195 views 11 mins 0 yorum

‘Öteki’nin Çapını Tayin Etmek

In Düşünce
Ekim 18, 2022

Beni bilmek esasen ötekini bilmektir. Kendini bilmeyenin ötekini bilişi kendinden bir biliş değil, yamalı bohça misali bozulmaya her an müsait, çarpık bir zandan ibarettir. Ötekinin çapını tayin etmek kendi çapını tayinin peşi vukû bulduğu takdirde anlamlıdır. “Ben kimim” sorusuna verilecek cevapların yekunu “o kim” sorusunun hakikiliğini ve sübutunu belirleyicidir. Bugün insanlar kendiliklerinin başkalarının boyunduruğu altında gerçekleştiği bir dünyada hayatlarını sürdürmek peşindedir. Bu sürdürme şuurlu-bile isteye bir şekilde değil, seyl-i hurûşana kapılmış, tefrik etmek melekesinden tecrit edilerek meydana gelmektedir. Halbuki insandaki tefrik melekesi hayatını vedahî hayatının ötesini belirleyicidir. İmanı küfürden, hakkı batıldan tefrikle Müslüman olunur. Müslümanlığın sürdürülebilirliği bu tefrik çizgilerinin belirgin hale getirilmesi yoluyla mümkünleşir. Kelime-i tevhîd hayatı kökten değiştirici bir tefriktir. Tüm ilahların reddi, yalnız Allah’ın tekliğinin tefriki peşi sıra Allah Rasulü aleyhisselamın O’nun nebisi olduğunu fark etmek kelime-i tevhidin idrakine ermek demektir. Bu idraki tüm eşyâya sirayet ettirici bir makama ulaşmak cehdi, insanın tekâmül ihtiyacının doğru yere kanalize edilmesi manasına gelmektedir. Tekâmül daimi bir ilerleyiş değil, kemâle doğru bir seyirdir. Kemâl ise ileride değil zamanüstünden haber getiren Nebi’dedir. Lineer (ilerlemeci) tarih anlayışının anlatısı ise daimi bir ileriyi, madde merkezli bir zamana raptolmuş geleceği işaret etmektedir. Hem Müslüman olduğu iddiasında olmak, hem de refah ve mutluluğun teknolojik aletler ve bunların doğuracağı dünyalarda olduğuna “inanmak” Müslümanca bir tefrik melekesinden uzak oluşun alâmetidir.

“Kendini tanımayan, bilmeyen, kısaca kendini bilmenin ilmine sahip olmayan kişi, suyun kaynağından habersiz olacağından, suyun hayattaki öteki uzantılarını da gereğince idrâk edemeyecek; benlik zindanının kapısını açmak için nefis gardiyanının belindeki anahtarlara gözünü dikip bir ömür bekleyecek, sonunda da çürüyüp gidecektir.”[1]

Müslüman olmak kendini tanımanın merkeze alındığı, bunun yanında ötekini de bilmenin bir sonraki adım olarak tayin edildiği bir hayatı yaşamayı göze almak demektir. Zaten kendini bilen, insani bir hayatın ne olduğunu da bilmek yoluna girmiş olacak, bu bilişin ona tüm insanların hakkıyla kendini bilebileceği bir dünyanın kurulması yolunda sorumluluk bahşettiğini idrak edecektir. Ötekinin çapını tayin etmek meselesine gelince, her öteki elbette düşman değildir. Ki öteki olmaksızın kendiliğinin hayata aksettirilmesi mümkün de değildir. Ancak bugün içinde bulunduğumuz şartlar bir yandan kendilik bilgimizin, diğer yandan ötekinin aşındırıldığı, bulanık bir şekle ısmarlandığı bir havayla bürünmüş vaziyettedir. Kadim dünyada şeylerin sınırları mâlum, insanların durdukları yer belirgindi. Din yoluyla kurulan toplumlarda sosyal hayat aşağı-yukarı bu veçhe etrafında anlamını buluyor, sınır dışı hadiselerde sınır olarak merkeze alınan şey din oluyordu. Bugünün dünyasında sınır da, sınır dışı da tezahür şekli müphem bir şey tarafından belirlenmektedir. Karşı karşıya olduğumuz şey nedir? Kapitalizm mi ? Bu soruya evet cevabı verilebilecektir. Modern Ulus- devleti mi? Bu soruya da evet cevabı verilebilir. İçinde bulunduğumuz sistem birbirine yardımcı bir takım kıskaçlar yoluyla insanı boğmakta, insan oluşun ve insanca yaşamanın altına dinamit koymaktadır demek daha doğru olacaktır. Bu sistemden kurtuluşun ilk adımı kendini bilmekse bir sonraki adım ötekini tayin etmeğe çıkacaktır. Ötekinin tayininde düşman da fâş olacak, düşmanın çapını tayinle beraber ise yaslandığımız menba itibariyle bir mücadele göze alınabilecektir.

