
Hak ettiği değeri görmeyen o kadar başat şey var ki içimizde, dışımızda… Kendimizden, kalbimizden başlasak sıralamaya yolun sonuna varamayız.. Fakat insanın kendiyle olan muhabbetine müdahil olmayız.. Hak ettiği değeri görmeyen bir çok şey şahsi olduğu için onlara da müdahil olmayız.
Fakat bazı şeyler var ki onlara hak ettiği değer verilmediğinde bunun mesuliyeti, zahmeti hepimize yüklenir. Kaldı ki ben başkaları yüzünden artan yükümden şikayetçi değilim. O ağırlığın sırtımda ur yapmayışı, uykumu kaçırmayışından şikayetçi olacak kadar insan kalmak istiyorum.
“İnsan kalmak” diye bir deyiminin Türkçe’de olmayışı -belki vardı- yabana atılır bir şey değil. Bir anadan doğmanın insan olmaya yetmediği, gayret isteyen bir süreç olduğu bilinmeli. Bizi insan olmaya götüren süreç bir kaç hadiseyle olabildiği gibi çok fazla sebeple de olabilir. Bu bazen bir acı, bazen imtihan bazen bir kelime halinde tezahür edebilir.
Hasret ve hicrân kelimeleri ile insan kalabilme arasında bir intiba kurma gayreti nereden cereyan etti bilmiyorum. Ama lutfedilmiş bir yol çıkmaya değerdir. Keşke bazı şeylerin hasretini çekmeyi, bazı şeylere ise hicrânla bakabilmeyi ömrüme katık edebilsem. Bu iki kelime ile hayatımı çekip çevirebilmeye beni gark eden şey, insanın bu dünyaya ait olmayışı, bu gurbet diyarında bir gurbettar oluşundan olsa gerek. Bu iki kavram imrendiğim hasletin refiki olabilen, daima yolda olmayı hatırlatan kavramlar. İnsan olma ya da kalma arayışında bu kavramlar nasıl bir rol alabilir?
Hasret ve hicrân, gurbet köprüsünün iki ayağı, iki ucuymuş gibi bir intiba uyandırıyor zihnimde. Bir ayağı bu dünyaya, diğeri ahiret yurduna raptolmuş bu iki cevher arasına gurbet halatını örebilmek insanın ömrü boyunca yapıp-yapmadıklarıyla nihayetinde garip kalışıyla mümkün olabilir.
İnsanın gurbeti hicranla başlar çünkü hicrân, ayrılma anı ile başlayan bir süreçtir. Hasret ise insanın ayrıldığı şeyin veya kavuşamadığı şeyin yokluğunu çekmesi, eksikliğini hissetmesi ile vuku bulur. Bir şeyin eksikliğini, yokluğunu hissedebilmek zaruretten öte marifetten doğuyorsa aşk orada peyda olur. Zira insan eksikliğini, yokluğunu hissetmediği şeye hasret duyamaz.
İnsan şu soruyu sorduğunda kendini bir ben aynasının karşısında bulabilir: Acaba nelerin hasretini çekiyorum? Kendi nazarımdan hasretimi tetikleyen daüssıla, İstiklâl Marşı Derneğinden öğrendiğim Türkeli haritası oluyor ya da ben öyle olmasını diliyorum. Bu haritaya iç geçirerek bakabilmek beni geçmişine ihanet edenlerden ayıracak, ihanetten men edecek hissiyat taşıyor. Bu hissiyat hasret ve ruhum arasında rabıta kuruyor. Yemin edenlerin, sözlerine sadık kalabilme gayretini hasretle sürdürme derdini taşımak istiyorum. Bu vesileyle eşrefi mahlûkat…
Hicrân ise pek tetiklenmiyor kalbimde. Onun sınırları çok daha geniş, ulvi bir nazarla ölümün bittiği, zamanın dolmadığı bir yerden başlayıp yine oraya varıyor gibi. Dünya ihtirasından sıyrılıp kalbimle nadiren irtibat kurabildiğim zamanlarda ansızın çıkıp geliyor, hicrân. Onu pamuklara sarmak iştiyakı peyda olunca kayboluyor. Tabiren bir ağacın gölgesinde dinlenmekten fazlasını konfordan sayıyor, ihtirastan hazzetmiyor.
İnsanı, iç yolculuğa çağıran bazen çıkaran sessiz bir nida. Bazen bir ruh yorgunluğu olarak geliyor hicrân. İnsan ruhunun yorulduğunu bilebilir mi? İçten gelen, teşhisini koyamadığım hatta koymak istemediğim; deva aramadığım hatta aramak istemediğim bu hali, ruh yorgunluğu olarak telâkki ediyorum. Hicrân, ruh yorgunluğuma -belki de ta kendisi- buruk bir ferahlık veriyor.
Burukluk nasıl oluyor da ferahlığı müjdeliyor? Bir ayrılık var ama kavuşmak mümkün. Hicrânın buruk bir ferahlık verişi bundan. İnsanın oraya dönüşü mümkün olmasaydı hicrân duygusunu yaşaması mümkün olmazdı. Hicrânın varoluşu, oraya dönme umudunun nişanesi olduğu kadar buraya yapışma hastalığından koruyan bir sığınaktır. Gönlünde hicrân olmayanın dünya hırsına düşmemesi mümkün olabilir mi? Dünya ihtirasını saplanmış birinin insan kalması namümkün.
**
Son bölüm: Hicrân ve hasret sözlerde, şiirlerde hatta insan özelinde daima yarımdır, yarım aksedilmiştir, bu yazı da öyle kalsın..
Olgun VERİM