204 views 11 mins 0 yorum

Evini Yitiren İnsan

In Deneme, Düşünce
Temmuz 01, 2022

İnsanı ayakta tutan şeylerden biri de evine döneceğine dair kendisinde meknuz tasavvurudur. Eve dönüş yolu insanın gönül itminanının yegane mercisidir. Öyle ki insan dönüş yolunu anlamlı kılmak şöyle dursun onu lirik bir seyahate dahi dönüştürür. Ev varsa yolculuk anlam kazanır. Çünkü yolculuklar evden başka bir yere yapılır. Evin olmadığı yerde yolculuk biteviye bir azap olur. Evden kasıt bir taş yığını değil, gönül sükunetinin muhafaza edildiği ve insanın kendi olarak kıymet kazandığı yurdudur. Bir toprak parçasının vatanlaşması ona insanın eviymişcesine bir rikkat ve dikkatle yaklaşmasıyla ve hatta onun için kanını dökmesi, mücadelesiyle mümkündür. Vatan fikrinin teşekkül ettiği yerde mikro ev de teşekkül etmiştir. Çünkü makro ölçekte kaybolduğunu, vatanının yitirdiğini hisseden bir insanın mikro ölçekte başını sokacağı yerin bir saray olması dahi ona ev fikrini ver(e)mez. Modern insan ise evini kaybetmiş insandır. Evsizliği onu sürekli olarak rahatsızlıkların kıyısına iter. Bu kaybediş hem küçük çapta hem de büyük çapta vukuu bulmuştur. Ulus-devletleri insan teklerine “kimlik” veredursun, onun vatanını kaybettiği gerçeğinden doğan ızdırabını bir türlü dindirememiştir.

Modern insan anlamın kaybolduğu bir labirentte, ev fikrinden yoksun olarak debelenir durur. Evini kaybettiğinin farkında bile olmayışı onu daha da müşkil yerlere götürür. Hasretini çektiği şeyi dünyanın hızla akan ve satılır hale getirilerek kapitalistleştirilen zamanı etrafında arar. Mekan olarak da çoğu kez aynı dünyanın insanı morfinlemek için kurduğu karanlık kutucuklara, alışveriş merkezleri gibi yerlere koşar. Halbuki bu minvalde kendisine şifa niyetiyle attığı her adımı onun ızdırabını katlar, kapanmaz bir yara haline dönüştürür.

İnsana ev fikri ancak belli bir kültüre sadakatin korunduğu ortamın teneffüsüyle verilebilir. Modern zamanlara kadar zaman idrakinden tutalım mekana dair anlayışlara kadar sosyal hayatı ilgilendiren hemen her şey mahalli bir ittifakın etrafında örülmüş vaziyetteydi. Bu ittifak bir masa marifetiyle etrafına toplanılarak vukuu bulan ittifaklardan çok; asırlarca süzülen tecrübelerin hayatın umumi seyri içerisine farkedilmeyecek derecede tesiriyle meydana gelmişti. Ancak modernitenin evvela Batı’da icra ettiği ve sonra diğer ülkelere damlayan ve Batı’da gösterdiği tesirden de farklı bir hüviyetle icra ettiği şey, modernliğin insan kitleleri üzerindeki yansıması; eşyaya bakışla beraber insanın ev fikrini değiştirerek onu “ev”inden koparmaya muvaffak olabildi. Dinin hayatın anlam bütünlüğünü hediye ettiği insanın artık anlam için dayanacağı ne aşkın bir kaynağı ne de sabitesi kalabilmişti. Müteal (aşkın) olanın çekildiği bir anlayış vasatının yeri elbette boş kalmayacak, eşyanın tabiatının boşluk kabul etmediği fehvasınca anlam bütünlüğünün yerini anlamın evvela yozlaşması peşi sıra ise kaybolması hadisesi alacaktı. Modern insanın evini yitirmesini dinin sağladığı anlam bütünlüğünün çekilişine bağlamanın sebepleri üzerinde durmak, meseleyi açmak faydalı olacaktır.

İnsan öte dünya fikri olmadan bu dünyada yapacağı iyilikleri kendi vicdanında doğru ve muhkem bir yere raptetme nasibine erişemez. Diğer yandan öte dünya fikrinin olduğu yerde bu dünyada yapılan amellerin hesaba çekileceği anlayışı da kendiliğinden var olacaktır. Bunun yanında öte dünyanın varlığını haber veren dinin bu dünya için de tanzimi sağlamak için haber verdiği nomosun (yasa, namus) gerekliliği de su götürmez bir gerçektir. Bu nomosun yani insanın şeref ve haysiyetini fıtratına münasip bir şekilde sağlayacak olan namus fikrinin mübelliği bir nebinin de olması dinin insana sahih bir yolla ulaşmasını temin edecek, insana bu dünyayı da öte dünyayı da anlamlandıracaktır.

