
Bu maceraya kapıyı tıklatarak usul usul atılman gerektiğini biliyorsun. Zihnini görüntülerle, seslerle, olaylarla doldurup arıtarak kağıda aktarman gerekiyor. Dünyamız senin gibi yazmak isteyen hatta ne yazacağını bilen ancak nasıl yazacağını bilmeyenlerle dolu. Bunu bilerek başlamak ürpertici değil mi? Bir yandan olanı olduğu gibi, görüneni göründüğü yazmayı istiyorsun. Diğer yandan boşluğu yırtıp kendin doldurmak. Soba, televizyon, halı, masa, kurulu düzen ve kurulu düşünceler. Soba, soyut varlıklar, buğu, çarpık düzen ve kurmaca düşünceler. Eşyalarla duyguların arasındaki ilişkiyi kâğıda aktarmak, okuru olaya değil absürt bir zincirlemeye kilitleyip şaşırtmak gerektiğini düşünüyorsun. Hayatın şaşılası yanlarına dikkat çekmek bu kadar kolay mı? Ölüm bile bütün şaşırtıcılığını insanlar nezdinde yitirmişken. Yazacağın konuyu yaşarken buluyorsun. Hah diyorsun bunu kâğıda dökmeliyim. Sonra tıkanıveriyorsun.
Başka zaman olsa çekinmeden oturmaya teşebbüs ettiğimiz koltuk, bugün gözümüze daha solgun görünmüştü. Kim olsa hırsla otururdu koltuğa, yayları gergin mi değil mi hiç birimizin umurunda olmazdı. Hem bir koltuğun boş kaldığı nerede görülmüş? Koltuk olan yerde insan da olur. Meyvelerin üstüne üşüşen sinekler gibi üşüşürüz koltuk görünce. Koltuğa oturur oturmaz gözümüz alabildiğince uzakları görür: Hükmettiğimiz bütün o eşyaları; kumandayı, ütüyü, saati, mendili vesaireyi. Bir kere oturduk mu hep hükmetmek isteriz. Dışında kendimizin.
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Sana bir bütün halinde gelmeyenleri sen bir bütün halinde sunmak istiyorsun. Hâlbuki az önce nefes aldın sonra verdin sonra yüzünü yıkadın sonra oturdun sonra sol elinle ocağı açarken sağ elinle kulağını kaşıdın. Parça parça yaşıyorsun hayatı, yavaş yavaş detaylandırıyorsun. Yazını da yavaş yavaş detaylandır. Öncelikle okurun senin hayatındaki ya da kurmacandaki detayları öğrenmeye razı olduğunu unutma. Gerçek mi sahte mi olduğuna bakmadan, umursamadan iştahla göz yumuyorlar yazdıklarına. Bunu bil ancak kötüye de kullanma. Sana şöyle yazma böyle yazma diyen yok. Aynanın karşısındaymışsın gibi yaz. Kurgun spekülatif olsa da ilham kaynağın ilk olarak kendin olsun.
Büyük hedeflerin peşinde koşardı kardeşim. Bir gün her ne olduysa kendi kabuğuna çekildi. İlk insanların yalnızlığını kuşandı. Çevresini algılamakta zorlanıyordu. Nefes almıyor, kıpırdamıyor, konuşmuyordu. Ona atalarımızın niye uçurum kenarlarına yuva kurduklarını anlattım. Zirveye geldiğinde geriye dönmek istemezsin. Kardeşim şimdi zirveye gelmişti. Üzerindeki toprağı, kutsal zamana kadar yani yeni bir başlangıca döneceği o ana kadar kendisini sıcak tutacak bir yorgan gibi çekmişti.
