237 views 11 mins 0 yorum

Neymiş Kip Oluş

In Şiir
Ağustos 24, 2022

Söylendi sözün görklüsü evvelce nihayet

Bir uyku arardım ki kararımca ibadet

İrticalen edilen yeminlerin zilletiyle

İzzet bulan,

Bahanelerin şavkında duran,

Hurçlarda korunan,

Naftalinle korunan o dekadan unutkanlık!

Onu uykularla arındırmak önce

Ve sonra baharı muştulamak ona

Elbet böyledir boyun borcu.

Baharın gelişiyle yedi yaprak düşerdi

Yedi iklimin, yediler meclisinden.

Bir ahdi tazelemek,

Adet süreğidir ne olsa.

Baktım yedi yapraklı duvardan düne hasret

Heyhat bu ne haldir bu tahattur bu ne heybet?

//Uyku mahcubiyeti çöktükçe omuzlarıma

Bir şeylerin affına sızıyorum.

Ben uykuların ötesindeki

Müphemden arık,

Bavulsuz rabıtaya varıyorum.

İlmek ilmek iliklendikçe boğazıma

Bir mesuliyetin üç renkli gömleği,

Kendime Musa’sını bekleyen saraylar seçiyorum.

Sahirler höyüklerinde çelme takarken

Zırnıksız berduş kervanlara,

Sihre bulanmamış şiirlerle

Berduşları soframa ısmarlıyorum.

Mahmur gözleri deşerek;

En uzak zamanların en yakın göründüğü

En uzak görülmüşün, en yakın olduğu zamana,

Bilcümle cahil ilân edilmişlerin,

Cehlinden sıyrılmak için

İz sürdükleri zamana gidiyorum.

Onlardan alıp onlara gidiyorum.//

Bir taht belirir puslu zaman endişesinden

Kalkıp varırız çağrı-icâbet köşesinden

Yedi yaprak düşerdi yedi eş künyeye.

Belagat feyziyle müzeyyen,

Bakan göze ibret nazarında fide,

İşiten kulaklar vardır orada;

İşiten kulaklarda cezbe işlemeli cevher küpe,

içten açılan bir duyuşla

Mutluba ihdas edilen,

Mest etmeye masruf ve matuf

Yedi yaprak düşerdi yetmiş bin geceye.

Bir çağ tanırım şimdi kitaplar onu yazmış

Aklar kara her şey kara bir tek O beyazmış

Ovarak gözleri,

Aralanan göz kapaklarından arınıp

Hayrete bereket katarak,

Taze bir soluğu duyar gibi ciğerlerimde,

Bir başka zamana uyanarak,

O mağarada bulan kendini ben..

Hangi düşün seyrindeyim?

Neredeyim,

Neredeyim,

Kimim ben?

II.

Cüsseli sorular çağırmak fikirden ırak,

Denge yitimidir sırlı geçitte.

Ve sığınan ki cevabı muayyen soruya,

Şimşekten feyz alacak..

Ovduğum gözlerimin şekvasına

Şehla işlemeler kondurarak bir ters iki düz,

Burada işlediğim hep tensiz deridir.

O çıldırtan özlemi eğninde duyan bir dünyaya

uyanmak..

Ve çığrından çıkan o asra şahit yazılmak;

İhyanın ve inkılabın ayak sesleridir.

Uzlet bizi tenhâ düşürür hep üşürüz biz

Tek yol aramaktır bize dursak çürürüz biz

İndikçe mağaraların serinliğinden

Sarı toprak diyarının kumdan tepelerine,

Devinen kumların sarışın tanelerinde;

Taşı altın edecek ayakların izinde,

En büyük kerameti yürümek bildikçe;

Yaşamak, ciğerlerin yüreğe fısıldadığıdır.

Çarık bilmez ayaklarımın yanılgısı

Çarşılara sürüdükçe beni

Yana yatkındır içim ve öyle mahzun.

Ufkumdaki şey hülya mı rüya mı nedir ne?

Devran bana ben devrana şaşkın bu devirde

Ordular kılıçlarla mücehhiz,

Güneş, ecel utkusundan dökülmüş meşale..

Yayvan yürüyüşlü kölelerin en acıklı

özlemidir artık forsalık.

Bir erkek çocuk ölüyor anne kucağında..

Burada kahrolmak; yüzü toprağa çalmaktır.

Aynı hizada yürürken aynı yöne,

Vardıkça herkes muradını alacak..

Birinin muradı bir yudum su,

Benim sırrım yedi yaprak.

Menzil bize işmârını lutfetti açıktan

Gözler aşınır yüz yüze mahzun bu ışıktan

Hintli tüccar,

Çopur suratıyla yakardıkça,

Efsunlu kelimelerle el açacak.

Tazimle eğilirken ovuşturuluyorsa

Bir el, bu delalettir kazanca..

O Hintli tüccar,

Yakarıştan başka ne satacak?

Ateş gözlü bir Acem,

Dinelip de oturduğu yerden;

“Kutsal bir metin değil, efsunlu bir

Şiirdir Veda!” diyerek,

Çatarak tüccarlara ve küfre meyyal şeyler

söylerek,

Sinirleyecek atını dönümsüz.

Sonra şahit yazacaklar beni bu cenge

Oysa şahitliğim milyon kere hükümsüz.

Artık şiirin vezni savaştır safa durduk

Ezip de o mahrem ayı günlerce vuruştuk

Magaziler yazılsın,

Harbin hüviyeti mısralarda bulsun şemalini.

