
Modernliği anlama / anlamlandırma faaliyetinden önce, Modern Batı düşüncesinin muhtasar bir özetini ve tenkidini yapmak, okur için neden modernlik ve postmodernliğin, hasılı içinde bulunduğumuz dünyanın anlaşılması gerektiğini gösterecektir. Burada gayemiz, uzun uzadıya tafsilatlı kritikler yahut tarihi bilgiler değil, temel meselelerin serdedilmesi olacaktır.
Her şeyden önce Batı düşüncesinin temelinde insanın terkedilmiş bir varlık olduğu düşüncesi yatmaktadır. Tanrı, insanı dünyaya acı çekmesi için göndermiş ve onu terketmiş, Hazreti İsa da insanlar adına acı çekerek ve acı çekmenin “niteliği”ni göstererek bu kefareti ödemek üzere dünyaya inmiştir. Ki burada, Hazreti İsa, bir elçi olarak değil, ilahi bir varlık olarak, Tanrı olarak dünyaya inmiştir. Ancak, burada asıl önemli husus şudur: Tanrı insan bedeninde düşünüldüğü için, bu temel kategori hatası her şeyi baltalamıştır. İşte henüz baştan bu tasavvur, insanın ölçüsünün asırlar boyu taşırılması sonucu dünyanın kurulması ve sürdürülmesinin sakat bir zeminde gerçekleşmesine sebebiyet vermiştir.
Diğer taraftan Hristiyanlığın zamanın inhisarı altına girmesinin mümküniyeti, teolojilerinde mündemiç bulunan vahiy anlayışları nedeniyledir. Hristiyan teolojisi, vahyi, ilk anlamıyla Tanrı’nın kendi kendini ifşa etmesi olarak anlamlandırmakta, bu çerçevede vahiy, bizzat Hazreti İsa’nın kendi olmaktadır. Bu anlamıyla vahiy, bir defalıktır ve nihaidir. İkinci anlamıyla ise vahiy “Tanrı’nın iradesini ifade” manasına gelir. Bu iradenin keyfiyeti konusunda Hristiyan teologları hayli müşkül durumlara düşmüşlerdir. I. Vatikan Konsili’nin Eski ve Yeni Ahit’i lafzen Tanrı sözü olarak kabul etmelerinin nedeni Kilise’nin meşruiyetini temellendirmek içindir ve gerektiğinde terk edilmek üzere tedbiri alınmış bir ittifaktan başka bir şey değildir. Burada dikkat çeken husus, Kilise’nin, vahyin zamanın şartlarına göre değişimini elinde tutmak niyetidir. Kilise’nin “vahiyleşme”kle bu zemine kurulma süreci bu şekilde gerçekleşmiştir.
Esasen Protestanlık, bir yandan Kilise’nin hakimiyetini delmek için yapılan bir hareket kadar, “Kutsal Kitab”ın kendinin de vahiy olarak kabul edilme sürecidir. Luther’in bu vahiy anlayışı, her bir Hristiyan’ın vicdanının ilahi iradenin tecelligahı olduğu düşüncesini ortaya çıkarmıştır. Diğer yandan Calvin de, Tanrı’nın iradesini cemaatin üzerinde ittifak ettiği hususlar olarak işaretlemiştir. (Batı Düşüncesinde Anlama ve Yorumlama, s74-75, Görgün, 3.Baskı, 2021, Külliyat yayınları)
Batı düşüncesinde insan, terkedildiği gibi aynı zamanda başıboş bırakılmış bir varlık olarak da tasavvur edilmiştir. Terkedildikten sonra, bu terkin vuslata dönüşmesi için aşkın bir güç tarafından mâlum bir harita sunulmayan insanlık, içinde bulunduğu zamanın yapısını verili kabul etmekte ve bu açıdan zamanın inhisarı altına girmektedir. Nietzsche’nin Batı düşüncesinin kölelik psikolojisi üzerine kurulduğu tesbiti hatırda tutulursa, henüz baştan kendini çeşitli şeylerin kölesi kılan bu tavrın, tahakkümü ele aldığında kendi köleliğini örtbas etmek adına kendinden gayrısını köleleştirme cehdi anlaşılacaktır.
Kendi kendine yeten (müstağni) insan fikri, modern batı düşüncesinin temel sacayaklarından birisidir. Bu düşüncenin tahkimi evresinde, evvel emirde kurumsallaşmış Kiliseye, Katolikliğe karşı isyan başlatılmış, bu kendi kendine yetmenin önünde duran, aşkın bir gücü (yanlış ve tersinden de olsa) hatırlatan tüm izler ortadan kaldırılmaya gayret edilmiştir. Bu anlayış, her şeyin mümküniyetini (güç yetirildiği takdirde tüm ilkeler dönüştürülebilir anlamında) ve mutlak kurucu olarak insanı, dünyanın kurulmasında merkezi bir yere koymuştur.
