Müslüman olarak şayet İslâm’ın aslına dair bir anlayış ve bu anlayışı doğuran bir bilgi ile mücehhez isek; Kâinatın efendisi yoluyla eşyanın hakikatine muttali olacağımızı kestirmişiz demektir. Hazreti Peygamber aleyhisselamın hayatı yaşanmış ve bitmiş tarihi bir süreç değildir. O, hayatını yaşarken yaşamanın gayesi ve usulünü de tebliğ etmiştir. O’nun tebliği hem temsilî hem de telkinîdir. Yaşanmaya değer hayat onun eliyle yerini bulmuş, daire tamam olmuştur. O ilk yaratılandır. Diğer yandan Hâtem’ül Enbiya olarak mührünü vurmuştur varlık ve var oluşa. Hâtem hem son hem de mühür demektir. Mühür olmaksızın nebilik kemâle ermeyecektir. Vücudun sırrına mazhar olmak da, mevcuddaki vücudu idrak etmek de ancak O’nu işitmek ve itaat etmekle mümkündür. İşitmek nihayetsizdir. Nihayetsizden maksat kıyamete değin sürdürülebilirliğidir. Ve varlığın diline erişmenin yolu işitmekten geçer. Görmek ise geçicidir. Gözün hükmettiğiyle katı aklın onayladığı görüntü, çoğu defa aldatır insanı. Göz yanılmaya kulaktan daha fazla müsattir. Kulak uzağındakini zaten işitemez ama göz uzağı görür ve bu görüşünü mutlaklaştırmaya müsait bir yapı arzeder.
Müslümanlar Hazreti Peygamber aleyhisselamın tebliğinin 14 asır sonrasında O’na işitmek yoluyla iman ederler. O’nu görme nimetine eren ve görmenin hakikatini idrak eden sahabeler tarihte müstesna yerlerini muhafaza ederler. Ki onlar görmek ve işitmeyi birleştirmiş şahsiyetlerdir. İşitmek, hakikaten işitmek ve itaat etmektir. Müşrikler de Efendimizi görmüşler ancak işitememiş, itaat etmemişlerdir.
Yunus’un meşhur şiirinde kervanın göçmesi tellalların işitilmemesine, çağrıya karşı inançsızlığa bağlanmıştır. “Çağrışır tellallar inanmaz mısın? / Göçtü kervan, kaldık dağlar başında” diyerek işitmenin ancak inanmak (işitilmeye layık bir mesaj, hitap olduğuna kâni olmak) yoluyla mümküniyetini dile getirir Yunus. Efendimiz ise kıyamete kadar işitilecektir. O’nu daima işiten ve itaat edenler bulunacaktır. Ve tebliğ bu yolla diri kalacaktır.
İşitenler sâbit-kadem olma yolunu seçenlerdir. Onlar işiterek itaat ettikleri mesaja zarar gelmeyeceğinden emin olanlardır. Çünkü hitap, hitabın sahibi tarafından emâna alınmıştır. Kurtarıcı olan bu hitaba muhatap olanlar değil, bu hitabın kendidir. Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde mealen “Ümmetimden daima hak üzre gelip ve zâhir muhaliflerinden kendilerine zarar gelmez bir tâife hiç eksik olmayacaktır.” buyurmuşlardır (Benzer lafızla Buhari, İman bahsi, 170.hadis-i şerif). İslam’da seçilmiş kavim, fırka yoktur. İşitenler hadis-i şerifin billurlaştırdığı üzere daima olacaktır. Müslüman ise işitmenin ve itaat etmenin hakkını yerine getirmek için bu halkaya katılmaya cehd edecektir. “Ne de olsa İslam bozulmayacak, ben mücadele etmesem de olur” diyenler, yahut “İslâm benim sayemde yok olmayacak” kibrine kapılanlar bu hitaba hakikatiyle muhatap olamazlar. Sâye gölge demektir ve İslâm Allah’ın gölgesi altındadır, Müslüman da bu gölgeye sığınmak yoluyla kurtuluşa ereceğini idrak edendir. Hakikat insan eliyle teşekkül etmez. Hakikat daima vardır ve insan bu varolana katılarak hakikatin tezahürlerini yüklenmeye talip olan bir varlıktır.
İşitmek nihayetsizdir. Dönüşen dünyanın, değişen güç odaklarının ve çeşitli alanlarda meydana gelen ilerlemelerin dönüşümü işitmeyi değiştiremeyecektir. Çünkü değişmeye daha çok meyyal olan ‘görünen’dir. İşitende zahir olur işitilen. Her işiten işitilenin bir tezahürüdür. Müslümanların emaneti yüklenmesi, attıkları her adımda işitmenin hakkını vereceklerini, emanete sadakatlerini tescil edeceklerini ikrar etmeleri demektir. Varlığın dilini kavramak, varolanın keyfiyetini tespitle at başı gittiği zaman işitmenin ve itaat etmenin hakkı verilebilecektir. Varlığın dili ancak var edenin gönderdiği nebi yoluyla kavranabilir. Elân (şimdi) varolan, bu kavrama yoluyla anlamlandırılabilir. Sosyolojide meşruiyet krizi (ing. legitimation crisis) olarak geçen şey bu tetabukun Batıda sekülerleştirilmiş halinden başka bir şey değildir. Hristiyanlık henüz evvelemirde sekülerleşmeden payını almıştır. Çünkü ivme Hakkın rızasından hegemonyaya kaymıştır. Arşimet noktası mevzisinden sapan Hazreti İsa’nın mesajı, “Hristiyanlık” olarak tahrife uğrayarak ortaya çıktığı andan itibaren hakikatinden tecerrüt ettirilmiştir.
İşitiyor ve itaat ediyoruz. Diğer yandan bugün varolanın (meşru kabul edilen, normal addedilen gerçekliğin) olması gerekene mutabık olmadığını ikrar ediyoruz. Bu ikrarımız bizi işitmenin hakkını vermeye götürüyor. Tarihe işiterek ve itaat ederek varolanı tahkim edenler ve işitmeyi reddedenlerin tarihi olarak bakıyoruz. Bu, Efendimizin hadis-i şeriflerinde belirttiği hak ile batıl mücadelesinin bir başka şekilde ifade edilmiş hâlidir. Vazifemiz varlığın dilini dem be dem keşfetmek ve bu keşfi varolana nakşetmek için mücadele etmekten gayrı bir yola raptolmuş değildir.
Fatih Tekin