700 views 9 mins 0 yorum

Geri Sayım

In Deneme
Mart 20, 2023

Son bir gün.
Bir akşam güneş, bir kere daha batacak ve bir kez daha doğacak.
Sonrası rahmet deryası.
Kime?
İnanmış olanlara.
Bir soru daha: Oruç bir ritüel haline mi geldi?
Teravih insanların bir araya gelip yerden kalkıp hızlıca el bağlamaları mı?
Mukabeleyi seslere mi düşürdük?
İftarlar şatafat ve yemek merasimlerine mi dönüştü?
(Bu dizeler vasat alimlerin notlarından alınmıştır.) “Ben de konuştum çok, çoğu boş, boşlukları doldurdum.” (Bu dize de bir şairin)

Olmadı şimdi. Nur deryasına böyle mi dalınır? Yok bu düşünceler açmadı. “Kullanmadığım kelimelerim var, saklamışım andıkça kamaşmışım” O halde üsluba canlılık katalım, hem de düşüncemize. Şöyle başlayalım: “Allah’ım biraz konuşabilir miyim? Bağışla.” Hiçbir şey etkileyemeyecek Allah’ı. Hayda. Ne demek şimdi bu? Şu demek: Bilhassa yahudileşen insanlar Allah’ın sağanak rahmet yağmurlarını önleyemeyecek. Yani? Olanlar olacak ve müminler kazanacak. Dur bi atlamadan anlat! Şimdi efendim, ben ne demek istiyorum böyle? Önemsiyorum bir şeyleri, bu mevsimi, geceyi, açlığı, suyu, kokuyu önemsiyorum. Davulu bile eş geçiyorum bu mevsimde, o çalmayı bilmeyen tokmakçıların gelmesini bekliyorum. Mani söyleseler de geceye tutunsam diyorum. Sonra devam ediyorum indirilen’e. Vasıtaya yakınlaşmaya daha bi gayret ediyorum. Ne diyor o gözümün nuru vasıta diye bakınıyorum sağa sola? “Konuşuyorsun sen, duymuyorum ben ah bağışla” Nur kokan sokaklardan geçiyorum. Misk kokan insanlara bakınıyorum. Gülüyor içim. Bir yerden mırıltılar geliyor. Şöyle mırıldanıldığını duyar gibi oluyorum:
Müjde müminler size, ihsanı rahmandır gelen
Şanını tazim edin, bu mahı gufrandır gelen
İydi ekber her gönül, kadri mübarek her gece
Ehli imana ne mutlu, bu ramazandır gelen.
Birden ulvileşiyorlar. Kaynağa yakınlaşıyorlar, durup kabul etsin diyesim geliyor. Sonradan ama aynı savsaklığa adım attıklarını görmemeye çalışıyorum.
“Batmak üzere geldim, imha edesin şu beni, kullanıp atasın/ Irmaklar geçirmeyesin, sallardan itesin, tenha koyasın/ Senden gayrısına kaymasın gözlerimin ne akı ne karası diye.”


Suya doğru gidenlere bakıyorum. Suyun ayak sesine bakıyorum, kol sesine, yüz sesine… Bakıp bakıp gülümsüyorum. Yaşaracak oluyor kalbim, yaşarıyor gözlerim, şükrettiğimi düşünüyorum. Şükrettiğime inanıyorum. Birden başka bir ilahi duyuyorum:
Ente rabbi, ente hasbi ya ma’bud/
İsmin Gani, Settar iken ya ben kime yalvarayım…
Bir şey içimi çekiyor seslere, adeta onlarla koşuyorum, kalkıyorum onlarla, el bağlıyorum, belimi büküyorum, yüzümü yere sürüyorum. İçim kanatlanıyor. Kıpır kıpır. Bana ne gerekiyorsa anlıyorum. Sözünü istedim Hüdayi’den: Bana Allah’ım gerek, bu benim de sözüm oldu. Her deva var dûş eyleyen türlü derde… Hûş eyleyen türlü derde. Bu sesleri duyuyorum. Duyuruyor O. O Allah.

Bütün yüreklerin sesleri duyuluyor. Sahipleri için yakaran kalpler çıkıyor ortaya.
Nuriyle zeyn oldu alem. Cümle mescitler tamam. Mescit duvarlarının solukları… Bazı kalplerin çırpınışları… Ah.