17 ve 18.yy’da Batı düşüncesinde temel eğilimler, şeylerin tabii (doğal) hallerini bulmak niyetiyle içeriklenmişti. Buna binaen, Tabii din, Tabii Teoloji, Tabii Hukuk gibi alanlar düşünmenin mevzusuydu. İnsanın özüne münasip bir din arayışı (ki bu hususta İslâm’dan hayli etkilenilmişti) teolojinin önemli mevzularındandı. Tabii teolojide mevzu ise eserden müessire gidecek, görülenler üzerinden aşkın varlığı anlamlandıracak bir sistem ihtiyacı idi. Hukukun tabii haline ulaşmak niyeti, insanın tabiatındaki şeylerin keşfedilmesi ve buna uygun bir düzenin tesisi idi. Diğer yandan 17.yy’a kadar Batı düşüncesinde dünyanın kurulması meselesi tamamen boşluğa bırakılmıştı. Kutsal ruh, yani Kilise dünyayı inşa ediyor, diğer insanlar da bu dünyada hayatlarını yaşıyorlardı. Müslümanlar ise, dünya hayatının kesbedilen, çalışılarak, insanın hürriyeti etrafında kurulan bir dünya olduğuna inanıyorlardı. Batılıların Müslümanlarla çeşitli karşılaşmaları, Batılıları bu noktada farklı bir tasavvura sevketti.
Müslümanlardan hayli etkilenen Batılılar, şu hususu, medeniyet kodlarında kategori boşluğu olduğu için atlıyorlardı: İnsanın kendini bilmesi, kendiliğine münasip bir hukuk ve teoloji inşa etmesi, aşkın bir varlıkla sahih bir irtibat kurarak mümkün olabilirdi. Bu irtibatın sahihliği ise, araya yalan ve insan eli değmeksizin bir silsile ile gerçekleşebilirdi. Bu silsile İslâm’da “nübüvvet” kategorisiyle gerçekleşmiş, Hazreti Peygamber eliyle insanlığın yaşayabileceği ideal şablon inşa edilmişti. Üstelik Hazreti Peygamberden itibaren gelenek de sıhhatli zincirlerle (rical ilmi, hadis usulü vesair ilimler) ve bizzatihi yaşayarak asırları aşabilmişti.
19. yy’a kadar, Batı, insanın kendini tanımasının rabbini tanımasına götüreceği düşüncesiyle hareket etmişti. Ancak burada kendilik bilgisi, mekanik ve fiziki aleme inhisar ettirilerek kendi dairesinin dışına kolayca taşabiliyordu. Müslümanlardan öğrendikleri bir takım hikmetleri, kendi medeniyet kodlarına tercüme etmişler, kendini anlamayı nihayetinde yatay bir düzleme hapsetmişlerdi. Ancak 19. Asrın başlarından itibaren aklın Tanrı’yı bilemeyeceği kanaati büsbütün kendini kabul ettirmişti. Bu noktadan sonra ise Tanrı bilgisi bilgi konusu olmaktan çıkmış bulunuyordu. Bu konuda Kant’ın büyük bir rolünün olduğunun altı çizilmeli. Onun numen-fenomen ayrımı ve numenlerin asla bilinemeyeceği tezi bu tasavvuru tahkim etmiş, Modern Batı düşüncesinin ana rengini bambaşka bir boyayla boyayabilmişti. Kant’ın sisteminde kendini bilmenin ucu, yaratıcıyı bilmeye değil, kendini bulmaya varıyordu. Ancak bulunan varlık, modern öznenin kendisi olarak dar bir çerçeveye hapsedilmiş; kendine tapınan varlıktan başkası değildi.
Müslümanların, dayandıkları sabiteleri feda etmeksizin ve vahye sımsıkı bağlı ahlaki telakkilerini deforme etmeksizin asırlarca inşa ettiği medeniyetlerinin yemişlerini bir sonuç olarak alan Batı, kendi menhecine göre kurduğu dünya tasavvurunun yemişlerini sömürgeci bir süreci başlatarak ve aşama aşama tüm dünyanın başına bela olarak sürdürdü. Hususen Fransız devrimi, Batılılara insanoğlunun istediği düzeni, istediği gibi kuracağı fikrini verdi. Alman düşünür Fichte “Bir insanın bir fiili yapmasının meşruluğunun tek gerekçesi, insanın onu yapabiliyor olmasıdır” diyerek insanı Tanrı makamına çıkaran Batı düşüncesinin özünü vermişti.
1970’lerde teknolojik devrimin tesiriyle, yeni bir döneme girilmişti. Bu dönem, Batı’nın kendi yapıp ettiklerini yine kendinin eleştirmesi ve paradigmasını ayakta tutmasının mümküniyetini arama dönemiydi. Postmodernlik, modernliğin şiddetlenerek ve diğer ucundan tekrar üretilerek hayatın inhisar altına alınma hamlesiydi. Bu hamle insanın köleliğinin derinleştirilmesi ve sonuç olarak topyekun ortadan kalkmasının işaretiydi. Bugünlerde ise, geçtiğimiz yıllarda yaşadığımız pandemi tecrübesi (!) Batılıların istedikleri zaman, bilim kılıfına soktukları taktirde her şeyi meşrulaştırabilecekleri ve dünyayı çalkalayabileceklerini gösterdi. Post-truth, postmodern, post-hümanizm. Dünyayı Batılıların otoritesi altına vermekle, bitmek tükenmek bilmeyen “öte”ler doğmaya devam edecek, ve çıkışı olmayan labirentlerde yok olup gideceğiz. Bugün için Batı ile hesaplaşma, bütün insanlığın varlığını sürdürmesinin birinci şartı konumundadır. Bu zaruretten kaçanlar, köleliği meşrulaştırarak zulme ortak olanlardır.
Fatih TEKİN
*Bu yazı yakında yayımlanacak “Modern ve Postmodernin Kıskacında” isimli eserimizden kısa bir iktibastır. Bu yazı hazırlanırken Tahsin Görgün’ün “Modern Batı Düşüncesinin Tenkidi” isimli sunumundan istifade edilmiştir.