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Bildiğini yazmak en kolayıdır. Sen de öyle yapıyorsun karış karış bildiğin sokakları, gezip gördüğün mekanları ve temas ettiğin insanları yazıyorsun. Unutma dağın ardında bir dağ daha var. Gerçeğin ardında bir başka gerçek. İnsanın ardında bir başka insan. Kendine ait bütün elbiseleri çıkar bütün kalıplardan sıyrıl demiyorum. Arada bir tebdil-i kıyafetle tayy-i mekan yapmayı bil. Sen bir gün Adriyatik denizinde balık avlamalısın, bir gün Ruanda’nın kaotik atmosferinde cirit atıp bir başka gün meta-evrenlerde yapay zekayla münazaralar yapmalısın. Geniş sahalara açılmadan topluluk oluşturamazsın. Gerekirse silahını omzuna takıp yazıya gelmeyeni yazıya getirmelisin.
Metalin mat görüntüsü, üzerindeki toz tabakası, sanki gelecek zamanın ruhunu yansıtıyor gibiydi. Her bir ayrıntı, her bir detay, geleceğin hikayelerini fısıldıyor; sessizce, ama ısrarla. Ona dokunduğumda, sesinin mekanik iniltisi, ileride burada yaşanacak hayatların yankısı gibi geliyor kulağıma. Ve ben, bu insansı varlıklar arasında, kendi hikayemi oluşturuyorum. Belki de bu, benim en büyük sırrımdır: Etrafımızdaki sıradan olmayan nesnelerin içinde saklı olan olağanüstü hikayeleri keşfetmek. Herkes gibi yaşanmış hikayelerin, mevcutların ve maceraların peşinde değilim. Ben yaşanacak hikayelerin izini sürüyorum. Zamanın akışını unuttum. Onun bana anlatacağı hikayeleri dinlemek için buradayım.
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Kaygıların devam ediyor. Modern insanların değişken ahlaklarını, mahkûm ettikleri, bugünün doğrusu budur dedikleri doğruların dışında kalem oynattığında ne kadar zorlanmıştın. Duvarlar bükülüp üstüne üstüne gelmişti. Şimdi ise kendinle gurur duyuyorsun. Yozlaşmış bir kültürü kutsala döndürmeye çabalamanın haklı gururu. Dünyevi zamanı sınırlandırabildin mi? Hayır, yalnızca onlara zamanın sadece dünyevi olmadığını hatırlattın. Göz ardı edileni görünür kıldın. Şayet buna rağmen kitlen sıradan okurlarsa dönüp yazdıklarını kontrol et.
Şamil, zihninin dolambaçlı yollarında karmaşık bir yolculuğa çıktığında henüz yirmi dört yaşındaydı. Aslında 1999 yılının ilk cemresinde yani gözlerini dünyaya açar açmaz başlamıştı bu yolculuk. Konuşacak kelime bulamadığından mıdır yoksa konuşmaya takati olmadığından mıdır bilinmez kimse anlayamamıştı Şamil’i. Fiziki hayatı, tarihsel olaylar gibi seyir halinde, tek düze devam ediyor gibi görünse de içi, ele avuca sığmaz duygularının çırpınışlarıyla doluydu. Bir gün şamil nereden çıktığı belli olmayan belirsiz bir nesneyle karşılaştı. Tanımlanamaz, tarif edilemez, betimlenemez ve benzetilemez bir şeydi bu. Şamil ilk olarak onu çözümlemek istedi beceremedi. Beraber yemek yediler, oturdular, gezdiler yine de çözümleyemedi. Nesne, tuhaf kördüğümlerle aşılması zor bir eşiğe getirmişti Şamil’i. Şamil, zihninin dolambaçlı yollarında karmaşık bir yolculukta kaybolduğunda henüz yirmi dört yaşındaydı. Şamil, öldüğünde henüz yirmi dört yaşındaydı.