“Düşman”, “öteki” gibi kelimeler ilk elden bir şiddeti, kinizm dolu bir anlayışı ima edebilir. Ancak “İslâma Muhatap Anlayış” meselesine kulak verenler, İslâm’ın sunduğu öteki anlayışının merhamet merkezli olduğunu hemen farkedeceklerdir. İnsanların kendiliklerini gerçekleştiremediği bir dünyada, insanların felaha ermesini sağlayacak yollarını kapatanlara karşı verilecek mücadele merhametin bir gereğidir. İslâmın mücadele anlayışı iç ve dış mücadelenin sürekli atbaşı gittiği, iç mücadelenin yerine getirilmediği takdirde dışa karşı mücadelede can vermenin dahi anlamını kaybedebileceği tehlikesi etrafında örgüleştirilmiştir. Meşhur bir hadis-i şerifde “Küçük kıtalden büyük kıtale dönüyoruz” buyuran Kâinatın Efendisine “Öldürdük ve öldürüldük, mallarımızı kaybettik. Bundan daha büyük bir savaş nasıl olabilir ey Allah’ın Rasulü ?” şeklinde bir hayretle karşılık veren sahabilere Efendimiz; kişinin kendiyle olan mücadelesinin en büyük mücadele olduğunu haber vermiştir. İçle, içte mücadelenin anahtarları ise tasavvufun elindedir. Bu husus, Müslümanların içinde bulundukları dünyada bilginin ahlaktan, mücadelenin merhametten ayrıldığı bir manzarada üzerinde fazlaca durmaları gereken bir mevzudur. Bu hususa girmek, yazının sınırlarını çok fazla genişleteceğinden bu kadarıyla iktifa etmek yerinde olacaktır.

Kendini bilmenin bulanık bir mevziiye sürüldüğü, ötekilerin de ortadan kalktığı bir dünya, zulmün de, yaşanmaya değer hayatı baltalayan kurum ve kuruluşların da teşrihe dahi tâbi tutulamayacağı bir dünya demektir. Kore’li düşünür Byung Chul Han bugün içinde bulunduğumuz toplumu “Şeffaflık Toplumu” olarak isimlendirir. Şeffaflık toplumu ise ötekinin ortadan kaldırıldığı, hayatın statik bir çizgiye hapsedildiği bir toplumdur. Böylesi toplumlarda ne bir devrim kıpraşması ne de hayatın tekdüzeliğine itiraz yükselebilir. Halbuki ötekinin bilinebilirliği bir yanıyla kendini tashihe, diğer yanıyla kendiliğinin merkezileştirilmesi için mücadelenin mümküniyetine işarettir.

“Şeffaflık ötekiyi, yabancıyı devre dışı bırakarak sisteme istikrar ve hız kazandırır. Bu sistemik zorlama şeffaflık toplumunu hizaya getirilmiş bir toplum haline getirir. Totaliter yanı da buradadır: “Hizaya getirmenin (Gleichschaltung) yeni adı: Şeffaflık.”[2] Toplumları gütmenin, onları başka bir deyişle alık hale getirmenin yolu ötekini yok etmektir. Ancak ötekinin yok edilmesi için evvela insanın kendini biliş yolları etkisiz hale getirilmelidir. Öteki ötededir. Ötede olanın fark edilmesi burada olanın tefrikiyle mümkündür. Yerini bilmeden öteyi bilmek nasıl mümkün olabilecektir? Bugün insanın durduğu yerin kargaşanın hakim olduğu bir yere kalbolması, durulan yerin berraklığını baltalamakta, yersizlik ve yurtsuzluk insan fertlerinin hemen hepsini kıskacı altına almaktadır. Esasen tüm ideolojiler insanlara bir ”yurt” vaadiyle ortaya çıkmaktadır. Ne var ki bugünün insanı, yerinden ve yurdundan edilmiş, modern dönemlerde ortaya çeşitli iddialarla çıkan ideolojilerin sunduğu pansuman tedbirlerle hasreti giderilememiştir. Biz ötekinin çapını tayin etmekten söz ediyorsak, bu tayin evvela kendi yerimizi bulmanın elzem oluşuna işarettir.

Han’a göre “Kendini-sömürü, ötekini-sömürüden daha verimlidir, çünkü bir özgürlük duygusu eşliğinde gerçekleşir.”[3] Bugün insan fertleri kendilerini sömürmekle günlerini geçirmektedir. Bu fertlere hayatlarını sürdürdükleri şekliyle bir sömürüye imza attıklarını dile getirmek bu sömürünün farkına varmalarını sağlamayacaktır. Çünki onlar, kendilerini hakkıyla bilmiş değillerdir. İnsanca yaşamanın, insani verim şubelerini hayata yaymanın vazifesiyle mükellef olarak Müslümanların vazifesi bu kargaşayı aslına, duru ve berrak bir manzaraya kalbetmeleridir. Bunu başardığımız ölçüde içinde yaşadığımız dünyanın rengi değişecek, olması gerekene doğru seyredecektir.

FATİH TEKİN

[1] İhsan Fazlıoğlu, Kendini Aramak, s.34
[2] Byung Chul Han, Şeffaflık Toplumu s.16
[3] A.g.e s. 70

/ Published posts: 64

Nedamet'te yazar. Son Kıvılcım dergisinde editör. İlk kitabı "Modern ve Postmodern Kıskacında" 2023 yılında yayımlandı. Erzurum'la İstanbul arasında.

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.