Bilim-teknolojiyi menfi eleştirel açıdan ele alınca genellikle fizik eksenli tehlikelerini, tahribatını görüp dile getiririz. Nükleer silahların ve tıbbi silahların ulaştığı korkunç boyutları fark ederiz. Yaşadığımız acı hadiseler bilimin çoğu kez görmezden geldiğimiz fizikötesi tehlikelerini eteğimize döktü.
Başımıza gelen musibetleri bilimsel-teknolojik yetersizliklerle açıklamak, Müslümanlar için sorulacak hesaptan kurtulmanın bu cihanda mümkün olduğu zannına sebebiyet verdi. Müslümanlar, Kur’an’ı işiterek hem Allah’ın depremle toplumlardan hesap soracağına inanır hem de bilim-teknoloji takip ederek kaliteli binalar sayesinde bu hesaptan kurtulacağını düşünür. Allah’ın sel afetiyle hesap soracağını kabul eder hem de gelişmiş alt yapılarla o afetin tesirsiz hale getirileceğine kanaat getirir. Yargı kesin, bilim musibetleri engellemez ama etkisiz hale getirir. Bilimin ulaştığı yahut ulaştığı varsayılan güç bu fikir karmaşıklığı içinde onu bir dünya dini haline getirdi..
Resuli Ekrem, gök gürleyip şimşekler çaktığında ürperir kıyametin yaklaştığını hatırlardı. Bunun elbet bilip bilmediğimiz birçok hikmeti olabilir. Bunlardan birisi Allah’ın kudretine ve insaların acziyetine ilişkin ilimdir. Paratoner icat edileli biz bu sünneti terk ettik belki de bahanesini bulduk, hatta artık kimse televizyonları da kapatmıyor. Teknolojiye mi güveniyoruz yoksa tabiatın sesini mi işitmiyoruz? Allah’ın kudretine lakayt halde miyiz?
‘Korkulacak bir şey yokmuş ortada’ diyerek geçmişi bir cehalete mi ram edeceğiz? Güneşin tam tepede kızdırdığı andan, yağmurun yağdığı ana kadar tabiatın tüm emsallerinden yaratıcının vasıf ve sıfatlarına işaretler arayan Eskimoların, Kızılderililerin ve nice ilkel toplumların merak ve algılayışlarını küçük görmek kimlerin yedeğinde?
Bir tarafta şimşekler çakıp gök gürlediğinde kıyametin yaklaştığını hatırlayan Rasuli Ekrem diğer tarafta 10 şehri yerle bir olduğu halde ihmallerden ötesine geçemeyen, O’nun ümmetinden binler.. Ötesine geçemiyoruz çünkü kıyametin yaklaştığını hatırlamak istemiyoruz. Bu bizi ihmalleri konuşmaya sevk ediyor. İhmaller bizi rahatlatıyor o yüzden her musibetin her felaketin ardından ihmallere sığınıyoruz. Zira ihmaller olmasaydı kıyametin bir yanıyla yani mutlak sonla yüzleşmek işten bile olmayacaktı.
Mezkûr yazıya başladıktan bir süre sonra farkettim ki bazı soruların cevabı kadere ram. “Teknolojiye mi güveniyoruz yoksa tabiatın sesini mi işitmiyoruz? Allah’ın kudretine lakayt halde miyiz?” İnsanlar öyle şehirler inşa etti ki Allah’ın kudretine lakayt kalması mümkün değil artık. Bilim-teknoloji; inşa ettiği paratoner sayesinde şimşekleri egzotik bir görsel şölen nüansı ile korkmadan seyrettirirken, inşa ettiği şehirlerle insanları yağmurdan korkar hale getirdi.
Hayat, başlı başına ibretlik bir hikayedir. Bilim-teknolojinin kuşattığı şehirlerde dengeler alt üst oldu. Paratoner icat olalı gök gürültüsü bizi korkutmuyor peki yağmur başladığında? Hani denir ya bundan 100 yıl geriye gidip televizyonu anlatamazsınız. Yağmur başladığında yaşanılan korkuyu anlatmanız da mümkün görünmüyor. Modern dünya bizi yıldırımlardan korudu lâkin yarım saatlik yağmurun dehşetine bıraktı.
Deprem olduğunda binlerce insanın ölümünü Eskimolara anlatsanız hayal kırıklığına uğrarlar. Güneşi, tanrının kızmasına bağlayanlar deprem olduğunda tanrı eğlenip zıplıyor sanır elbet. Bir bina enkazında 100 kişinin öldüğünü 1-2 asır geriye gidip anlatmamız televizyonu anlatmanızdan daha zor olabilir. 100 insanı bir binada yaşatan yoksulluğu hayal etmeye başlarlar. Modern çağ kimi afetlerin tesirini azaltsa da kimi afetlerin tahribatını korkunç boyutlara ulaştırdı. Yağmuru rahmet kapısından afet kapısına dönüştüren modern çağ.. Tabiatı dengeleyici hatta onarıcı olan depremi, şehirleri dahası insanları alt üst eden bir felakete dönüştüren modern çağ..
Yüksek binaların, kapitalizm ekseriyasında tekno-bilimin eseri olduğunu zannetsek de bu binalar ‘Haman-Firavun’ mimarisinin mirasıdır. Kapitalizm, söz konusu mimarinin varisi olarak bugünlerin şehirlerini inşa etti. Bir yanıyla sonsuz dünyanın iksirini arayan bilim ürettiği beton ile 50 senelik sürdürülemez yapıları inşa etti. Kendi kültürünü inşa ederken imha etmek bilimin yekdiğeridir.
Hayatın, ibretlik hikayesinde herkes kendi sayfasını bulup yeniden dolduruyor, ‘Gerçek bir hikayeden uyarlama’ diyerek. Uyarlıyoruz çünkü hiçbirimiz hakikatinı tüccarı olamayız. Meselâ bilim-teknolojinin cazibesine kapılan seküler müslüman, bilim-islâm sentezciliği yaparak 20 katlı binalarda tevekkül zinciri kurma peşinde günlerini geçiriyor. Türklerin tarih boyunca böyle yapılarla uğraşmamış olması zikre değer. Bu durumu teknik yetersizlik ya da yükseklik korkusuyla izah etmek elbet mümkün değildir. Türkler, kapitalizm zihnimizi işgal edene kadar ayetin tecellisiyle kapital mimarinin boş bir şey olduğuna iman ediyordu. (Siz her yere yüksek bir alamet bina edip boş şeylerle mi uğraşırsınız? -Şu’ara 128)
Olgun VERİM