137 views 9 mins 0 yorum

SORU SORMANIN KEYFİYETİ ÜZERİNE BİR DENEME

In Deneme
Mayıs 04, 2023

Hayatta devamlı kendi kendimize sorular sorarız. Etrafımızdaki insanlardan cevabını alamadığımız sorular bizi düşündürür. Niçin Güleriz? Niçin üzülünce gözümüz yaşarır? Kırk haramiler neden kırk kişidir? Amasya’daki selfie çeken şehzade heykeli niçin var? Gibi binlerce mantıklı mantıksız sual gelir aklımıza. Küçücük çocuktan tutun en ihtiyarına kadar herkesin cevabı aradığı sorular vardır. Bazı soruların cevabını hemen bazı soruların cevabını ise yaşadığımız müddetçe almak isteriz yahut alacağımızı zannederiz. En büyük yanılsamalardan birisi ise sorduğumuz suallerin karşılığında söylenen safsatayı cevap zannetmemizdir. Sadece kendimize sormaya cesaret edebileceğimiz sorular olduğu gibi sadece kendimizin cevabını bildiği sorular da vardır. Yaşamak bir anlamda soruya muhatap olmak demektir. Mesela dünyaya niçin geldiğini soran birisi doğru cevabı aldığında hayatının anlamını kavramaya yaklaşır ve bu anlamla hayatını anlamlandırır. Sorduğumuz sorular ve onlara aldığımız cevaplar hayatımızı merkezi bir standartın etrafında şekillendirmemizi sağlar. İnsan dünyaya ne kadar büyük bir ufukla bakabilirse sualleri de o nispette artar. Soru sormamızın ardında yatan en büyük saiklerden birisi hiç şüphesiz her gördüğümüzü olduğu gibi kabul etmeyişimizdir. Bize zahirde çok garip ve anlamsız görünen pek çok şey vardır ki aslında bunlar çok makul ve mantıklı sebeplere dayanır. Pek çok şey vardır ki bize hayal ve imkânsız gibi görünür ama olur. Bizde müphem olan bir şey hakikatte hiçte belirsiz olmayan bir takım sistematiklere dayanabilir. Aklımızın ermediği her şey bizim için sorudur. Suallerimizin karşılığı iki şekilde cevaplandırılır. Birincisi bildiğimiz ‘’el- cevap’’ denilerek sorunun makul şekilde cevaplandırılması gayretiyle ortaya konulan çabadır. İkincisi ise ‘’hikmet’’ kelimesinde saklıdır. ‘’Elbette bunun da bir hikmeti vardır’’ deriz. Bu bizim bazı durumlarda sukut edebiliyor olmamızın tescilidir. Nice büyük âlimler bazı sualleri bazen tevazu bazen hakikaten bilmedikleri bazen de karşısındakine ders vermek için cevapsız bıraktığı malumdur. Nasıl her doğru her yerde söylenmezse her soruda her yerde sorulmaz. Hatta her cevap da her yerde verilmez. İmam Malik’in (rh) ile ilgili bir rivayette talebeleri: “Bazen İmam’la birlikte bir yere giderken karşımıza çıkan birileri bir soru sorar, İmam da “La edrî” (bilmiyorum) diye cevap verirdi. Oysa o meseleyi dersleri sırasında bize en az dört kez izah etmiş olurdu.”  Cevap verirken muhatabın niyetini, maksadını ve anlayıp anlayamayacağını da hesaba katmak gerekir. Soru sormanın da usulü vardır. Bazen cevaplanmamış bir soru yeni sorularla artar gider. Soru soruyu doğurur. Cevaplarda yeni sorular doğurabilir. Bu yüzden soruya doğru cevap almak kadar soruyu doğru sormak da çok önemlidir. Doğru cevabı bulmak aramak ve araştırmaktaki gayretimizle doğru orantılıdır.  