Söylendi sözün görklüsü evvelce nihayet
Bir uyku arardım ki kararımca ibadet
İrticalen edilen yeminlerin zilletiyle
İzzet bulan,
Bahanelerin şavkında duran,
Hurçlarda korunan,
Naftalinle korunan o dekadan unutkanlık!
Onu uykularla arındırmak önce
Ve sonra baharı muştulamak ona
Elbet böyledir boyun borcu.
Baharın gelişiyle yedi yaprak düşerdi
Yedi iklimin, yediler meclisinden.
Bir ahdi tazelemek,
Adet süreğidir ne olsa.
Baktım yedi yapraklı duvardan düne hasret
Heyhat bu ne haldir bu tahattur bu ne heybet?
//Uyku mahcubiyeti çöktükçe omuzlarıma
Bir şeylerin affına sızıyorum.
Ben uykuların ötesindeki
Müphemden arık,
Bavulsuz rabıtaya varıyorum.
İlmek ilmek iliklendikçe boğazıma
Bir mesuliyetin üç renkli gömleği,
Kendime Musa’sını bekleyen saraylar seçiyorum.
Sahirler höyüklerinde çelme takarken
Zırnıksız berduş kervanlara,
Sihre bulanmamış şiirlerle
Berduşları soframa ısmarlıyorum.
Mahmur gözleri deşerek;
En uzak zamanların en yakın göründüğü
En uzak görülmüşün, en yakın olduğu zamana,
Bilcümle cahil ilân edilmişlerin,
Cehlinden sıyrılmak için
İz sürdükleri zamana gidiyorum.
Onlardan alıp onlara gidiyorum.//
Bir taht belirir puslu zaman endişesinden
Kalkıp varırız çağrı-icâbet köşesinden
Yedi yaprak düşerdi yedi eş künyeye.
Belagat feyziyle müzeyyen,
Bakan göze ibret nazarında fide,
İşiten kulaklar vardır orada;
İşiten kulaklarda cezbe işlemeli cevher küpe,
içten açılan bir duyuşla
Mutluba ihdas edilen,
Mest etmeye masruf ve matuf
Yedi yaprak düşerdi yetmiş bin geceye.
Bir çağ tanırım şimdi kitaplar onu yazmış
Aklar kara her şey kara bir tek O beyazmış
Ovarak gözleri,
Aralanan göz kapaklarından arınıp
Hayrete bereket katarak,
Taze bir soluğu duyar gibi ciğerlerimde,
Bir başka zamana uyanarak,
O mağarada bulan kendini ben..
Hangi düşün seyrindeyim?
Neredeyim,
Neredeyim,
Kimim ben?
II.
Cüsseli sorular çağırmak fikirden ırak,
Denge yitimidir sırlı geçitte.
Ve sığınan ki cevabı muayyen soruya,
Şimşekten feyz alacak..
Ovduğum gözlerimin şekvasına
Şehla işlemeler kondurarak bir ters iki düz,
Burada işlediğim hep tensiz deridir.
O çıldırtan özlemi eğninde duyan bir dünyaya
uyanmak..
Ve çığrından çıkan o asra şahit yazılmak;
İhyanın ve inkılabın ayak sesleridir.
Uzlet bizi tenhâ düşürür hep üşürüz biz
Tek yol aramaktır bize dursak çürürüz biz
İndikçe mağaraların serinliğinden
Sarı toprak diyarının kumdan tepelerine,
Devinen kumların sarışın tanelerinde;
Taşı altın edecek ayakların izinde,
En büyük kerameti yürümek bildikçe;
Yaşamak, ciğerlerin yüreğe fısıldadığıdır.
Çarık bilmez ayaklarımın yanılgısı
Çarşılara sürüdükçe beni
Yana yatkındır içim ve öyle mahzun.
Ufkumdaki şey hülya mı rüya mı nedir ne?
Devran bana ben devrana şaşkın bu devirde
Ordular kılıçlarla mücehhiz,
Güneş, ecel utkusundan dökülmüş meşale..
Yayvan yürüyüşlü kölelerin en acıklı
özlemidir artık forsalık.
Bir erkek çocuk ölüyor anne kucağında..
Burada kahrolmak; yüzü toprağa çalmaktır.
Aynı hizada yürürken aynı yöne,
Vardıkça herkes muradını alacak..
Birinin muradı bir yudum su,
Benim sırrım yedi yaprak.
Menzil bize işmârını lutfetti açıktan
Gözler aşınır yüz yüze mahzun bu ışıktan
Hintli tüccar,
Çopur suratıyla yakardıkça,
Efsunlu kelimelerle el açacak.
Tazimle eğilirken ovuşturuluyorsa
Bir el, bu delalettir kazanca..
O Hintli tüccar,
Yakarıştan başka ne satacak?
Ateş gözlü bir Acem,
Dinelip de oturduğu yerden;
“Kutsal bir metin değil, efsunlu bir
Şiirdir Veda!” diyerek,
Çatarak tüccarlara ve küfre meyyal şeyler
söylerek,
Sinirleyecek atını dönümsüz.
Sonra şahit yazacaklar beni bu cenge
Oysa şahitliğim milyon kere hükümsüz.
Artık şiirin vezni savaştır safa durduk
Ezip de o mahrem ayı günlerce vuruştuk
Magaziler yazılsın,
Harbin hüviyeti mısralarda bulsun şemalini.
Duyardık biz onları,
Ardından mersiyeler yazılanları.