Bu Ramazan’da Yunusça okusak n’olur? Yunusça baksak âleme, eşyaya, eşe, dosta, yola, denize, ağaca, trafiğe, insana, people’a, personne’ya.
Şöyle dediğinizi duyar gibiyim: Buna iblis değil de nefis zincire vurulsaydı ulaşmak daha mı kolay olurdu? Bilmem. Bahaneler çok. Şu yerküre üzerinde yürüyüp, gezinen hangi insan bir durakta dahi olsa kendini aldatmamıştır?

Mahiyetini fark edenler hayli demdir ben seni ararım demeye, tebessüm saçmaya, süratini azaltmaya, öfkesini aduvvullaha, meşakketi gönül zenginliğine tercih etmişler. Nezaketi, ama insanın ruhuna oturan olanındanı tercih etmişler, niyet etmişler, cehd etmişler. Sabrın kendisini göstermenin muradına ermişler, sahile inmiş selamete erişmişler, nur deryasının kokusunu içine çekmişler. Hayıflanmayı bırakmış, ellerinden geleni koymuşlar, kıt kanaat geçiniyoruz’u bahane etmemişler, kıllette, azlıkta olanı görmüş, bilmişler. “Yarım hurma dahi olsa” demişler. Bunları yapmaları zamanlarını almış, kaç ramazan geçmiş. He bir de bakmışlar ki kusurları görmüyorlar. Önceleri tabi görmezlikten gelmişler, devam etmişler de etmişler. Orucun; her dem yeniden doğarız bizden kim usanası dediğine şahit olmuşlar. Teravihin ellerinde keselenmiş, seher vakitleri yunmuşlar, kuşlukta kurulanmışlar. Akşama terü taze, pirü pak çıkmış, tertemiz dualarla lokmalara (lokma: temiz olana denir) eller uzatılmış. Cilalandıkça içleri temiz olmayandan tiksinti duymuşlar. Pek mi soyut ilerledik? Biraz reelize mi edelim?
Üç aylar diye bir mevsim varmış, erişebilen insanları türlü diyarlara götürürmüş. Kıymetini bilenler dört gözle beklermiş. İki gözüyle buyur edip diğerleriyle vedalaşırmış. Neneler, dedeler hastalık mastalık dinlemez, yemek yemezlermiş. Akşam olunca yerlermiş. İndirilen’i okumaya doyamazlarmış. Bir kokusu olduğuna inanırlarmış bu mevsimin, içine çekilince mest eden bir kokuymuş bu. Çekenin gözünden yaş gelirmiş. Herkeslere nasip olmazmış. Gökten indirilen açılıp açılıp kapanırmış. Esasında hep açık kalırmış. Çocuklar aç kalmakla övünürmüş ya. Gençlerin de ağızlarında bir lezzet, kafalarındaki kusurlarda bir azalma, görmelerinde bir azalma. Anneler ki Allah sofrasının hizmetçileri, tohumlarının rabbi. Babalar Allah sofrasının unu, salçası, hurması. Telaş denen şeyin de arası hiç iyi değilmiş bu mevsimle. (Biliyor musunuz, hiç bir yere geç kalmıyoruz. Geç kalarak yetiştiğim yerler bilirim.)

Neyse efendim yapacağınız hazırlıklar vardır. Kurulmuş rahleleriniz, kulak verdikleriniz, bitmesi gerekenler, kılacağınız sünnet, bakacağınız çiçeklenmiş badem ağaçları, açacağınız eller, dökülecek günahlar, ferahlayacak kalpler var. Sözü ne kadar uzatsam da muradıma eremeyeceğim. Böyle bir mevsimi dile dökmeye çalışmak da nihayetinde bir çabadan ibarettir. Beyhude olmaması temennim.

Hoş safa geldin ya, hoş geldin, safa geldin, tam zamanında geldin, ne güzel ettin de geldin.

Elimizi, gönlümüzü asıl açılması gerekene açmakla şerefyâb olalım. Duadan fersah uzaklıkta olduğumuz kayaçların üstünde tek duam budur.

Ömer CÖMERT

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.