Nübüvvet fikrinin olmadığı Batı’da ev fikrinin öyle ya da böyle tarumar olması, bu dünyaya ait nizam-ı âlemi sağlayacak uyarıların olmayışının onu sonunda modernliğe getirmesi, Hristiyanlığın zaten tahrif ettiği insan-tanrı ilişkisini iyice sündürerek insanı her şeyin ölçüsü olarak addetmesi işten bile değildi. Bu hadiseler dizisi İslâm alemine de sıçramış, ve ulus-devletleri vasıtasıyla zaten dinden soyutlanan ülkelerin halkları yani Müslümanlar da modernlikten nasibini alarak bu dünyayı anlamlandırma meselesini kenara atarak öte dünyayı da gündemlerinden çıkartmışlar ve gelinen noktanın işaret ettiği üzere evini yitirmek yalnız Batı insanına değil, bütün insanlığa ait bir maraz olarak varlığını korur bir hale gelmiştir.

Ev fikrinin yittiği yerde evin manasını muhkemleştiren ve kıymetini artıran evlilik fikri de yitmiş, bu topraklarda da evlilik sekülerleşmekten nasibini alarak anlamını yitirmiştir. Halbuki mikro ölçekteki ev fikrinin temin edicilerinden biri de evliliktir. Evlilik kadın ve erkeğin fıtratlarına sahip çıkarak beraberce inşa edecekleri bir ömrün mukavelesi, anlaşmasıdır. Bu topraklarda evlilik yaşının yukarılara tırmanmasından tutalım, ailelerin kendilerini fıtrat izinde bir hayat yaşamaya adamak isteyen gençlere evlilik hususunda zorluklar çıkarmaları, örf adı altında küresel tüketim furyasının tesiriyle sahih kültürümüzle alakası olmayan masrafların öne sürülmesi yalnız yeni nesillerde değil, uzun yıllardır Türkiye’de evliliğin manasının aşındığı ve idraklerin onun ehemmiyetini anlamaktan uzak bulunduğunu anlatan bir gerçektir. Halbuki Efendimiz aleyhisselam bir hadis-i şeriflerinde: “Kişi evlendiğinde dininin yarısını tamamlamıştır. Diğer yarısı için de Allah’tan korksun (Ona sığınsın).” (Beyhaki, Şuabu’l İman, IV,382) buyurmuşlar ve adeta, yukarıda bahsettiğimiz dinin sağladığı anlam bütünlüğünün evlilikten geçtiğini beyan buyurmuşlardır.

Bitirirken öyle ya da böyle P.L. Berger’in deyişiyle modern zamanlardan sonra ortaya çıkmış Sosyalizm gibi ideolojilerin insana makro ölçekte bir ev sözü verdiği, bu sözü dolayısıyla da kalabalık kitlelere ulaştığını gözden kaçırmamak gerektiğini dile getirmekte fayda var. Elbette bu sözlerin pansuman tedbir olmaktan öteye geçmediği geçen zaman içerisinde müşahade edildi. Bununla beraber ideolojilerin kendi anlam bütünlüğünü sağlama uğraşında insana ve hatta Tanrıya bir yer biçerek işlerine giriştiklerini unutmamak gerekir. Bunun yanında “ideoloji” başlı başına kötü bir yol demek değil, insanın eşya ve hadise karşısında alacağı tavrın örgüleştirilmesi, sistemleştirilmesi demektir. Batı’daki ideoloji furyası Hristiyanlığın geri çekilmesiyle doğan boşluktan yararlanarak kendine yer bulmuştu. İslâm âleminde gerek “nizâm-ı âlem” gerek “devlet ebed müddet” gibi mottolarla ifade edilen anlayışlar da yukarıdaki anlamıyla bir “ideoloji”idi. Ve biz bu ideolojilerle asırlarca kendiliğimizi muhafaza etmiş, nizam-ı alemi sağlayabilmiştik. Hatırlatmakda fayda var ki modern zamanlarda bu topraklarda maziye yaslanarak yeniden tüttürülen bir ocak olan “İslâm’a muhatap anlayış” davası etrafında ortaya konan Müslümanca dünya görüşü İslamı sloganik olarak kullanmanın ötesinde modern zamanlarda önümüze çıkan hangi mesele varsa onlara belli sabiteler etrafında sarkarak yerinde cevap vermenin, yerinde tahvilin, yerinde ise tebdilin usulüdür. Bizce insanımıza yitirdiği ev fikrini vermek de, ev fikrinin ise hem mikro hem de makro olarak ancak din ile mümkün olduğunu idrak ettirmek de İslâm’a muhatap anlayışa yolculuk yapmakla mümkündür.

Ve minel’lahi et- tevfîk…

Fâtih Tekin

/ Published posts: 64

Nedamet'te yazar. Son Kıvılcım dergisinde editör. İlk kitabı "Modern ve Postmodern Kıskacında" 2023 yılında yayımlandı. Erzurum'la İstanbul arasında.

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.