimde yaratılan evrensel bir sistem fikrini benimseyen bu yaklaşımın açık sonucu, evrenin devasa bir makine olarak algılanması ve rasyonel bir din anlayışının inşası olmuştur. Her ne kadar Tanrı tarafından yaratılmış olsa da, matematiksel akıl ve düzene ait yasallığın hüküm sürdüğü evren, kendi yasalarına göre işleyen bir makineye benzemektedir. Bu işleyiş, son derece objektif olup ahlaki, ilahi veya ereksel nedenlerle değil, kuvvet, kütle ve ivme arasındaki referansla açıklanabilir.(3)
Bilimsel düşüncenin değişmesi, tabiata bakışın değişmesi demektir. İnsan tabiata bakarak kendini görebilir. Tabiattaki zeval ve hayret uyandırıcı hadiseler insandaki fıtrî temayüllerle beraber kendisini bulmasına yardımcı olabilir. Hazreti İbrahim’in Kur’an-ı Kerim’de de anlatılan arayışları buna delildir. Ancak eşyayı dört başı mamur bir şekilde anlamlandırmak vahiyle yani Peygamberle mümkündür. Kilise’nin sıkı iplerinden kurtulan Batı düşüncesi bu ipleri doğru yere tevcih etmek, bağı doğru bir usulle kurarak kendini diriltmek, üzerindeki küfür karanlıklarını nura kalbetmek yerine bu ipleri kökten kesmeyi tercih etmiştir. Bu kökten kesiş elbette bir anda meydana gelmemiştir. Esasen akıl bağ demektir ve selim aklın bağı da vahiyle irtibatındaki diriliğiyle alakalıdır. Müslümanca düşünmek sloganlarla, ayet ve hadisleri alt alta yazmak ile değil bu ayet ve hadislerin ulema eliyle meydana getirdiği düşünce yapısına sahip olma nispetiyle alakalıdır. İçinde bulunduğumuz durumdan kurtulmak Müslümanca düşünmenin yollarına talip olmak ve karşı karşıya bulunduğumuz gerçekliği idrak etmekle mümkündür. Gerçeklik farklı bir şey, meşruiyet farklı bir şeydir. Şu anda olan (modern dünya düzeni) bir gerçekliktir. Ama olması gereken değildir. Hakikat hiç değildir. Olması gereken (meşru olan, şârinin rızasına uygun olan) gerçekleştirilmek isteniyorsa olan iyi tahlile tâbi tutulmalı ve bu halin tağyiri için mücadelede bulunulmalıdır. Zira sa’y bizden tevfik O’ndandır.
Devam Edecek…
Fatih TEKİN
1) 1) Tahsin Görgün, İslam, Modernizm ve Batılılaşma, Tire Yayınları, İstanbul, 2021, s.161
2) 2) Lewis Mumford, Makine Efsanesi, çev. Fırat Oruç, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996, s.80
3) 3)Kasım Küçükalp, Ahmet Cevizci, Batı Düşüncesi, İsam Yayınları, İstanbul, 2009, s.109