Necasete bulanmamış şeyler yazıldıkça
Ve şathiyeler küfre çıkmadıkça,
Kulak asardık, duvarda asılı olanlara..
Çünkü burada mürekkep,
Zemzemden yapılmıştır.
Ki yazmak çoğu kez, irticalen söylenmiş
Şiirlerin hakkıdır.
Ateş kadehiyle mest olan
Acem köle,
Zend-Avesta ilahileri dökmüştü dilinden;
“Ey” demişti, “Ey Ahura Mazda!”
“Bize güzel günleri getirecek olanlar,
Ne zaman gelecek?”
Henüz Ay doğmamıştı
Yedi yaprak düşmemişti duvardan.
Görenler, o güne yetişecek.
Filler yürüsün, yol çürüsün, Ay doğacak bak
Fil diz çökecek var mı ki O’ndan daha parlak?
Ukaz’da tıhame gecelerinden bir akşam
Velfecri mısralarla şebnemler damıtarak,
Şiir akınlarında cenge duruyor hasbi şakaklar.
İmrul Kays’ın dilinde haydar..
Eman bilmez lehçesiyle mahmuzluyor
mısralarını
Dört nala Lebid Sultan.
İşiten kulağa cezbe davetidir bu;
Dehlensin öyleyse en dehşetli musarra
Söz sözle vuruşur birazdan.
Gözler inadına İmrul Kays’ta.
// Kays, Uneyze’nin hatırasına ağlayarak,
Ebucehil karpuzu oyar gibi gözlerden yaş alarak,
Soldan sağa, sağdan sola savurduğu
Mısralarıyla kalbe sızı hançerleri saplayarak
Doğuyor şiirlerin içinden.
Kumla örtülmüş köhne ocağın başında
Bir Aşık yüzüne toprak çalıyor.
Kapanan her göz
Cûşa gelmek için
nabız pusularken biricik bir zamana,
Damarda kan nasıl kaynarmış,
Zaman hangi zamanlardan bir zamanmış,
Sorular yaslanıyor şiire apansız..
Yine de o mahfede bir halvet;
Her sual Mutlak’ını arıyor.
Vuslatın geniş göğsünde büyüyor hasret//
III.
Yedi şiir tırmanırken cihanın kalbine
Ve kabileler şanını şairlerinden alırken..
Rüsva olmak da
Bir rüştü ispatlamak da
Muzaffer şairlerin şiirlerinde anılmaktır.
Gözler İmrul Kays’ta..
Tutuk soluklar tek bir buyruğa âmâde..
Secde mahalline tırmanan yedi şiir,
Henüz secde etmiş değil..
O gün Kays, çıkıp da yüksek bir tepeye,
Seslenseydi kavmine;
“Ey kavmim!
Şu tepenin ardından kudurmuş bir düşman ordusu,
Gözleri şimşek şimşek ve hiçbirinde yoktur ölüm korkusu.. desem, bana inanmaz mıydınız?”
Koca bir kavim kılıç kuşanırdı, bu kesin..
Zira gözü İmrul Kays’ta herkesin
Çünkü Ay doğmamıştı henüz..
Âlem Ulu Teşrif’e hazır Ay aya galip
Âlem O’na, âdem O’na, sırlar O’na talip
Ve Ay doğmuştur artık
Her zamankinden bir başka eserken rüzgar,
Öbek öbek toplanmakta bulutlar.
Şerha şerha rahmet boşanır birazdan
Güneşin sathında onulmaz hicap
Hurma bahçelerinde
Yoktan vara çıkan
taze bir hayat..
Artık karanlığa başı dik yürümek yasak
Kimmiş yeryüzünde kudreti üstüne alacak?
Dünyanın kimyası baştan başa değişecek,
Ağaçlar, kuşlar ve zerreden afaka tüm hilkat;
Ulvi teşrifin muştusunu cehri zikrile ilan edecek
Kuyular taşacak,
Kıraç vadiler billur çiçeklere duracak,
Toprak tüm küskünlüğünden cayacak,
Yedi kat sema gök ordularıyla inecek
Her şey ve her şey bu doğuştan ulufesini alacak
O’nun sadrından geniş olsaydı kainat,
Dağların eğnine inerdi kutlu havadis.
Yedi gün süren Nuh Tufanı ile
Göğsü ayrılıp yedi kez yuyulan arasındaki
Bu sırlı anımsayış
Yücelik bezminde bir elif miktarı dirilmektir
En şerefli muhatap,
En şerefli hitabını alacak
Arşı ve arzı kaplayan bir kanat..
Ay doğmuştur artık
Ebed müddet batmayacak.
Hû der dili hilkatte sadakat bize feyyaz
Sun âlemi idrakte meşakkat bize bir haz
Dünyaya teşrif edenin kalbine ilk vahiy teşrif edeli,
Yedi yaprak süzülüp indi duvardan
Şiir, İlahi Kelâm’ın belagati karşısında sükut cilbabını büründü hakkınca..
Putlar mümin elleriyle atıldı Kâbe’den.
Müşrikler mümin kılıcıyla sürüldü Kâbe’den.
Yalnız yedi şiir, haddi bilerek indi Kâbe’den.
O gün, o yedi şiir
Had bilmekle Emin Belde’de şiiri emin kıldı…
Şair, kalemin arşa değen sırlı çilingir
Şair, şiirin hikmeti hak sırrı içindir
– Münhasır