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Yazdıkların, olağanüstü bir serüvene büründüğünde endişeleniyorsun. Serüveni başlatıp sonra o serüvene hâkim olamayan acemi büyücüler gibi olmaktan korkuyorsun. Rahat ol. Okurun müdahalesine açık boşluklar bırak. Bu boşluklar hayatın her alanın varsayımsal bakan insanların boşluğu kadar büyük, kesin bakan insanların boşluğu kadar da dar olmasın. Ne kadar iyi yazsan da yazın okur çeşitliliği karşısında mutlak iyi ya da mutlak kötü olmayacaktır. Raflarda sınıflandırma acımasızdır. Burjuva yazarlar ya da alt sınıfların entelektüel izlenimi verilmiş vitrin yazarları, kendi çizdikleri eğrilerde boy gösterirken sen vasat ama hakiki bir çizgide arka raflarda, doğru elin uzanmasını bekleyeceksin. Dışarıdan marjinal görünüp kendi seçkin kitlen tarafından ince bir kavrayışla takdir edildiğinde göçebe fikirlerin yerini muhkem fikirlere bıraktığını müşahede edeceksin.
Netrobenda, kapının her an açılmasını, sürüklene sürüklene ölüm sehpasına götürülmeyi uyutulmuş bir kokuyla bekliyordu. Zihninde hükmedemediği zenciler, gerçekleştiremediği arzular, öldüremediği vandallar, izleyemediği savaşların sorumluluğunu ve pişmanlığını bir pranga gibi taşıyordu. Halatın boynuna geçirildiği anda isteyeceği tek şey anılarının yeniden patlaması olurdu. Patlayan, bölünen, ayrılan birleşen sonra tekrar patlamak, birleşmek, bölünmek ve ayrılmak için bir araya geleni anı parçacıklarının oluşturduğu tasavvurlarda yok olup gitmek. Hayat, insanı anılarla dolaşıma sokuyor. Patlayan, bölünen, ayrılan, birleşen ancak değiştirilemeyen anılarla. Netrobenda bunu anladığında karşılaştığı ölümün rüyada olmasını, gözünü açar açmaz kaybolmasını ne çok isterdi. Ah Netrobenda, Pişman olarak öleceksin. Böyle hatırlanmasan da.
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Dekadans evreninde çürümüşlüğü ve düşkünlüğü törpüleyip, hakiki anlamıyla edebiyatın varlığını uzatma çabası içerisindesin. Alternatif tasavvurlarının halet-i ruhiyesi her zaman karanlık olmamalı. Yalnız, mutsuz, beklentisiz ve acınası durumda yazılan yazının daha iyi meyve verdiği kabul edilse de içerisinde muştu barındırmayan her yazı okuru askıda bırakır. Hangi eşikten gözlem yaparsan yap yazar, idealini aktarmak için yazmanın tesellisiyle avunur. İdeali etkili bir şekilde aktarmak istiyorsan çarpıcı imgeler, sahici betimlemeler ve ruha hitap eden hikmetlerin insicamından çok yazının bütünlüğü boyunca verdiğin güvenden emin olmalısın. Böylece okur güven içinde senin kurmaca dünyanda, kurmaca karakterlerle kendine ait olanı ya da kendine dokunanı keşfetmeye koyulur.
Güller yeni açmış. Yağmur damlası serpişen yapraklar.. Yaprakların ıslandığı o an.
Yaşamaya yazgılı olan hiç kimse söylemedi sana bunun bir tiyatro sahnesi olduğunu. Güller yapay. Yağmur falan yok. Sahnedeki tombul kadına; tombul, geveze ve aciz kadına takılan lakapların haddi hesabı yok. Gülüşünü unutmuş yüzler, haykırışını bastırmış ağızlar, ziyan edilmiş mimiklerle eğilen başlar. Saygıyla eğiliyorlar izleyenlerin önünde. Seyircilerden beş kişi. Beşinin elinde de tüfenk. İkisi önde yarım diz çöküp nişan almış, üçü ayakta. Tiyatro adamlarının ve tabi ki tombul geveze ve aciz kadının kurşuna dizilme anı. Sahne yok. Duvar gerçek. Mimik yok. Yüzler gerçek. Ölümün bütün sertliğiyle duvar sıcak kırmızıya boyanırken sahne beliriyor ve oyun devam ediyor. Ölmeye yazgılı olan hiç kimse söylemedi sana bunun sadece bir tiyatro sahnesi olmadığını.