Duyardık biz onları,

Ardından mersiyeler yazılanları.

Necasete bulanmamış şeyler yazıldıkça

Ve şathiyeler küfre çıkmadıkça,

Kulak asardık, duvarda asılı olanlara..

Çünkü burada mürekkep,

Zemzemden yapılmıştır.

Ki yazmak çoğu kez, irticalen söylenmiş

Şiirlerin hakkıdır.

Ateş kadehiyle mest olan

Acem köle,

Zend-Avesta ilahileri dökmüştü dilinden;

“Ey” demişti, “Ey Ahura Mazda!”

“Bize güzel günleri getirecek olanlar,

Ne zaman gelecek?”

Henüz Ay doğmamıştı

Yedi yaprak düşmemişti duvardan.

Görenler, o güne yetişecek.

Filler yürüsün, yol çürüsün, Ay doğacak bak

Fil diz çökecek var mı ki O’ndan daha parlak?

Ukaz’da tıhame gecelerinden bir akşam

Velfecri mısralarla şebnemler damıtarak,

Şiir akınlarında cenge duruyor hasbi şakaklar.

İmrul Kays’ın dilinde haydar..

Eman bilmez lehçesiyle mahmuzluyor

mısralarını

Dört nala Lebid Sultan.

İşiten kulağa cezbe davetidir bu;

Dehlensin öyleyse en dehşetli musarra

Söz sözle vuruşur birazdan.

Gözler inadına İmrul Kays’ta.

// Kays, Uneyze’nin hatırasına ağlayarak,

Ebucehil karpuzu oyar gibi gözlerden yaş alarak,

Soldan sağa, sağdan sola savurduğu

Mısralarıyla kalbe sızı hançerleri saplayarak

Doğuyor şiirlerin içinden.

Kumla örtülmüş köhne ocağın başında

Bir Aşık yüzüne toprak çalıyor.

Kapanan her göz

Cûşa gelmek için

nabız pusularken biricik bir zamana,

Damarda kan nasıl kaynarmış,

Zaman hangi zamanlardan bir zamanmış,

Sorular yaslanıyor şiire apansız..

Yine de o mahfede bir halvet;

Her sual Mutlak’ını arıyor.

Vuslatın geniş göğsünde büyüyor hasret//

III.

Yedi şiir tırmanırken cihanın kalbine

Ve kabileler şanını şairlerinden alırken..

Rüsva olmak da

Bir rüştü ispatlamak da

Muzaffer şairlerin şiirlerinde anılmaktır.

Gözler İmrul Kays’ta..

Tutuk soluklar tek bir buyruğa âmâde..

Secde mahalline tırmanan yedi şiir,

Henüz secde etmiş değil..

O gün Kays, çıkıp da yüksek bir tepeye,

Seslenseydi kavmine;

“Ey kavmim!

Şu tepenin ardından kudurmuş bir düşman ordusu,

Gözleri şimşek şimşek ve hiçbirinde yoktur ölüm korkusu.. desem, bana inanmaz mıydınız?”

Koca bir kavim kılıç kuşanırdı, bu kesin..

Zira gözü İmrul Kays’ta herkesin

Çünkü Ay doğmamıştı henüz..

Âlem Ulu Teşrif’e hazır Ay aya galip

Âlem O’na, âdem O’na, sırlar O’na talip

Ve Ay doğmuştur artık

Her zamankinden bir başka eserken rüzgar,

Öbek öbek toplanmakta bulutlar.

Şerha şerha rahmet boşanır birazdan

Güneşin sathında onulmaz hicap

Hurma bahçelerinde

Yoktan vara çıkan

taze bir hayat..

Artık karanlığa başı dik yürümek yasak

Kimmiş yeryüzünde kudreti üstüne alacak?

Dünyanın kimyası baştan başa değişecek,

Ağaçlar, kuşlar ve zerreden afaka tüm hilkat;

Ulvi teşrifin muştusunu cehri zikrile ilan edecek

Kuyular taşacak,

Kıraç vadiler billur çiçeklere duracak,

Toprak tüm küskünlüğünden cayacak,

Yedi kat sema gök ordularıyla inecek

Her şey ve her şey bu doğuştan ulufesini alacak

O’nun sadrından geniş olsaydı kainat,

Dağların eğnine inerdi kutlu havadis.

Yedi gün süren Nuh Tufanı ile

Göğsü ayrılıp yedi kez yuyulan arasındaki

Bu sırlı anımsayış

Yücelik bezminde bir elif miktarı dirilmektir

En şerefli muhatap,

En şerefli hitabını alacak

Arşı ve arzı kaplayan bir kanat..

Ay doğmuştur artık

Ebed müddet batmayacak.

Hû der dili hilkatte sadakat bize feyyaz

Sun âlemi idrakte meşakkat bize bir haz

Dünyaya teşrif edenin kalbine ilk vahiy teşrif edeli,

Yedi yaprak süzülüp indi duvardan

Şiir, İlahi Kelâm’ın belagati karşısında sükut cilbabını büründü hakkınca..

Putlar mümin elleriyle atıldı Kâbe’den.

Müşrikler mümin kılıcıyla sürüldü Kâbe’den.

Yalnız yedi şiir, haddi bilerek indi Kâbe’den.

O gün, o yedi şiir

Had bilmekle Emin Belde’de şiiri emin kıldı…

Şair, kalemin arşa değen sırlı çilingir

Şair, şiirin hikmeti hak sırrı içindir

– Münhasır

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.