Mesela bir suale beraberce bakalım. Hepimizin bildiği basit bir soru olsun; Geceleri niçin görmeyiz? Nedir bunun cevabı? El- cevap:  ‘’Karanlık ışığın yokluğudur. Mesela nasıl ortamda ses olmadığı zaman sukut var deriz aynı şekilde ışığın olmaması durumuna da karanlık deriz. Görebilmemiz için ışık lazımdır.’’ Bu cevap yeni bir soruyu doğurur;  ‘’Peki öyleyse körlerin ışıkta, aydınlıkta görebilmesi lazım onlar neden ışıkta göremez?’’ Bunun cevabını da: ‘’Kör birisi aydınlıkta göremez çünkü  görebilmek  için sadece ışık değil aynı zamanda göz de lazımdır şeklinde cevaplandırırız. Aslında bu cevap bile gerçeğin sadece basit boyutudur. Daha derin ilim sahibi olanlar asıl gömenin göz ve ışıkla değil kalple bağlantılı olduğunu bilir. Evliyaullahtan pek çok zatın ilham yoluyla kalplerine marifetin tecelli ettiği vakidir.  Kalbin melekût âlemiyle bağlantı kurup doğrudan bilgiler elde edebilmesi için her türlü kötülükten arınması ve nefsini tezkiye etmesi gerekir. Ancak bu durumda kalpteki perdeler kalkar ve oraya Allah’tan veya meleklerden ilham yoluyla bilgiler gelir. İlham yoluyla elde edilen bilgilerin ise bağlayıcılığı yoktur. Çünkü bunlar genel geçerliliği bulunan kesin bilgi kaynağı olmadıkları gibi dinî alanda delil olarak kullanılamazlar. Bilgi akıl havass-i selime ve haber-i sadık ile elde edilir. Soru sormak ilim ve bilgi ile irtibatlıdır. Soru öğrenmek ve öğretmek için sorulabileceği gibi bilinen bir şeyi tasdik ettirmek için de sorulabilir.  Cahilin cahile sorusu basit, bayağı ve sonuçsuz bir şeydir. Cahilin alime sorusu ise öğrenmek içindir. Cahil, alime soracağı soruyu usulüne uygun bir şekilde sormalıdır. Cevabı uzunca bir sürede verilebilecek bir soruya anında, kısa ve tatmin edici bir cevap beklemek hatadır. Âlimin cahile sorusu öğretmek ve ibret vermek içindir. Günümüzde eğitim kurumlarında kullanılan soru cevap yöntemi hem alimin cahile hem de cahilim alime soru sorması niteliği taşır. Alimin alime sorusu ise öğrenmek, öğretmek, birlikte bir meseleyi teferruatlandırmak ve daha ileriye taşıyıp kolektif akıldan istifade etmek içindir. Soru sadece alimle cahil, bilenle bilmeyen arsında mı olur? Bu soruyu evet demek kolay değildir. Şairler her şeye soru sorabilirler. Mesela bir geyiğe; ‘’Ey düz arazinin geyikleri! Allah aşkına söyleyin: Leylam sizden midir yoksa beşerden midir?’’

Hülasa edecek olursak;

Soru sormak, insanların bilgi edinmelerini, meraklarını gidermelerini, düşüncelerini paylaşmalarını ve öğrenmelerini sağlayan önemli bir beceridir.

Soru sormanın keyfiyeti sorunun niteliği, amacı, biçimi ve etkisi ile ilgilidir. Nitelikli bir soru, net, anlaşılır, açık ve özgün olmalıdır. Sorunun amacı soranın veya cevaplayanın neyi öğrenmek veya anlamak istediğini belirlemelidir. Sorunun biçimi sorunun türüne (kapalı, açık, yönlendirici, yansıtıcı vb.) uygun olmalıdır. Sorunun etkisi ise sorunun cevabının veya tartışmasının sonucunda ortaya çıkan fayda veya zarar olmalıdır.

 Zâfir Uyaralp

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.