Arz Edince
Bazen yalın kalmış bir yürek, bir yalnızlık terennümü ister. Çünkü tekellüme takati kalmamıştır onun. Yalnızlığa öcüye yaraşır gözlerle bakanlar için pek abes gelebilir; yalnızlık kelimesine “terennüm” ibaresini kondurmak. Nitekim güzel şeylerin güzel sözlerle anlatılabileceği vehminde karar kılmıştır onlar. Ne vahim bir vehimdir o!
Boğan ve boğazlayan, boğaza dizilen, dizgi dizgi bir tirendizlikle mütemadiyen kahreden haller vardır ya hani, biz o halleri terennümle helallemek isteriz. Mısralarla kametler, kafiyelerle ikame eder, bir cenazeyi ilân eden o selaları dahi hüzzam makamında neşide paydaş ederiz. Öyle acibe mucip bir şeyiz. Arzlıyız nihayet, toprakla müşterek tedavüllere talebe kılınmış gibiyiz.
Yalın kalmış bir yürek, bir yalnızlık terennümü ister. Bu terennümü taklit ile tekellüm etmek ister. İşitmek yahut okumak ister. İşte öylesi hallerde, kalemi öpülecek şairler ararız. Çünkü şairlerdir ısmarlamadaki mahir ve gönlü ganî haliller. “Ah..” deriz, “nerede o gussa ile müzeyyen şiirler?”
Lafzın esaretini tanırız biz. Ensesi kalın kelimelerin yeri yoktur okuma fişlerimizde. Çünkü hıfzetmişizdir sükutun elifba’sını. Öyle doluyuz biz. Kırklar encümüne iade edilen dolu bardakta gül yaprağı görmektir muradımız. Lafzın esaretini tanırız biz. Ne halhal halkası bir söz, ne pranga bozması bir kelime isteriz. İncelikli şeylere hasrettir içimiz.
Bir yalnızlık terennümü isteyen yüreğimize yük seçmek değil niyetimiz. Bodoslama mısralardan alınacak öclerimiz var. Bize yalnızlığın ıstılahını tekerrürle ezbere zapt edecek şeylerden Allah’a sığınır, derde müsait yerlerimize isabet edecek çileler ısmarlarız. Arzlıyız nihayet, attığınız her tohumun mengüsuv’una Eyvallah çekmez toprağımız.
***
O gün hayli yorgun bir çehreyle bir şiir arama telaşına düşmüştüm. Yalnızlığın bu denli doğurgan olduğuna tesadüf etmiş değildim önceleri. Yüreğim bir şiir çekiyordu. Belki de ele avuca gelmeyen, bilimin boyunu aşan ve gözleme mahal bırakmayan bu yalnızlığı resmeden bir şiir lazımdı bana. Onu bir tuvalde seyretmek ve azameti karşısında tir tir titremek istiyordu içim.
Cahit Sıtkı gelir akla böyle zamanlarda. Yalnızlığı anlatan bir şiirini ısmarlayıp kendime, bana yakışır bir ses tonuyla mırıldanmıştım o gün o şiiri;
“Geniş, siyah gölgesi hayatımı kaplayan,
Tepemde kanat germiş bir kartaldır yalnızlık.
Kalp çarpıntılarıyla günleri hesaplayan
Bir benim, benim olan bir masaldır yalnızlık.
Gördüm yapraklarımın bir bir döküldüğünü,
Baharda yaşamanın bilmedim nedir tadı.
Gemi yüzü görmeyen bir limanın hüznünü
Kimsesiz gönlüm kadar hiçbir gönül duymadı.
Bir ayna parçasından başka beni kim anlar,
Bir mum gibi erirken bu bitmeyen düğünde?
Bir kardeş tesellisi verir bana aynalar;
Aynalar da olmasa işim ne yeryüzünde?”
Yeryüzündeki işimi teftişe tâbi tutan bu mısralar, yüreğimdeki obruğu doldurmaya yetmiyordu yine de. Ben “yalnızlık” lafzından kaçarken köşe bucak, “yalnızlık” yazıyordu; daktilo sesleri eşliğinde.
Bir başka hal bu hal. Kemalettin Kamu’nun Kemâli Kamus’undan mütalaa ediyorum yalnızlığı bu kez:
“Yıllardır ki bir kılıcım kapalı kında,
Kimsesizlik dört yanımda bir duvar gibi;
Muzdaribim bu duvarın dış tarafında,
Şefkatine inandığım biri var gibi.
Sanıyorum saçlarımı okşuyor bir el,
Kıpırdamak istemiyor göz kapaklarım;
Yan odadan bir ince ses diyor gibi gel!
Ve hakikat bırakıyor hülyamı yarım.
Gözlerimde parıltısı bakır bir tasın,
Kulaklarım komşuların ayak sesinde;
Varsın yine bir yudum su veren olmasın,
Baş ucumda biri bana ‘su yok’ desin de!”
Tekrar tekrar okuyorum bu şiiri. 68 kelimeden teşekkül eden “yalnızlığın esaslı terennümü” olan şu şiirde, bir kez olsun geçmiyor “yalnızlık” kelimesi. Üstü kalsın diyordu şiirin şu son iki mısraı;
“Varsın yine bir yudum su veren olmasın/Baş ucumda biri bana ‘su yok’ desin de!”
Yalın kalmış halimin yalnızlık terennümüne denk düşen mısralarla “işimi” mimliyorum yeryüzünde. Aynaya baktığımda beliren yansıma, “Lâ” diyor eğnime.
Oğuzhan Âsım GÜNEŞ